Bu yazımda iki şeyin imkansızlığı üzerine durmak istiyorum …
Birincisi İmkânsız devlet…
İkincisi ülkemde kuvvetler ayrılığının ortadan kalkışı ile imkânsız hukuk ve adalet …
İmkân için etimolojik sözlük şöyle diyor …
Arapça mkn kökünden gelen imkān إمكان “güç yetirme, gücü yetme, kudret bulma, potentia” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça makuna مَكُنَ “güçlendi, pekişti” fiilinin ifˁāl vezninde IV. masdarıdır.
İMKâNSIZ İSE ; Mümkün olmama hali …Olanaksız
-bunlar benim yorumum -)
Wael B. Hallaq’ın imkânsız devlet dediği budur .
Ben buna katılıyorum …
Çünkü modern devlet ile fıkıh devleti asla uzlaşamaz …
Bu günkü karmaşık iktisadi sorunları İlahiyat fakültelerinde öğretilen ve İslam ekonomisi denilen fıkıh bilgisi ile çözülmesi imkansızdır .
Eşari kelamı inancımızı belirlemiştir .
Diyanetten kadrolarına kadar EŞARİ kelamı itikadımızdır .
Ve büyük yanıltıcı söylem, Türkiye dindarlığının çoğunlukla Ebu Hanife ekolünde olduğu inancıdır …
Yani, amelde Hanif’i itikatta Maturidi olduğumuz büyük bir yalandır …
Keşke olsaydık .
Maturidiyi hiç tanıtmamışlardır.
Akıl, düşünce dini anlamada müthiş kaynak olurdu …
Oysa şu an “akıl” devre dışı …
Çünkü Eşari ekolü aklı yok etmiştir.
Gazalinin bunda çok büyük etkisi vardır .
Eşari kelamı nedensellik ilkesini kabul etmez …
Bilim onun için devre gelişmemiştir.
Fıkıh(İslam hukuku) dinamik hayat karşısında hiçbir şey üretememiştir.
Diyanetin milyarlarca bütçesi ve istihdam ettiği görevlilerin din bilgisi çok yetersizdir…
Cemaate o kadar çok uyduruk hurafe ve mitolojik hikâye anlatıyorlar ki bunun sebebi aldıkları klasik din eğitimi…
Hiçbir merakları yok …
Çoğu hiç okumuyor…
Zaten aşırı politikleşmişler günlük hayata sohbet ettiğimiz birçok din görevlisi var .
İtikatları da iktidar.
Gözleri hiçbir şekilde ne yolsuzluğu ne adaletsizliği ne kamu paraların israfını ne zulmü, anlatan Allah’ın ayetlerini hiç görmüyorlar.
Mesela hadis usulü hakkında çoğunun hiçbir bilgisi yok .
Hadis;
(Peygamberin ağzından çıktığı andaki söz)
Mutlak rivayet;
(Peygamberin sözü muhatabın ağızından duyulduğu andan itibaren o artık hadis değil Rivayet olur. Eğer sahabeden bizzat duyulmuş ise mutlak rivayet şeklini alır)
Rivayet;
Sahabeden sonraki neslin aktardığı söz dür. Artık bu mutlak sahabeden duyulan kadar güvenilir değil sadece rivayettir.
Rivayet asırladır devam eder ta ki bunları bir muhaddis toplayıp eserine aldığı ana kadar .
Aldıktan sonra bunun adı mutlak içtihat olur .
Fakat sadece bu içtihat onu bağlar. Onun için Mutlaktır.
Örneğin ;başka muhaddis bu rivayeti zayıf veya uyduruk bulup eserine almayabilir
Bunlar hadis usuldür fakat sonunda Allahtan doğruluğu onaylanmış bir yöntem değil beşeri bir yöntemdir.
İşte bizim gibi insanlar hadislere kuşku ile baktığında örneğin bundan beş yıl evvel bir müftü vaaz verirken bunlar hadisleri inkar ediyor, hadisi inkâr eden peygamberi inkâr eder diye bizleri tekfir etmişti . Ve arkadan da ” bunlar peygamber siz bir din istiyor” diye bizi katli vacipler sınıfına sokmuştu.
Çünkü bu adam EBU HANİFENİN metodunu bilmiyor. EBU HANİFEYEDE BU ZİHNİYET KAFİR DEDİ. Ve öldürdü. Tövbe etmesi lazım dediler.
Oysa büyük imam hadislere böyle yaklaşıyordu. Buhari Ebu Hanifeyi güvenilmez bulmuştu .
https://www.youtube.com/watch?v=fplk2L811Eo
Mesela Buhari konusunda çoğunun hiçbir bilgisi yok …
İslam düşüncesinin yapısı hakkında hiçbir bilgileri yok.
Hele günümüz iktisadi problemi olarak önümüzde duran para, finans ve özetle iktisadın metafiziği hakkında hiçbir araştırmaları ,merakları ve bilgileri yok.
Diyanet size öyle bir İslam anlatıyor ki ,kürsüden indikten sonra söylediklerinin hiçbirinin reel hayatında hayatta karşılığı yoktur …
Aldığı maaşın kaynağı dahil toplanan vergilerin birçoğu İslam hukukuna göre haramdır…
Çünkü ;İçinde genelevden, kumardan gelen gelirler, maaş olarak İmama Müftüye ayrılıp temizlenerek ayıklanıp verilemez .
Devletin en büyük geliri dolaylı vergiler olup harçlar, gecikme zamları, faizler , içki sigara milli piyango vs vs olup en rahat zammı onlara yapar, uyduğu ve bağlı olduğu yönetmelikler kanunlar diyanetin talimatları fıkıh tarafından belirlenmez.
Giyimi kuşamı ,kapitalist üretim tarzı ile elindeki akıllı telefondan, internete kadar modern devletin sunduğu imkanlar kürsüde söylediği İslami nasihat ile çatışır .
Hatta ;
Diyanetin zenginlik ölçüsü olarak zekâtın nisabı (80 grm altını olan zengin ) bile bu enflasyon karşısında zerrece gerçek karşılığı yoktur.
(Hadislerde belirlenen nisap miktarları şöyle sıralanabilir; 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para veya ticaret malı ; 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve). .
İşte onun için modern devletin gerçekliği ile fıkıh devleti ve ilmihal dindarlığının anlattığı İslami hayat tarzı birbirine hiç yakınlaşamaz .
Buradaki imkânsızlık varoluşsal bir imkansızlıktır.
Ontolojik olarak 1400 yıllık geleneksel FIKIH üzerine kurulacak İslam devleti, Modern devlet ile uzlaşması imkânsızdır…
İMKANSIZ HUKUK /İMKANSIZ YARGI
Kuvvetler ayrılığının olmadığı gücün tek elde toplanıldığı rejimlerde HUKUK ve adil YARGI imkansızdır .
Hukuk yozlaşır.
Claude Frédéric Bastiat;
“Yozlaşmış bir hukuk toplumunda rant arayışlarının ve çıkar çatışmalarının temel noktası olmaktadır…
Yozlaşmış hukuk sayesinde çıkar gurupları lehlerine kararlar ve uygulamalar ile rant elde etmektedir..
Hukukun yozlaşması ile birlikte devletin güvenlik fonksiyonunda da bozulma sürecine girilmiştir .
Hukukun kendi asıl amacının tam aksi istikamette yönetilerek her türlü hırs ve aç gözlülüğün silahı haline dönüşür.
SONUNDA SUÇU DENETİM ALTINA ALARAK AZALTILMASI BEKLENEN HUKUKUN KENDİSİ CEZALANDIRILMASI GEREKEN KÖTÜLÜKLERİN KAYNAĞI HALİNE GELİR …
PROF COŞKUN CAN AKTANIN ÇIKAR GRUPLARI RANT KOLLAMA VE YASAL SOYGUN ADLI YAZISINDAN…
http://www.canaktan.org/din-ahlak/…/rant-kollama/bastiat.htm
Kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılması sonucu yargının siyasallaşmasına dair basından örnekler …
Figen Çalıkuşu(Karar gazetesi yazarı hukukçu)
Hukukun üstlüğü sıralamasında 140 ülke arasında 116. sırada,
Basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 165. sırada,
Organize suçlarda Avrupa birincisi,
Cumhuriyet tarihinde ilk kez gri listeye girmeyi başarmış,
Anayasayı yok sayan hakimler Yargıtay üyesi yapılıyor, Bakan yardımcısı oluyor.
“Anayasa Mahkemesi kararları da AİHM kararları da bize bağlamaz” neredeyse bir motto haline getirilmiş durumda.”
Tavşanı da öldürdünüz… – Figen Çalıkuşu (karar.com)
TAHA AKYOL
PROTESTO’DAN DARBE’YE
Gezi olaylarında hukuken en dikkat çekici olanı, “Çarşı Dosyası”ydı. Eylemlere hem şiddet bulaşmış, hem marjinal gruplar Dolmabahçe Başbakanlık ofisini hedef almıştı.
Bu sırada Kavala tutuklandı, “cebir ve şiddetle hükümeti devirmeye teşebbüs”ten hakkında dava açıldı. (4 Mart 2019)
Suç delili olmadığı için tahliyesini isteyen hakim, HSK tarafından görevden alındı. (30 Temmuz 2019)
Gezi olayları birdenbire “darbeye teşebbüs” sayılmaya başlanmıştı.
Yargıtay da beraatle sonuçlanmış olan Çarşı dosyasını tam 5.5 yıl sonra, 28 Nisan 2021 günü bozdu, dosyalar birleştirildi.
Aynı Yargıtay, Kavala’yı ağırlaştırılmış müebbed, arkadaşlarını 18 yıl hapse mahkum eden kararı 1 yıl 4 ay içinde onaylayacaktı
DERHAL TUTUKLAMA!..
Kavala ve arkadaşları, Gezi olayları ile hükümeti devirmeye teşebbüsün suçundan yargılandılar. 30. Ağır Ceza Mahkemesi 18 Şubat 2020’de beraat ve tahliye kararı verdi. Sanıkların eyleminde “cebir ve şiddet” unsuru yoktu çünkü.
Cumhurbaşkanı tepki gösterdi:
“Bu masum bir ayaklanma hadisesi değildir. Ciddi anlamda perde arkasında Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tiplerdir. Bunun malum Türkiye ayağı hapisteydi. Onu bir manevrayla beraat ettirmeye kalktılar.”
VE aynı gün, HSK, beraat kararı veren yargıçlar hakkında soruşturma açtı!
Bundan sonra hangi hâkim farklı bir karar verebilirdi ki…
Aynı gün, Kavala tahliye hazırlıkları yaparken bu defa “casusluk” ve yine “darbeye teşebbüs” suçlamasıyla tutuklanıverdi. İki defa beraat kararı verilmiş bir suçtan ve aynı dosyadan ikinci defa yargılanacaktı!
Bunlar da adli hayatın normal işleyişinde görülmemiş, yine “tuhaf”tır ve ölçüsüz “yargısal aktivizm”dir.
OLDU BİTTİ Mİ?
Bu arada Kavala AYM’ye gitti. AYM, 7’ye karşı 8 oyla Kavala’nın başvurusunu reddetti. (29 Aralık 2020) AYM’nin 7 üyesi ve bu arada Başkan Zühtü Arslan, yazdığı uzun ve ayrıntılı muhalefet şerhinde, bırakın mahkumiyeti, tutuklama için bile delil olmadığı yazdılar. Zühtü Arslan “soyut ve genel suçlamalarla değil, somut bilgi, belge ve olgulara dayanılarak gösterilmesi gerekir” diyor, somut delil olmadığını vurguluyordu. (B. No: 2020/13893)
AİHM’nin Kavala hakkında “adil yargılanma hakkı ihlal edildi” kararı vermesindeki temel sebep de aynıdır: “Cebir ve şiddet” delili sayılabilecek hiçbir delil yok…
Bırakın kesin delili, tutuklama gerektirecek “şüphe sebebi” bile bulunmayan bir dosyada böyle şiddetli cezalar verildi.
Yargıtay’ın son onama kararında deniliyor ki:
“Gezi Parkı eylemlerine katılan eylemcilerin ihtiyaçlarının önemli bir kısmının sanığa (Kavala’ya) iletilerek giderildiği, gerek Türkiye’de gerekse yurtdışında Gezi Parkı olaylarına olan ilgiyi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yönelik baskıları artırmak maksadıyla belgesel, film ve sergi gibi her türlü görsel yayın yöntemlerinin kullanılması…” (Sf.50)
İhtiyaçlar dediği “çörek börek, su” ve lafı edilip sağlanamayan “gaz maskesi” gibi şeyler.
Darbe suçu için gerekli olan “cebir ve şiddet”in delili olabilecek “silah, bomba, molotof” gibi şiddet araçları ve bunların kullanılması için verilen emirler… Yok… Kesinlikle yok… Ama varmış gibi hüküm verildi.
Adil yargılanma hakkı – Taha Akyol (karar.com)