“Allah isterse her şeyi yapar mı (3)” Abidin Uyar yazdı

“Allah isterse her şeyi yapar mı (3)” Abidin Uyar yazdı

İki haftadır uzunca iki yazı yazdım.

     Bir sorunun cevabını arıyordum.

                          Allah isterse her şeyi yapar mı? 

    Ve itikadımızın omurgası olan kader doktrinin mimarı  Eşari ve Gazali den bahsetmiştim.

    Gazali  İslam düşünce sistemleri içinde Burhan’i yol olan felsefeye savaş açmış ve İslam dünyasında galip gelmişti.

Fakat bu galibiyetin de faturası ağır olmuştur.

Çünkü nedensellik ilkesi kalkınca fail neden olarak her şey Allaha bırakılmış bilime de ihtiyaç kalmamıştı.

Ancak bu tez beraberinde birçok sorunu da getiriyordu.

Mesela Müslümanların bilimde, sanatta , iktisadi alanda ,yönetim tekniği olarak   otoriter ve totaliter rejimlerle  dünyanı en gerisine düşmesi Allah’ın istemesi ile mi olmuştu?

Veya evet denilirse Allah böyle bir şeyi neden istemiş olabilirdi ki ?

Gazali Allah isterse ateş pamuğu yakmaz derken gayet ikna edici bir sav ileri sürmüştü r.

Lakin Allah’ın yasaları da ters yüz olmuştu…

Çünkü Allah isterse ve yasalarını değiştirirse her şeyi yapardı.

Fakat buda özdeşlik ilkesine ters düşmekti.

Özdeşlik ilkesi içinde muhakkak çelişmezlik ilkesini de barındırır.

Allah’ın sözü yalnız gene Allah’ın sözü ile özdeş dir.

Onun için sözün de çelişme olmaz.

“Allah’ın sözlerini değiştirebilecek hiçbir kuvvet Yoktur.”  (Enam, 6/34)

“Allah’ın sözlerinde asla bir değişme yoktur.” (Yunus, 10/64)

Buradaki söz ,Allah’ın yasası ve kanunlarında anlamındadır.

Yoksa vahiy değil dir.

Vahiy nedensellik üzerine inmiştir.

Onun için Mekki surelerin nedenleri ile medeni surelerin nedeni çok farklıdır.

İlahi hitap mekkede ki topluma başka medinedeki topluma başka hitap eder.

Çünkü toplum değişim yasalarına tabidir.

Dinamiktir.

Hukukta dinamik olmak zorundadır.

Toplum değişir hukuk değişmezse hukuk topluma hiçbir şey veremez.

Burada klasik ilahiyatçı akademisyeninden, din görevlisine kadar şeriatın yani hukukun da sabit olduğunu iddia eder.

Oysa evrensel olan dindir o sabittir.

Ancak şeriat yani yasalar/hukuk evrensel olamaz

.O dinamiktir.

 Tarihseldir.

Fakat dindar bilinç öyle bir iddiada bulunur ki Kuranın hem sabitelerini hem dinamik değişkenlerini aynı sepete koyar.

Öyle olunca da elimizde yazıya geçmiş Mushaf’ta birçok çelişki gibi gözüken şeyler ortaya çıkar.

(Bu çelişki gibi gözüken şeyleri bir bir ortaya koyabilirim. Buna geçen yazımda bahsettim vahiy-söz-hitap ile Mushaf-metin-yazı- arasındaki çatışma .

Vahiyde çelişki yoktur, ancak metinde okura çelişki gibi gelen birçok unsur vardır.

                        Bir araştırma ve düşündürdükleri  

George Washington Üniversitesi’nden  iki  akademisyen Şeherazade Rahman ve Hüseyin Askari 2010 yılında “İslam Ülkeleri Ne Kadar İslami?” başlıklı bir araştırma yayımladılar.

Araştırmada İslam İş birliği Teşkilatı’na üye olan ülkelerin İslami öğretilerle uygun politikalar izleyip izlemediklerini bulmaya çalıştılar.

Daha sonra bu çalışmayı her yıl yaparak ve Müslüman olmayan ülkeleri de araştırmaya dahil ederek İslamilik Endeksi’ni açıklamaya başladılar.

Ve en son İslamilik Endeksi’nin 2018 yılı listesi açıklandığında (benim bildiğim bu tarih yenisi açıklandı mı bilmiyorum)

Dereceye giren ülkeler şöyleydi

. 2018 İSLAMİLİK ENDEKSİ

1 – Yeni Zelanda

2- İsveç

3- Hollanda

4- İzlanda

5- İsviçre

6- İrlanda

7- Danimarka

8- Kanada

9- Avustralya

10- Norveç

İlk 50’de sadece 4 Müslüman ülke var

Bu neden böyle olmuştu?

Allah’ın Müslümanlara bir garazı mı   vardı?

              Komplo teorilerine baş vuran çoğunluk mesele çok basittir .

Yahudilerin, masonların ,emperyalistlerin hep parmağı vardır da ondan der çıkar işin içinden.

Mesela Osmanlı neden parçalanmıştır sorusuna ham Osmanlıcı hemen batı der.

Oysa iktisat tarihçiliği açısından bunun bilimsel nedenlerini rahmetli Mehmet Genç hocam açıklar.

O Osmanlı iktisadı konusunda ülkenin bir numaralı beynidir.

Mesela ;Rahmetli İdris Küçük Ömer batılılaşma ve düzeninin yabancılaşması adlı çalışması .

Fakat bizim şehirlimizde okumaz, köylümüzde okumaz.

Komplo teorileri kapalı toplumlarda ilaç gibidir.

Çünkü bunun alıcısı çoktur ve soru sormaz .

Teoriyi süreninde ispat zorunluluğu yoktur.

Onlar genel kanılardır.

Genel kanılar çürütülemez.

Peki Türkiye kaçıncı sırada?

Türkiye genel endekste 95. olarak listede yer alıyor.

                    Soru sormak düşünmenin ürünüdür?

Düşünmek ise aklın yetisidir.

Her düşünme, hareketinde başlangıcıdır.

Bizler harekete karar verdiğimizde düşünme başlamıştır.

Koltuktan kalmanız bir harekettir.

Bunun başlangıcı da düşünmedir.

Düşünüp koltuktan kalkmaya karar verdiğiniz de ortaya çıkan hareketin başlangıcı düşüncedir.

Karar verdiğinizde düşünce başlamıştır.

                 Prof. İhsan Fazlı oğlu;

Ni­te­lik­li bir he­sap­laş­ma­ya” ge­lin­ce, di­ye­bi­li­riz ki “Bil­gi’ye sor­mak­la baş­lar”; çün­kü “Sor­mak, ak­lın din­dar­lı­ğı­dır”… 

Peki dindar bilinç düşünmez derken neyi kast ediyorum?

Mesela şöyle bir dua ettirir din adamı …

Allah’ım Kebede edilen ve kabul olunun duaların hürmetine dualarımızı kabul et.

Müslümanları bu zelil durumdan kurtar.

Bu dua düşünme sonrası edilmiştir.

Fakat bu asıl düşünme değildir.

Henüz akıl devrede değildir.

Bir ezber cümle Eşari kaderciliği ile topu Allaha atıp kendi sorumluluk almadan koca bir kitleye âmin dedirtmiştir.

Akıl bu düşünceyi bir daha düşündüğünde şöyle bir sonuca varır.

“Peki asırlardır böyle dua ettirdi bu imamlar ve Allah neden bu duaları kabul etmedi.”

İşte bu felsefi düşüncedir.(Self Refleksiyon)

Demek ki bu duanın kabulü mekanik bir tasarım değil.

Allah senin emrindeki emir erin   hiç değildir.

Çünkü bunun tabi olduğu yasalar var.

                    İktisat tarihçiliği İslam coğrafyasının ve Müslümanların geri kalması konusun da ne diyor ?   

Prof.; Timur Kuranın *çok ses getiren bir çalışması

vardır.

1280311456-2.Timur_Kuran_Konusma_Metni.pdf (tepav.org.tr)

Bu sorunun nedenlerini bilimsel olarak araştırır.

Yani geri kalmışlığın nedeni ne olabilir?

En çarpıcı tespit ki ben hala aynı kanaatteyim İslam fıkhıdır .

Ben sadece bu çalışmadan tek bir örnek alıyorum .

Yazı daha da uzamasın diye…

Ticaretin, çok ortaklı şirketlerin  neden uzun ömürlü olmadığını iktisat tarihçiliği verileri ile şöyle açıklar ; 

“Bir İslami ortaklığın sona ermesinden sonra ortakların yeni bir ortaklık kurmasına hiçbir yasal engel yoktu.

 Ancak geleneksel İslami hukukuna göre kurulan ortaklıkları, günümüzde firma ya da şirket olarak tabir ettiğimiz işletmelerle karıştırmamak gerekir.

 Bir İslami ortaklığın yaşamı ortaklarının yaşamlarıyla sınırlıydı. Modern bir firmada bir çalışanın ya da bir hissedarın ölmesi, o firmanın varlığını sürdürmesini önlemez.

Buna karşın, İslami bir ortaklıkta ortaklardan biri yaşamını kaybederse ortaklık sona erer, mal varlığı paraya çevrilir ve ölen ortağın hisseleri mirasçılarına dağıtılır.

 Ölüm nedeniyle durmuş bir iş faaliyetinin sürüp sürmeyeceği, yürürlükte olan miras sistemine bağlıdır.

 Dolayısıyla Orta Doğu’nun miras sistemine göz atmamız gerekiyor.

İslami Miras Sistemi İslamiyet’in doğuşundan sonra bölgede baskın olan miras sistemi, Kuran’a dayalıydı.

Bu sisteme göre bir terekenin en az üçte ikisi akrabalara bırakılır. Kadınların payı erkeklerin payının yarısıdır.

 Örneğin, kız çocuğa erkek çocuğun payının yarısı, bir teyzeye ise amcanın payının yarısı verilir. Bir çocuk ya da bir akraba mirastan men edilemez.

 Bu sistem, Orta Çağ standartlarına göre eşitlikçidir. Sistemin olumsuz yanı ise, bir işletmenin bir nesilden sonraki nesle bölünmeden aktarılmasını zorlaştırmasıdır. Başarılı bir işletme, kurucusunun ölümü ardından parçalanmaktaydı.

Çocukların ve diğer mirasçıların hisselerini alıp çekilmeleri olağandı. Mirasçıların tasfiye edilmiş bir işletmeyi yeniden kurması mümkündü.

Ancak mirasçı sayısı arttıkça işletmeyi yeniden kurmanın ve dolayısıyla miraçıların ölen girişimcinin faaliyetlerini sürdürmesinin maliyeti yükselmektedir.

Geniş faaliyetleri olan başarılı tüccarların genellikle çok fazla mirasçısı olurdu.

 Çünkü genellikle birden fazla eşleri, dolayısıyla da çok çocukları vardı. Bu da mirasçılarının sayısını yükseltiyordu. Dolayısıyla bir ortağın ölümü özellikle başarılı bir iş adamıysa daha fazla soruna yol açmaktaydı.

İşletmeyi zamanından önce feshetmenin masraflı olduğu durumlarda ortakların riski azaltmaya çalışacağı düşünülebilir.

 Peki nasıl?

 Bu risk, ortaklığın ölçeği büyüdükçe artmaktadır.

 Çünkü ortaklık genişledikçe ortaklardan birinin sözleşme süresi içerisinde ölmesinin doğurduğu sorunlar da büyüyordu.

Tüccarlar ve yatırımcılar ortaklıklarını küçük tutarak bu riski asgari düzeye çekmeye çalıştılar. İşletmeyi zamanından önce feshetmenin riski, ortaklığın beklenen süresiyle de artıyordu. Bu nedenle, tüccarlar ve yatırımcılar ortaklıklarının süresini kısıtlamaya çalıştılar. Kısacası, zamanından önce feshin riskleri, kurulan ortaklıkların küçük, basit, ve kısa ömürlü olmasına yol açtı.

NOT; Timur Kuran, Duke Üniversitesi’nde, Ekonomi ve Siyaset Bilimi Profesörü olarak görev yapan Türk-Amerikan ekonomist. Çalışmaları ekonomi, siyaset bilimi, ... 

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ ; “BURSA OVASI DA, SANAYİSİ DE TÜM DEĞERLERİ DE SAHİPSİZ DEĞİLDİR” – Atatürkçü Düşünce Derneği Orhangazi Şubesi: […] ADD Bursa’dan ‘Soğuksu’ tepkisi: Değerlerimizi yok etmenize
2024-05-05 12:22:30