Abidin Uyar Yazdı; “Din ve dindar …”

30.12.2025
16
A+
A-
13.YÜZ YILDA Fransa’nın güneyinde ” cathar” adı verilen bir tarikat ortaya çıkar. Bu tarikat Kilisenin Tanrı ile kul arasındaki aracılığı ret ediyorlardı.
o nedenle kilisenin yolsuzluklarına savaş açtı. Papa 3.ünnocent “cathar” tarikatına haçlı seferi düzenler.
Fransa’nın Beziers şehrine gelen papa şatodaki 500 tarikat mensubunun teslim edilmesini ister.
Ancak şehir halkı buna karşı çıkınca büyük bir katliam başlar.
Papa askerlere herkesin öldürülmesi için talimat verince askerlerden biri ona şunu sorar.
Peki ama günah işlemiş ile işlememişi nasıl ayırt edeceğiz.
papa 3.Ünnocent şu ünlü cevabı verir..
“hepsini öldürün Tanrı günahsızları ayırır..”
Din adına konuşan daima din adamıdır.
Bizim içinde bulunduğumuz kültürde  farklı değildir.
 
 Gençlik yıllarımda içinde bulunduğum arkadaş grupları ile bu konuları çokça konuşurduk. Bilhassa muhafazakar dindar kesimin ağabeyleri, üstatları mütefekkirleri o kadar çoktu ki bireyin kendisi okumak, araştırmak yerine sözlü kültürle bilgilenmek, sohbet halkalarına katılmak, vaaz ve nasihat dinlemek  çok cazip gelirdi.
Fakat sonra değişim sosyolojisi ile  evlerimizin içine kadar giren internet sayesinde inanılmaz bilgi akışı oldu … Akademik sunumlara tanık olduk.
Meraklısı için bilgi denilen ürünün elde edildiği kaynaklar gelişti…
Klasik dini düşünce ise aynı yerde kaldı …
Klasik ilahiyatçının bir çoğu  bilgisinin  epistemik temelini merak bile etmedi…    
Meşhûrâttan olan bilgiyi aktardılar, cedel dediğimiz diyalog yolunu tercih ettiler .
CEDEL;
Mantıkta cedel, “meşhur olan (meşhûrât) ve doğru kabul edilen (müsellemât) öncüllerden oluşmuş kıyas” demektir.
Fakat buna rağmen tanıdığım çok az sayıdaki kendini yetiştirmiş ilahiyatçı neyi bilebilirim, ne kadarını bilebilirim ve bildiğimden ne kadar emin olabilirim diye  soruyor .
Sayıları azda olsa kurumsal dininin şablonuna uymayan ilahiyatçılarda var …
BİLGİ NEDİR?
Temellendirilmiş doğru önermeye taalluk eden kesin inançtır diye tanımlanıyor .
Bilgi ile inanç arasında hiç şüphesiz dikotomik bir ilişki vardır.
Ancak inancınızın dayandığı epistemik temel varsa bunu kanıtlıya biliyorsanız o inanç bilgiye dönüşmüştür.
Örneğin mavi boncuğun beni kazadan beladan koruduğuna inanabilirim.
Ancak bunun bilgiye dönüşmesi için bunu temellendirmem gerekir.
Yoksa sadece inanç olarak kalır.
Temellendirilmemiş inancın zaten kanıta ihtiyacı yoktur.
  
İşte klasik İlahiyatçı ile ayrıldığım nokta burasıdır…
Bir akademisyen inandığı şeyi temellendiremiyorsa o sadece inanç tır.
 Ve bilginin konusu değildir.
Onun üzerine bilgi oluşturamazsanız.
Yani baştan inandığınız bir şey olabilir.
Fakat bu inancınızı temellendiremiyorsanız onun üzerine bilgi inşa edemezsiniz.
Her dinin ilahiyatçısının bir inancı vardır.
 Hıristiyan din adamının da inancı olabilir…
O da HZ İsa için Tanrın oğludur diyebilir. 
Buna iman edebilir .
Fakat iman bilginin konusu değildir .
 
HAKİKAT ARAYIŞI SORU SORMAKLA BAŞLAR …
 
Bu kadar çok cami, kuran kursları, hafızlık eğitimi, diyanetin devasa kadrosuna ve bütçesine rağmen bu gün hala  neden deist, agnostik, ateist sayısı her geçen gün artıyor diyoruz.
 
Veya kendine dindar diyen muktedirin  uygulamalarına baktığımızda başta adalet, nepotizm, emanetin ehline verilmesi, halkın parası ile şatafatlı yaşamı, lüks hayatı bu “din” neden engel olamıyor diyoruz.
Sorun nerede?
Teorik aklın dinle problemi yok …
Fakat pratik akıl(zeka) dini kendi çıkarları için kullanıyor …
 
 İKTİDARLAR İTİKATLAŞIRSA DİNDARLAR İKTİDARLARIN YAPTIĞI HER KÖTÜ FİİLİ DESTEKLER … 
 Şule Demirtaş’ın Karardaki yazısındaki şu tespitlere katılmamak mümkün değil.
Dindar sayındaki artış itikatta mıydı yoksa imanda mıydı?
“ Bu yüzden bu türden bir iman haksızlık karşısında susar, iktidarın diliyle konuşur ve son derece rahattır. Güçten yana durmak basiret sayılır. Ortaya çıkan dindarlık itiraz etmez, çünkü itiraz risklidir. Bedel de ödemez. Adalet talep etmez, çünkü adalet düzeni bozabilir. Sonunda her şeye dair sözü olan ama hiçbir şeye dair sorumluluk almayan bir profil ortaya çıkar.”
  
Her ne kadar hikaye Hristiyan dünyası için kurgulanmış olsa da İslam’ın başına gelen de budur.
Ve dindarlar şu soruyu sorsunlar hikayenin kahramanı HZ İsa’ değil de
HZ .Muhammet (peygamberimiz) olsaydı  acaba farklı bir sonuç mu yaşanacaktı? 
 
 Dostoyevski’ Karamazov Kardeşler
Hikayede “Hz. İsa, yeryüzüne, İspanya’ya iner. insanların içinde dolaşmaya başlar. İnsanlar onu tanır, derin sevgi ve saygıyla karşılar, dua eder. Bir gün, Sevila katedralinin önünde, gözü yaşlı bir annenin kızını diriltir,
Katedralin engizisyoncu kardinali, olanlara şahit olur, muhafızlarına İsa’yı yakalamalarını emreder. Ve tutuklanıp hapse atılır .
Hapiste ona evet sen HZ isa’ sın der ama bizim halka anlattığımız HZ İsa ve Hristiyanlık bambaşkadır. Senin bizim anlattığımız HZ İsa’yı ve Hıristiyanlığı yıkmana izin veremem der…
 

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.