Abidin Uyar yazdı; “Ayasofya cami oldu ya sonra !!!”

Abidin Uyar yazdı; “Ayasofya cami oldu ya sonra !!!”

Kültürel muhafazakâr(antropolojik kültür içinde yetişmiş ) bir öğretmen arkadaş klasik ilahiyatçı olarak hamdolsun Allah’ım bu günleri de gösterdin bize demişti…

Allah bize ne göstermişti ki ?

Müze olarak halkın ziyaretine açılmış olan Ayasofya Müzesi, camii haline getirilmiş ve ismi Ayasofya-ı Kebir Camii olmuştu…

Peki Allah’ın böyle bir muradı olabilir miydi?

Allah bundan hoşnut olur muydu ?

Şimdi bunu irdeleyelim …

Allah’ın  ;adaletsizliğe ,israfa ,mafya düzenine, doğanın tahribatına ,kibirli ,

 şımarık, devletin parası ile seçilmişlerin tüm çevresi ile mutlu ve şatafatlı bir hayat sürmesine olan öfkesini   biliyoruz …

Tabi birde kilise , havra ve camilerin müntesiplerini ibadet yapmalarını engellemenin çok çetin azaba sebep olacağını da biliyoruz …

Bakara/114; Allah’ın adının O’nun mescidlerinde anılmasına mani olan ve onları tahrip etmek için çalışan kimseden daha zalim kim olabilir? İşte böylelerinin bu yerlere [Allah] korkusu dışında bir sâikle girmeye hakları yoktur? ⁹⁵ Onlar için bu dünyada zillet, ahirette ise korkunç bir azap vardır.

 95 Bazı özel düzenlemeleri ile ne kadar çok uyuşmazlık içinde olunsa da Allah inancını temel eksen olarak kabul eden her dine tam saygı gösterilmesi zarureti, İslam’ın temel prensiplerinden biridir. O halde Müslümanlar, ister cami, isterse kilise ya da havra olsun, Allah’a adanmış bütün ibadet mahallerini korumak ve onlara saygı göstermekle yükümlüdürler (karş. 22:40’ın ikinci paragrafı); ve başka bir inancın mensuplarını kendi inançlarına göre Allah’a ibadet etmekten alıkoyma teşebbüsleri Kur’an tarafından kutsallığa tecavüz fiili olarak nitelenmiş ve lânetlenmiştir. Bu prensibin çarpıcı bir tasviri, Hz. Peygamber’in H. 10. yılda Necran’lı bir Hristiyan heyetine karşı davranışında örneklenmiştir. Her ne kadar Hz. İsa’yı “Allah’ın oğlu” ve Hz. Meryem’i “Allah’ın annesi” olarak kabul etmeleri İslamî inançlarla temelden çatışıyor idiyse de onlara Hz. Peygamber’in mescidine serbestçe girme izni verilmişti ve  o’nun kesin rızası ile orada kendi dinî ayinlerini ifa etmişlerdi (bkz. İbni Sa‘d I/1, 84 vd.).MUHAMMET ESED

 Dindar bilinç ne imam hatipte ne ilahiyatta bununla alakalı bir ayet görememiş…

      Klasik İmam hatipli ve ilahiyatçı, Kuran merkezli, sistemli düşünceden ziyade formel

 (biçimsel)slogansal , duygusal ve mekanik düşünür bunun tek sebebi felsefi düşüncesi olmayışıdır …

Bunu çok samimi söylüyorum …

O kadar çok tanıdığım var ki…

Kavram nedir, tanım nedir, terim nedir, diyalektik düşünce nedir , metafizik, nedir, özdeşlik ilkesi ve içindeki çelişmezlik ilkesi nedir bunları hiç bilmez…

Neyse bu tartışmalar bu arkadaşları aşar …

Gelelim Ayasofya’nın cami olma meselesine…

 Fatihin zamanın ruhuna göre yaptığı örfi hukuka dayalı uygulamayı bu yüzyılda cemaati, inanç sahipleri ve müntesipleri  olan mabede, ibadet için o insanları sokmayıp kendimizin ibadet edeceği yer haline getirmiştik …

Fakat bir zamanlar Müslüman milliyetçiliğinin bu ham talebine çok güzel cevap veren birde cumhurbaşkanımız vardı …

Sayın Erdoğan o zaman şöyle diyordu …

“Bu işin bir siyasi boyutu var, yanı var. Yan tarafta Sultanahmet’i doldurmayacaksın, “Ayasofya’yı dolduralım” diyeceksin. Büyük Çamlıca Camii’ni yaptık, 4-5 tane Ayasofya eder. Bu oyunlara gelmeyelim”

Yukarıdaki öğretmen  arkadaşım hasta Erdoğancıydı ,ama ben hala ona sen hangi Erdoğan’ı severdin oyuna gelmeyenimi yoksa kararından vaz geçenimi diye soramadım …

Konu ile alakalı olarak dini hassasiyeti olan iki düşünce insanından  iki yazı sunmak istiyorum

    Biri Karar gazetesinde Şule Demirtaş hanım efendinin yazdığı yazı …

 “Ayasofya’nın dünya üzerinde benzeri ve eşi yok fakat alternatifi dahi olamayacak başka bir eserin gördüğü muameleyi, kendisine gösterilen ihtimamı anlatmak isterim. İtalya Padova’da bulunan Scrovegni Şapeli 718 yaşında, Ayasofya ile arasında handiyse 1000 yıl kadar var. O da Unesco dünya mirası listesinde olan bir eser. Eserin içine girebilmek kolay değil. Zarar verilebilir endişesiyle beden ısısının regüle edilmesinden, nefesten oluşacak neme karşı önlem alınmasına, flaş kullanımına kadar tüm riskler eleniyor. Ücret mukabilinde belirli bir süre gezebileceğin şapele girmeden önce özel bir odada vücut ısısı aklimatize ediliyor. Vücut ısısı yapının iç ısısıyla aynı hale geldiğinde içeri alınabiliyorsunuz. Görevli eşliğinde yapacağınız gezide geçireceğiniz süre de kısıtlı, aynı anda içeriye alınacak kişi sayısı da. Flaş patlatmanın ismi bile anılamaz, telefonlar da fotoğraf makineleri de bu anlamda kontrol ediliyor, yüksek sesle zaten konuşulamaz.

Hristiyan bir ülkede bir Hristiyan mabedinin ibadete açılmayıp bu şekilde korunmasında düşünen bir kavim için ibretler var. Bu korumanın amacı eserin sadece kendi varlığına, kendi yaşadığı çağa ait olmadığının verdiği bilinçtir. Gelecek nesillerin de eseri ilk yapıldığı hali, o ruhaniliği ile eseri görmeleri gerektiği bilincidir. Eserin her haliyle ömrünü uzatma bilincidir.”

https://www.karar.com/yazarlar/sule-demirtas/ayasofya-nasil-corap-koktu-1597316

 Bizim diyanette ve görevlilerinde ve dindar seçmende ,politika yapıcısında böyle bir bilinç olabilir mi?

O harika yer karolarının üstüne halı döşeyen bir zihniyet böyle bir sanatsal mekânı koruyup kollayabilir mi?

Bir diğer yazı ,

Bülent Şahin Erdeğer’in Independent Türkçe için yazdığı 2020 ndeki yazısı …

İslam kiliselerin camiye dönüştürülmesine nasıl bakar? | Independent Türkçe (indyturk.com)

“Kur’an-ı Kerim’de geçen “Onlar yalnızca; ‘Rabbimiz Allah’tır’ demelerinden

dolayı haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın

insanları kimini kimiyle yenilgiye uğratması olmasaydı manastırlar, kiliseler,

havralar ve içinde Allah’ın isminin çok anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır
giderdi. Allah kendi dinine yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz

Allah, güçlü olandır, aziz olandır” (Hacc 22/40) ayetindeki “savami” ve “biya” kavramlarının, farklı biçimde yorumlanmış olmakla birlikte genelde “manastır, kilise” anlamları taşıdıkları kabul edilmektedir. (Öztürk, Levent “Kilise md.”, DİA XXVI, s. 14)

İslam, başka din mensuplarını, ibadetlerini rahatça yerine getirmeleri ve inandığı değerleri uygulama konusunda serbest bırakmıştır.

Muhammed Peygamber’den itibaren İslam toplumunda yaşayan gayrimüslimlerin (Yahudi, Hıristiyan, Zerdüşt, Sabii/Mandeans) din ve vicdan özgürlükleri bütün unsurlarıyla Kur’an-ı Kerim’in anlayışına uygun olarak sağlanmıştır. (Köse, Saffet, İslâm Hukuku Açısından Din ve Vicdan

Hürriyeti, İz Yayıncılık, İstanbul 2003, s. 35.)

Din ve vicdan özgürlüğünü açıkça belirten;

Dinde zorlama yoktur. Doğru yol sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur. Artık kim tağutu reddedip Allah’a

iman ederse, işte o kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır.

(Bakara 2/256) ayeti ve bu anlamı içeren Yunus suresinin 99. ayeti ile (18.)

Muhammed (sav)’in, Hristiyan olan İbn-i Haris b. Ka’b ve kavmine yönelik ilan ettiği anlaşma metni şöyledir:

Doğuda ve Batıda yaşayan tüm Hıristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah’ın, Peygamber’in ve tüm müminlerin himayesindedir.

Hıristiyanlık dini üzere yaşayanlardan hiç kimse istemeden İslam’ı kabule zorlanmayacaktır. Hıristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar.

(İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, Es-Siretü’n-Nebeviyye, Daru’t Türasi’l- Arabiyle, Beyrut, 1396/1971, II/141-150)

Necrânlı Hristiyanlar, Midras’larının (okul ve mahkeme) başkanı ve piskoposları durumundaki Ebû Hârise İbn Alkame, onun naibi Abdu’l-Mesîh ve kervan başkanı el- Eylem’in idaresinde altmış kişilik bir heyeti Medine’ye gönderdiler.

Onların giysileri ve develeri 

Medinelileri çok etkilemişti; öğleden sonra geç saatlerde, Mescid-i Nebevî’de Muhammed (a.s.)’ın huzuruna çıktılar.

Daha sonra kendilerine has ibâdetlerini yerine getirmek istediler; bu amaçla Resûlullah (a.s.) dışarı çıkıp Mescid’i onlara bıraktı: “İbâdetleri sırasında doğuya yöneldiler.

(Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi,

c: 1, s: 619-620, 1022. paragraf)

Özellikle Asr-ı Saadet’te Hz. Peygamber (s.a.v) ve ilk 4 halife dönemlerinde bu konudaki uygulamaları belgelerle gün yüzüne çıkaran, İslam Tarihçisi Muhammed Hamidullah, gayrimüslimlere tanınan dini ayin ve ibadet özgürlüğünü icra etme hürriyetinin sağlandığı kilise, havra/sinagog ve benzeri mabetlerin korunmasını kayda değer belgelerle ispat etmiştir.

Necran Hıristiyanlarıyla yapılan antlaşma çerçevesinde onların mabetlerine dokunulmayacağını belgede şu şekilde ifade etmektedir:

Kiliselerin hiç biri yıkılmaz. Kiliseleri camiye ve evleri Müslüman evlerine dönüştürülemez…

(İbn-i Sad, Tabakatu’l Kubra, C.1 sf.291)

Resulullah hayatı boyunca hiçbir kiliseyi ya da havrayı ele geçirip cami yapmamıştır.

Aksine bunu yasaklamıştır.

Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethi

“Hz. Ömer’in Güvence İlanı” olarak bilinen tarihi belge ile köklü hale gelmiştir.

Hz. Ömer fethin nişanesi olan bu vesika ile şehre layık olduğu ehemmiyeti vererek şehrin dini, kültürel ve sosyal çeşitliliğini muhafaza etmeyi; temel hak ve özgürlükleri garanti altına almayı amaçlamıştır.

Taberi’ye ait olan en uzun Güvence İlanı metni ise şu şekildedir:

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,

Bu sözleşme, müminlerin emir ve Allah’ın kulu Ömer tarafından İliya (Kudüs) halkına verilen bir güvencedir.

Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine verilen bir teminattır.

Kiliseleri mesken yapılmayacak, yıkılmayacak ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyecektir. İçindeki kutsal eşyalara dokunulmayacaktır.

Mallarına el sürülmeyecektir. Kimse dinî inançlarından dolayı zorlanmayacak, kendilerine asla zarar gelmeyecek ve yurtlarına Yahudiler iskân olunmayacaktır.

Bu güvenceye karşılık onlar da cizye vergisi vereceklerdir.

Bunlardan kim yurdunu terk etmek isterse, gideceği yere kadar mal ve can emniyeti sağlanacaktır.

Yurdunda kalmak isteyenler ise, güvende olacaklardır ve cizye vereceklerdir.
Dileyen Romalılarla gidecek, dileyen de toprağına dönecektir. Hasat elde edinceye kadar onlardan bir vergi de istenmeyecektir.

Bu, Allah’ın Resulü’nün, halifenin ve müminlerin Kudüs halkına verdiği güvenlik ahdidir. Cizye vergisi ödedikleri müddetçe geçerlidir.

Şahitler: Halid bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Avf ve Mu’aviye bin Ebi Süfyan, hicri 15 (Miladi 636) yılında hazırlandı ve yazıldı.

(Eman metni hakkında detaylı bilgi için bkz: Awaisi, Abd Al Fattah

“İslam Fetih Hukukunun Can Verdiği Belge – Ömer Emannamesi”,

Derin Tarih Kudüs Özel Sayısı 10, 2017, s.52-59)

Kudüs’ün fethi sırasında Hz. Ömer, Kimame kilisesinin avlusunda oturmuş.

Namaz vakti yaklaşınca kilisenin dışına çıkıp kapının eşiğindeki basamakta tek başına namaz kılmıştır.

Sonra oturup patriğe hitaben; “Şayet kilisede namaz kılsaydım benden

sonra Müslümanlar burada namaz kıldı diye kiliseyi elinizden alabilirlerdi” diye empatik yaklaşımını dile getirmiştir.

 https://www.indyturk.com/node/215771/t%C3%BCrkiyeden-sesler/islam-kiliselerin-camiye-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9Ft%C3%BCr%C3%BClmesine-nas%C4%B1l-bakar

Siyaset “din”leştiğin de dinde siyasallar …

Yazık oldu bu ülkeye …

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ ; “BURSA OVASI DA, SANAYİSİ DE TÜM DEĞERLERİ DE SAHİPSİZ DEĞİLDİR” – Atatürkçü Düşünce Derneği Orhangazi Şubesi: […] ADD Bursa’dan ‘Soğuksu’ tepkisi: Değerlerimizi yok etmenize
2024-05-05 12:22:30