Eğer İdeolojik bir saplantınız varsa düşünmenize gerek yoktur .
Tuttuğunuz partinin liderinin yaptığı her yanlış işi aklama çabası içine girersiniz .
İkna olmanız için mantık kurallarına ihtiyacınız yoktur …
Soru sormanız gerekmez…
Ana gövde seçmen saplantısı böyle bir gövdeyi oluşturduğunda artık orada düşünce yoktur…
Onlar bu işe gönül vermiştir.
Tabi ki içlerinde son derece samimi olanlarda vardır .
İçinde doğduğu hazır kültür onların siyasi tercihini belirler.
O kültür onun muhafazakar, milliyetçi, kemalist, marksist, dindar veya din karşıtı yapar …
Çok istisnai bir durumda sıçrama yapan kültürünü sorgulayan insanlar tabi ki çıkabilir.
Muhafazakâr, milliyetçi veya seküler bir aileden çıkıp farklı bir mahalleye geçenlerde olabilir…
Fakat genellikle kültürünün şartlandırdığı zeminde tarafını tutar .
Değişimin önünde ki en büyük engelde bu inatçı sabit görüşlü çoğunluktur …
ÖZ BİLİNÇ –BİLİNÇ …
Öz bilinç kendi varlık nedenini özetle kendini fark etmektir .
Ben kimim sorusunun cevabını arar .
Neden ahlaklı, neden şahsiyetli, neden iyi bir insan olmalıyım, neden doğru düşünmeliyim diye kendine sürekli soru sorar .
Bilinç ise sadece nesneler dünyasındaki objeleri fark eder …
Parayı, mevkiyi ,gücü ,çıkarı keşfeder…
HEGELİN EFENDİ KÖLE DİYALEKTİĞİNDEKİ DURUM SANKİ BİZİM DURUMUMUZU ANLATIYOR …
Asıl sorun kölenin efendi karşında savaşı kaybetmesidir …
Bu tamamen kölenin kaybedecek YAŞAMSAL değerlerinin DIŞINDA bir değere sahip olmayışındandır …
Köle sadece Köle sadece katacak şeylerin peşinde (maaş, asgari ücret, kamudan alacağı bedava hizmet bayram ikramiyesi vs vs )olacağı için efendinin varlığı ile ulaşacağı faydayı baştan kabul edecektir …
Efendinin de yaşamsal isteği kendinin efendi olarak kabul edilip fark edilmesidir.
Kölenin yok edilmesi onun efendiliğin sonu olacaktır.
Köle olmalıdır ki o efendi olarak yaşamını sürdürsün
Kölenin de her şeyi efendisine adanmıştır.
Köle bu sebepten günlük haz ve tüketilen nesneler peşinde koşarken aynı zamanda
onları elde temek için efendinin her dediğini yapacaktır…
Böyle olunca onda öz bilinç (ahlak, erdem, adalet duygusu) ortaya çıkmayacaktır…
Çünkü öz bilinci ortaya çıkartan İstek hiç olmamıştır .
YARARLI OLAN İLE DEĞERLİ OLAN …
Şan, şöhret, tanınma arzusu, güzel meslek sahibi olmak ,çok para kazanmak insan için yararlı şeylerdir ancak öz bilinci ortaya çıkartamadığı için hiç biri değerli değildir …
Yaşamın amacı bunlar olunca ÖZ BİLİNÇ açığa çıkmıyor.
Değer dediğimiz şey ise olumlayıcı istekle ortaya çıkıyor
ADALETİ NEDEN İSTERİZ?
Toplumun çoğunluğunun yararlı bulduğu şeyler değerli değildir …
Değerli olan şeyler de çoğunluk için hiç yararlı değildir …
Değerli olan değerini kendinden alır …
Yararlı olan ise sağladığı yarardan alır
Para yararlıdır…
Ancak yakıp ısınamazsınız, karnınız aç ise yiyerek doyamazsınız.
Üstüne binip gezemezsiniz …
Mesela adalet neden değerlidir ?
Bize yaradığı için mi ?
Yoksa değerli olduğu için mi ?
Değerli olduğu için ise bana yarar sağlamasa da ADALET kendinde bir değerdir…
28 ŞUBATTA MÜSLÜMANLAR ADALETİ YARARINDAN DOLAYIMI İSTEDİLER, DEĞERİNDEN DOLAYIMI İSTEDİLER ?
Önemli bir soru .
28 şubatta Müslümanların adalet arayışı adaleti değerli buldukları için miydi?
Yoksa adaleti o dönem kendilerine sağlayacağı yararından dolayımı istiyorlardı?
Adaleti değerinden dolayı istemediler…
28 Şubatta aradıkları adalet o gün işlerine yarıyordu …
Oysa adalet değerinden dolayı istenmeliydi …
Adaletin değerine inanmadılar …
Bunu yaşayarak gördük …
ÖR; Maide 8 bu camia için hiçbir şey ifade etmez …
Maide :8
“Ey iman edenler! Allah için gerçeğe bağlı kalmada kararlı olun! Hakkaniyetli tanıklar olun! Bir halka olan düşmanlığınız sizi adaletsizliğe yöneltmesin. Adil olun, bu, takvalı olmaya en uygun olandır. Allah’a karşı takvalı olun. Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.”
Daha bir çok ayet sayabilirim.
Dindar bilinçte ayet sadece slogandır.
Show yapma aracıdır …
Pratikte ahlakına hiç katkı sağlamaz.
ŞAŞKINIM …
Kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyin bin misli ötekine yapılırken, adaleti, 28 şubatı hiç akıllarına getirmediler …
Zulme uğrayan insanların dertleri onları hiç rahatsız etmedi …
Yapılan kötülükleri zımnen onaylıyorlardı …
PARTİLİ DİNDARIN DURUMU VE HEGELİN DİYALEKTİĞİ (TEZ-ANTİTEZ –SENTEZ)
28 Şubat dönemindeki uygulamalara bu günkü aynı hassasiyetle tepki vermiş biriyim …
28 şubatı yapanlar “TEZ” di…
Müslümanlar ANTİ TEZ olarak bu zulme karşı çıktı .
Hapse girenler baş örtüsü yüzünden okuyamayanlar sayın Erdoğan’ın bir şiir yüzünden hapse girmesi.
Partisinin düzmece iddialarla kapatılma girişimleri hiç adil değildi …
İşte bu vasatta dindar bilinç(bu kavramlaştırma Dücane Cündioğluna aittir ) haklı olarak TEZ- ANTİTEZ çatışmasından yeni bir SENTEZ yaratmıştı …
Bu diyalektikti …
Artık uyanmış gözüküyorlardı .
HUKUK diyorlardı …
Hem de POZİTİF hukuk (FIKIH DEĞİL)…
Adalet diyorlardı …
Anayasacılık ilkesinin önemini anlamışlardı…
Çünkü anayasa denilen hukuki ve en üst metin bireyi devletin ve iktidarların
olası ceberut yapısından korumak için vardı .
Yani Anayasalar bireyi devlete karşı koruyordu …
İktidarların keyfi çıkarttığı yasalar anayasaya denetimine tabi tutulduğunda anayasaya aykırılık gerekçesi ile iptal edilebilirdi …
Dindarlar bunu keşfetmişlerdi .
İnsan hakların önemini anlamışlardı …
Yargının siyasallaşmasından ,yargı bürokrasinin keyfi tutuklamalarından çok şikayetçilerdi …
Çünkü yargı bağımsız değildi ..
Ve bu süreç sonunda güven duydukları İslamcı görünümlü AKP iktidara gelmişti …
Açıkça itiraf edeyim Avrupa birliği mücadelesi ,Kopenhag ve Maastricht Kriterlilerine uyum için yapılan çalışmalar, anayasa mahkemesine bireysel baş vuru hakkı getirilmesi ve ekonomide bambaşka yol haritası çizilmesi seçim zamanında kamu kaynakların mali disiplini bozmayacak ve enflasyonu patlatmayacak şekilde kullanılması özetle dindarların çıktıkları mahalleye çok yabancı olan ilerici reformcu davranışları savunuyor olmalarından bende çok etkilenmiştim .
İlk 7 yıl bende destekledim .
Fakat sonra bir şey oldu .
HEGELİN DİYALEKTİĞİNDE Kİ “ANTİTEZ “OLAN BU DİNDARLAR zamanla “TEZİN” yerini aldılar …
Onlara benzediler…
Artık neden şikayetçi olmuşlarsa kendileri bunun bin mislini yapıyorlardı …
Sayın Erdoğan’ın şiir okuması sebebi ile ceza alıp ceza evine konması siyasi bir karardı.
.Hukuk değil yargı böyle istenmişti .
Buna rağmen sabaha karşı kolluk kuvvetleri tarafından evinden alınıp götürülmedi …
Belediye başkanlığından alındığın da yerine kayyum atanmadı …
Çok kıs süreliğine 11 Kasım 1998 tarihine kadar da İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekilliği yapan Ali Müfit Gürtuna, Recep Tayyip Erdoğan‘ın, hakkında alınan hapis cezası kararının kesinleşmesi nedeniyle görevini bırakmasından sonra 12 Kasım 1998 tarihinde Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından 111 oyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına seçildi.
Fakat kendi iktidarları döneminde yargı yolu ile hukuk katledildi …
Bir telefonla gelip ifade verecek olan kamuya mal olmuş isimler sabaha karşı evlerinden alındılar.
KHK KARARLARI İLE YARGI DENETİMİN İŞLEVSİZ KILINMASI …
Kanun hükmündeki kararnameler hiç şüphesiz olağan üstü durumlarda anayasanın iktidarlara verdiği sınırlı bir yetkiydi FETO denen alçağın kalkıştığı darbe girişimi olağan üstü bir durumdu .
Ancak bu hakkın bir iktidar tarafından nasıl kullanılacağını yasalar belirliyordu .
Yani olağan üstü hal ile alakalı olmayan ilgisiz konular KHK name ile yargı denetiminde kaçırılamazdı …
Fakat kaçırıldı…
İnanılmaz davalar açıldı …
28 şubatta olan olayların misli ile hukuksuz uygulamalar yapıldı.
O kadar çok aile perişan oldu ki yargılanıp berat edenler bir daha işlerine dönemediler …
İLTİSAK
Taha Akyolun 3/11/2024 tarihli yazısından
“Eskiden yaygın bilinmeyen, sadece emniyet bürokrasisinde kullanılan “iltisak” kelimesi 15 Temmuz darbe teşebbüsünden beri hukuk hayatımızda sıkça kullanılan ve artık kitlelerce de bilinen bir kavram oldu.
Yargısız işten atmaların da sebepsiz tutuklamaların gerekçisi olarak kullanıldı.
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasında yine “iltisak” önemli rol oynadı…”
15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrası çıkarılan KHK’ler ile mevzuatımıza ithal edilen ‘iltisak’ ibaresinin nasıl kötüye kullanıldığının bir göstergesidir.” (31 Ekim)/TAHA AKYOL
SONUÇ YERİNE ; başlangıçta “Zulme karşı çıkıp ANTİTEZ” olan dindarlar şimdi kendileri zulmün katmerlisini yapan “TEZ “oldular …
Zulmü alkışlıyorlar.
“Din “ve “dindarlık” çok ciddi itibar kaybetti bunların yüzünden…