Ahlakın ve utanmanın din ve dindarlıkla ilişkisi var mıdır?
Hadis alimi ve çok istifade ettiğim Prof ;Hayri Kırbaşoğlu hocam bir fıkra anlatmış.
Sanırım bazı şeyler fıkra ile , metaforlarla ,ironi ile daha iyi anlatılır …
“ Bir Erzurum fıkrası var orada kendisinin hakkını yiyen ahlaksız vicdansız Müslümanlardan illallah eden çoban der ki: “Ben tek bir Müslümanbilirim o da ALLAH’TIR, ama onu da görmemişem!”
Sadece bir merak …
Utanmamanın muhakkak bir sosyolojisi vardır diye düşünüyorum .
Bir toplumda utanmayanları sayısı artınca o toplumda neler olur?
-Oportünist dindar çıkar …
-O dindar her kötülüğü destekler.
-Hiçbir ayet onu adaletli olmaya sevk edemez.
-Allahtan korkmadığı için zaten peygamberde de utanmaz…
-Utanmayan politika yapıcısı çıkar…
-O politika yapıcısı hukuku yozlaştırır…
-Kamu kaynaklarını ailesine akrabasına eşine dostuna dağıtır…
-Yozlaşmış hukuk sayesinde toplumda rant arayışları ve çıkar çatışmaları olur…
-Yozlaşmış hukuk sayesinde çıkar gurupları lehlerine kararlar ve uygulamalar ile rant elde edilir.
– SONUNDA SUÇU DENETİM ALTINA ALARAK AZALTILMASI BEKLENEN HUKUKUN KENDİSİ CEZALANDIRILMASI GEREKEN KÖTÜLÜKLERİN KAYNAĞI HALİNE GELİR …( Claude Frédéric Bastiat)
((imar affı hukuk yolu ile usulsüzlüğü, yolsuzluğu aklama aracıdır)
Utanmayan toplumda bunlar gizli olmaz .
Utanmak nasıl olur?
Utanmak için bir başka gözün sizi izlemesi gerekir.
Sizin de o göz tarafından yakalandığınızı anlamanız lazım .
Yani utanmak için yaptığınız çirkin bir işin ortaya çıkması, başkaları tarafından da bilinir olması gerekir.
Prof:Ali Osman Gündoğan bu durumu harika anlatır .
O şöyle der ;
Görmek ve görülmek, utanmaya vesile oluyorsa bu durumda görülmek, başkası gözünde, kendi kendini görmek de kendi gözünde değerin düşmesi anlamına gelir. Çünkü hem kendisine hem de başkasına ait olan mahremiyetin ifşası, başkasına haram olanın başkası tarafından paylaşılması, bilinmesi ve hatta sahip olunması denilen bir durum ortaya çıkmıştır.
https://www.gazetedurum.com.tr/gundem/utanmazligin-kisa-tarihi–9000
Utanmak çok önemli bir davranıştır…
Bir politika yapıcısı düşünün…
Sabıka kaydı tavan yapmış …
Mafya ile sıkı fıkı,
Yolsuzluk, şikeli ihale, İmar rantı kamu kaynaklarını akrabasına dağıtması ve bunun gibi bir çok ahlaksız işe bulaşmış …
Ve toplum tarafından biliniyor…
Her gün videoları ,mağdurların itirafları saçılıyor…
Fakat o hiç utanmıyor …
Partisi de utanmıyor …
Onu en önemli görevlere getiriyor …
Sosyal statünün gizlediği utanmazlık …
Toplumda sosyal statüler vardır
İstikbal vaat eden bir partide görev almakla veya bir dernek veya bir meslek örgütünde bu gerçekleşebilir.
Bir insan düşünün …
Çok zengin ama o zenginlik onu mutlu etmiyor …
Çok iyi bir mesleği var ama o meslek de mutlu etmiyor …
Toplumda tanınmak istiyor …
Onu vali ,savcı, hakim, polis ve herkes tanımalı ve saygı göstermeli …
O her gün takım elbise ile dolaşmalı…
Fakat bunların olması için etkili bir siyasi partide, bir dernekte bir meslek örgütünde muhakkak baş rol oyması gerekli…
Aslında her şeyi biliyor.
Her şeyin farkında …
Bulunduğu camiadaki adamlarda ahlaken çok sabıkalı …
O camiadaki adamlar la dolaşmak bile utanılacak bir şey ..
Fakat o; o fotoğraf karesinde gözükmek istiyor…
Çünkü o sosyal statüyü muhakkak elde etmesi lazım.
Fakat başkaları tarafından izleniyor …
Bunu biliyor …
Utanmanın ikili yapısı…
Başlık bana ait değil.
Ali Osman Gündoğan hocamız bir felsefe profesörüdür .
Onun harika makalesinden alıntıdır, linkini yukarıda verdim …
Şöyle diyor ;
“Utanmanın ikili bir yapısıyla karşı karşıyayız. Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’te verdiği örnek de oldukça ilginçtir ve bu örnekte ikili bir durumu tespit ederiz. Bir anahtar deliğinden içeriyi gözetleyen kişi, bütün bilincini gözetlediği odaya yöneltmiştir. Gizli bir iş yapmaktadır. Bilinç, kendinden çıkmış başka bir duruma odaklanmıştır. Bu arada koridorun başında bir ayak sesi işitir. Başkası tarafından görülmeye başlayan gözetleyici, başkasının mevcudiyeti ile kendine döner. Bu noktada, fiilinden dolayı utanma başlar. Başkası tarafından görülmüş olmak, kendisinden uzaklaşmış olanı kendisine döndürür ve bu dönüş ile kişi kendisini tanır. “
Tek kişilik ahlak mümkün mü ?
Ahlak kalabalıkta ortaya çıkar.
Ötekinin olduğu yerde ahlaka ihtiyaç vardır .
Doğa durumunda ahlaka ihtiyacınız olmaz…
Her şey herkesindir.
Ağaç, av hayvanı…
Robinson Crusoe için ahlak gerekli miydi?
Yalanı yalnız başınıza iken kime söyleyeceksiniz?
Mesela sahtekarlığı yolsuzluğu tek başınıza dağ başında nasıl yaparsınız ki?
Hırsızlık için özel mülkiyet olmalı…
Veya kamu kaynağı olmalı o da ancak bir toplum içinde mümkün .
Ahlak şehirde gerekli …
Ahlak felsefesi de şehirde gelişmiştir.
Filozof, peygamber, şair, sanatçı şehirden çıkar…
Din şehirde taraftar bulur ve yayılır.
Sanat edebiyat, felsefe ,meslek şehirde oluşur.
Kent, site, polis, medine, şehir hep aynı anlamda dır.
Ahlak ve ahlakçılık
Herkes neden ahlakı ötekinde arıyor ?
Ben şahsen dindarın mütefekkir dediği adamdan çok uzak dururum.
Çünkü;
“Öznenin kendini dâhil etmediği bir dünya için nesnel bir yargıda bulunmasının bizatihi kendisinin ahlaksızlık içermesidir asıl mesele “Besim Dellaoğlu
Dindarın mütefekkir dediği adam sürekli ötekine ne yapması gerektiğini söyler.
Özne olarak kendini dahil etmez.
Mesela cami imamı, müftü vaaz memuru cemaatten yapımı devam etmekte olan kuran kursu veya camia inşaatı için her cuma para ister.
Ama kendi hiç vermez .
Ahlakçı ;sürekli nesnel yargı da bulunur .
Ütopik hayalleri sürekli seslendirir.
Edindiği dava ile kariyer yapar.
Kapısının önünde yığınla çöp vardır .
Ama o başkasının kapısının önünün deki çöpün kaldırılması için mücadelesini verir .
Ahlakçılık nedir?
Prof ;Besim Delaloğlu şöyle tanımlar .
“Ahlakçılık başkalarının olmasını istediğimiz haldir ve toplumsal iktidar ağından beslenir. Ahlakçılık çoğu zaman çoğunluğun azınlığa olan baskısıdır. İşte tam da bu nedenle ahlakçılık aslında ahlak-sızlıktır.”
Yalan söylemek birey için ahlaksızlıktır. İktidarlar için ise meşruiyet aracıdır.
İktidarların yalana ihtiyacı vardır…
“1967 yılında ABD Savunma Bakanı Robert S. McNamara’nın talebiyle, ABD’nin Vietnam Savaşı boyunca karar alma süreçlerini belirleyen belgeler toplanmaya başlanır. 47 cilt tutan Pentagon Belgeleri, 1971 yılında, savaşın en kızgın anında, New York Times tarafından yayınlanınca büyük bir gürültü kopar. Çünkü belgeler, savaş boyunca kamuoyunu kandırmak için sistematik ve yaygın olarak yalana başvurulduğunu ortaya çıkarır.
Yalan, iktidar mekanizmasının her kademesindedir. ‘Arama ve imha harekâtları” ile ilgili verilen ceset sayıları düzmecedir. Hava kuvvetlerinin hasar tespit raporları, gerçekleri çarpıtmaktadır. “
“Yalanlar çoğu zaman gerçeklikten çok daha makul, akla çok daha yatkındır, çünkü yalancı, izleyenin ne duymak istediğini ya da nasıl bir beklenti içinde olduğunu bilmenin sağladığı büyük bir avantaja sahiptir. Yalancı, toplumun tüketimine sunacağı hikâyesini hazırlarken, hikâyesinin inandırıcı olmasına özellikle dikkat etmiştir. Oysa gerçekliğin bizi hiç ummadığımız şeylerle karşılaştırmak gibi rahatsız edici bir alışkanlığı vardır ve biz her seferinde buna hazırlıksız yakalanırız.” (s. 15)
Alıntı ;Vahap Çoşkun
Siyasette Yalan – VAHAP COŞKUN (perspektif.online)
Sonuç yerine ;
Mantığını kullanmayı reddeden biri ile tartışmaya girmek ,bir cesede ilaç tavsiye uygulamaya benzer Thomas Paine