“Allah isterse her şeyi yapar mı?(2)” Abidin Uyar yazdı

“Allah isterse her şeyi yapar mı?(2)” Abidin Uyar yazdı

Geçen haftaki yazımda nedensellik ilkesinden bahsetmiştim.

Aslında bu ilkeyi teorik akıl bilir.

Din ;varlık alanında sonlu varlık olarak insanı, birde fail neden olarak sonsuz varlık olarak Tanrı olduğunu söyler demiştim.

Bilimin paradigması ise farklı dır.

Bu bilimin konusu değildir.

          Bizim itikadımızı şekillendiren Eşar’i kelamıdır(teolojisi). 

 

Kader inancımızdaki sabitelerini(alın yazısı) bu akide belirler.

Onun için bir yandan Allah insana sorumluluk yüklemiştir derken, öbür taraftan kader doktrini ile Allah bir de alın yazı ile her yarattığı insanın alnına ezelden yazgısını yazmıştır o değişmez diyerek kendi ile çelişkiye düşün bir Tanrı tasavvuru ortaya çıkartmışızdır.

  

Bugün ülkemizin en büyük sorunu bu inançtır.

Bu kabul edişe göre her şeyin faili Allah’tır.

Allah istemezse yaprak kıpırdamaz.

Dolar onun için yükselir.

Enflasyon ve fiyatları Allah belirler.

Hukuksuzluk, adaletsizlik, nepotizm, mafyalaşma , imar rantı, şikeli ihaleler Allah istemezse olmaz.

Bu çarpık inanç, iktidarları itikatlaştıran dindar seçmeni  var etmiştir.

İktidar İTİKAT haline gelmişse ,yapılan hiç bir hatadan kulun sorumluluğu yoktur.

Çünkü nedensellik yoktur …

Gazzali  mucizeyi gerekçelendirmek için nedenselliği yok saymış, yadsımıştır.

İbn Rüşd ise nedenselliğin yadsınmasını ,yok sayılması ve inkar edilmesini , doğal düzeni ve bilgiyi inkar etmek, yok saymak anlamına geldiğini ifade etmiştir. Hatta nedenselliğin yadsınması ,inkârı bir tür safsatadır…

  

 

Bir felsefi çözümleme olarak vahiy, hitap, söz,Kuran / yazı, metin, Mushaf diyalektiği  

İktidar İslamcılığı ile dindar seçmen arasındaki inanç birlikteliğinin arka planında İslam itikadının biz de nasıl oluştuğu   çok önemlidir.

İnanç bireyin kültürel terkibinde bulunan asli dokudur.

Bu inkâr edilemez.

           Muhafazakar seçmen derin analizler yapamaz.  

O sadece ritüele bakar .

İçki içen ile namaz kılan tek ölçüdür onun için.

Kötü yönetim, ahbap çavuş kapitalizmi, imar rantı, şikeli ihaleler ,kamu kaynakların gösterişli tüketime kurban edilmesi, bir Cuma namazına 60 lüks konvoyla giden politika yapıcısı onun gözünde eleştiri konusu değildir.

Ve iktidarı itikatlaştırdığı için bu çirkin  işlerin her birinin  tek tek KURANDA yazılı haram, fahşa, olmaması sebebi ile pratik akıl ile (a-priori) bunların Allah’ın tel ‘in ettiği kötülükler  olarak görmez.

O zihninde yerleşmiş kavramlardan sadece  aksiyomatik olanlarının (ör; faiz, baş örtüsü, içki, namaz vs gibi )onda yarattığı bilinç ile    düşünür. Bu bilinç ise öz bilinç değildir. (öz bilinç kendini tanıma ve kendi olarak mezheplerden veya kalabalıktan bağımsız düşünme yetisi )

 O sadece iktidarı itikat haline getirir ve onu ibadet aşkıyla destekler.

Tabi burada samimi olanları kadar sınıf çıkarları ile uyumlu ve kötülükleri destekleyen ayrı bir dindar kapitalist sınıf da vardır.

Mesela bu grup faize bulaşmadığı ile övünür ama Amerikan merkez bankasına faizsiz borç verdiği senyoraj gelirini hiç akletmez.

Çünkü sürekli elinde TL  tutmaz Dolar tutar.

Kültürel muhafazakarlık böyledir.

              Fakat ortada duran asıl sorun…   

Konu İslam dini olunca ;aslında biz her ne kadar Kurana ve vahye inandık ve iman ettik diyorsak ta bizim imanımızı ve inancımız   oluşturan bilgi vahiy değil dir.

İçinde kendimizi istem dışı bulduğumuz mezhebi görüştür, kelamdır, fıkıhtır, hadistir ,ilmihaldir…

Çünkü biz vahye tanık olmadık .

Peygamberi hiç tanımadık.

Bundan dolayı de biz hitaba (söze) tanık  olmadık…

Bizim tanıklığımız İdrak-i akıl yolu ile mesajadır(bize rivayet yolu ile gelen yazılı metinler)

             İbn sina düşüncesinde idrakin 4 hali. 

Şu anda açıklayamıyorum.

Çünkü yazı daha da uzayacak…

Hem de asla hakaret ,aşağılama değil lakin  dindar bilincin biraz olsun felsefi alt yapısı olması gerekir.

Yani idrakimiz yazılı metin ile oluşmuştur…

Oysa biliyoruz ki Kuranın bahsettiği

“kitap”; halkın bu gün imgesel olarak anladığı ,kağıttan, mürekkepten ,yazıdan ve matbaadan veya elden çıkmış beşeri bir alet olan kalem ile yazılmış metin değildir.

O yazılı bir metin değildir.

KİTAP; Allahın katında bulunan ,herhangi bir dile, herhangi bir harfe ,herhangi bir tümceye karşılık gelmeyen soyut vahiy külliyatının adıdır .

El-Kitap. Bu kitabın harfi, sesi yoktur. Prof.Mustafa Öztürk

Onun için bu çalışmaya iki kapak arasına alınmış Mushaf denilmekte…

İnen vahiy ise bir metindir ancak o bir yazılı metin değildir.

O sözlü bir metindir.

Özelliği göze değil kulağa hitap etmesidir.

İlahi hitap şöyle der ;

“Ama Biz, sana, [ey peygamber,] yazılı bir metin göndermiş olsaydık ve ona kendi elleriyle dokunmuş olsalardı bile hakikati inkara şartlanmış olanlar, kesinlikle, “Bu açıkça, aldatmacadan başka bir şey değil!” derlerdi. Enam 7 

Bu ayetten anlaşıldığı gibi Allah yazılı bir kitap değil sözlü bir metin yollamıştır.

Maalesef din görevlilerin çoğu  söz ile yazı arasındaki  diyalektik ilişkiyi  bilmemekte …

Yazı ile söz arasında diyalektik bir ilişki vardır.

Örneğin;

Şu anda siz benim yazdığıma tanık oldunuz.

Oysa bunu bir salonda canlı hazır kalabalık karşısında sözlü izah etseydim, sizin tanıklığınız eş zamanlı olarak  mekana (salona )tarihe (konuşmanın yapıldığı günün tarihine ),zamana(konuşmanın yapıldığı saat) ve benim beden dilime, maddi görünüşüme ve beraberce toplum olarak bu çağda ve kullandığımız kelimelere olacaktı.

Beni görmüş olacaktınız .

Sesimi duymuş olacaktınız

Ve bana canlı olarak sorular soracak ,benden gene canlı muhatap olarak cevaplarını alacaktınız.

Yani sözlü anlatımda anlatan ve muhatap arasındaki ilişki İnteraktiftir(canlı) .

Derste konuyu anlatan öğretmen ile öğrenci ilişkisi gibi.

Ancak benim yazdığım bu metin elinize  1400 yıl sonra geçtiğini  bir an için farz edelim.

Bu ilişkide;

Önce metin ile okur baş başa dır.

Oysa yukarıda bahsettiğim sözlü ilişkide muhatapların ikisi de canlı ve interaktif(dinamik)dir.

Fakat yazı ile okur buluştuğunda, okur canlı ,metin ise cansız(statik) sözcüklerden oluşmuştur.

          Sokrates’in dediği  gibi ;

“Yazılı sözcükler canlı gibi durur oysa siz onlara asırladır ne sorarsanız sorun o hep aynı cevabı verir.” 

 

Bir başka önemli faktör;

Metin ile okur buluştuğunda ,artık olay bitmiş, zaman ,mekan , tarih ve aktörler ortadan kalkmıştır.

Biz metin deki olayın ne zamanına, ne tarihine, ne aktörüne tanık olmamışızdır.

Bir örnek vereyim.

Abese suresinden;

Kendisine o âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. “1-2”.. 

Metni okuyan muhakkak şu soruları soracaktır. 

Kim o âmâ? 

Nerede oldu bu olay? 

O âmâ’nın ismi nedir? 

O olay olduğunda kimler vardı orada? 

O olaya tanık olanların isimleri nelerdir? 

Biz bunların hiçbirini 1400 yıl sonra  Mushaf’tan öğrenemeyiz. 

Bu bilgiler için muhakkak bize birde SİYER bilgisi gereklidir. 

Yani Mushaf tek başına bize yetmez. 

Biz SİYER bilgisinden konuyu biraz olsun anlar ve öğrenir zihnimizde 1400 yıl evvel olmuş olayı İMGE düzeyinde canlandırırız. 

Fakat nesneler dünyasında insan kategorisinde olan her bir birey, bu olayı öznel ve kendine özgü  olarak  canlandırır zihninde. 

   

Biz O âmâ nı adının “Abdullah bin Ümmü  Mektum”,olduğunu metinden (mushaftan )öğrenmedik.

Çünkü orada bu bilgi yok .

Oysa bu olaya tanık olmuş, yani vahiy geldiğinde orada peygamber Mekke oligarşisine dini tebliğ ederken orada bulunan bu olaya bizzat tanık olmuş insanlar vardı.

Bu insanlar ;”evet  ayette anlatılan olayı biz çok iyi biliyoruz çünkü oradaydık, orada falanca falan da vardı. Falanca şöyle bacakların kıvırmış oturuyordu. Mekke oligarşisinde şu isimler  vardı.

O sırada  kapıdan içeri o âma” girmişti .

Bizler O adamı biliyor ve tanıyorduk derler.                

 İşte ibn Sina bu idrak haline idrak-i hissi der . 

Yani duyusal idrak  

Bizimkisi ise tamamen akl-i dir. 

 

             Bizim durumumuz şudur… 

Okur ve metin baş başa kaldığında artık olayı öğrenmek zorlaşacak  ve işin içine okur faktörü girecek .

Yazıdan her zeka, her mizaç her kültür ,(şia ,selefiler, maturidiler, eşariler,hariciler ,mutezile,tarikatler ) farklı yorum çıkartacak .

Bu yazının kaderidir.

Kavramlar, kelimeler devreye girecek, onlar yüzyıllar içinde anlam kaybına, anlam daralmasına veya anlam genişlemesine uğrayacaklardır.

Çünkü yazının olduğu yerde yorum olacaktır.

Oysa ;söze /hitaba tanık olan o ilk çekirdek kitle mesela HZ Aişe , Hz. Hatice , Hz Ömer ,HZ Ali için böyle bir şey söz konusu değil.

İşte Allah’ın BU MÜBİN APACIK kitap/HİTAP /SÖZ  dediği budur.

Bu apaçıklık  söz yazıya geçtiğinde ortadan kalkar ,muhakkak  tefsire, yoruma  ihtiyaç duyarsınız .

Fakat o zamanda mono blok tek parça düşünce ortaya çıkmaz.

Bu  gün bile bir tefsircinin anladığı ve yorumladığı ayeti başka meslektaşı veya başka mezhepten olan başka türlü yorumlayabiliyor.

Oysa ,ilk çekirdek Müslümanın ne tefsire ne fıkıh, ne kelam ilmine ihtiyaçları yoktu .

Zaten bilmiyorlardı da .

Bu ilimlerin ortaya çıkışı bir zorunluluktu.

Bunu için meraklısına(!) bir çalışma tavsiye edebilirim.

Prof Ahmet Keleş hocanın emek mahsulü akademik dersleri.

Temel İslami ilimlerde anlam sorunu…

Temel İslâmî İlimlerde Anlam Sorunu 1 Prof. Dr. Ahmet KELEŞ – YouTube

Temel İslâmî İlimlerde Anlam Sorunu 2 Prof. Dr. Ahmet KELEŞ – YouTube

Onun için çok açıktır ki felsefi  alt  yapısı olmayan din  görevlisi cemaate  hiçbir şey anlatamaz.

 Biz vahye her ne kadar iman ettik ve inandık desek te, aslında bizim inancımızı  şekilendiren, beynimizi şartlandıran, bize DİN BUDUR diyen İslam düşünce sitemleridir.

Yani bu disiplinlerin Fıkıh,hadis ,tefsir ilminin Kurandan anladığı ve

MUTLAKLAŞTIRDIRAK bize anlattığıdır.

Oysa MUTLAK(eksiksiz ve hiçbir şeye ihtiyacı olmayan) olan Allah tır .

Onun hitabını anlamaya çalışan alim ise MUKAYYET (yani eksikli ve bir şeyi anlamak için başka bir şeye ihtiyacı olan )varlıktır.

Bizi de itikat olarak bizi şekillendiren inanç olarak bizim vahyin görüşü olarak kabul ettiğimiz aslında beyan(kelam /teoloji) aklı dır.

Yani Eşari kelamıdır.

Devam edeceğim…

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ ; “BURSA OVASI DA, SANAYİSİ DE TÜM DEĞERLERİ DE SAHİPSİZ DEĞİLDİR” – Atatürkçü Düşünce Derneği Orhangazi Şubesi: […] ADD Bursa’dan ‘Soğuksu’ tepkisi: Değerlerimizi yok etmenize
2024-05-05 12:22:30