CEMAL KIRGIZ YAZDI; “OKUDUĞUM TÜM KİTAPLAR VE İZLEDİĞİM HER ŞEY ÜZERİNE PAZAR YAZILARI” (1)
Yazmak için yaşamak, yaşamak için yazmak…
Birçok açıdan sakıncası olsa da, en azından benim gibi kendi iç dünyasında münzevi bir yaşamı mutluluk belleyen birisi için kaçınılmaz bir gerçeklik olsa gerek. Öyle olmasa, binlerce kitap, binlerce dergi, binlerce gazete arşivi ile çevreli ve tıka basa dolu odamda, saatlerce çay içip, sigara tüketip, kütüphane raflarına hayran hayran bakmaz, o anki psikolojime göre hangisini tercih etmişsem, o kitapla en azından bitirene kadar savaş vermezdim.
Merhum Nihat Genç Ağabeyim, bu durumumu yazar sancısı olarak görüyordu. Okumayı ve yazmayı istikrar eşitliğinde faydalı buluyordu. Değerli dostum, hemşerim Zafer Köse bu durumu doğal karşılarken, benzer hisleri de Şair ağabeyim Yusuf Ferhat duyumsadığını söylemişti. Şair Yusuf Ferhat’ ta, o beklenen üretim süreci gelmeden önce, kitaplarla, dergilerle çevrili yalnızlığında keyif çatıyor, sonra da o muhteşem şiirlerini taslağa yazıyordu. Araştırmacı yazar Erol Erkılınç ile konuştuğumuzda ise ‘Benim senin kadar romanım yok. Daha çok yakın tarih, tarih ve araştırma kitaplarını seviyorum” demişti. Kendisinden kitap sevme konusunda aldığım ışığı, içimdeki psikolojiye yön gösterme adına bulamamıştım. Her şeye rağmen, vefatından sonra olsa bile beni muhteşem yazar Remzi Aydın ile tanıştıran da kendisi olmuştu.
Kâğıtlar, kalemler, kitaplar, dergiler, dağınık notlar…
Benzer deliliği de özel sohbetlerimizde Gemlik Son Nokta Gazetesi Yazarı Sayın Abidin Uyar’dan işitince mutlu oluyorum. Müthiş felsefeci yazar Abidin Üstada hem istikrarlı, muhteşem yazıları için; hem de beni yeniden yazmaya iten coşkusu adına bir kez daha teşekkür ediyorum… Ne kadar dağınık olursa, o kadar iyi!
Oysa başka meslekler de denemedim değil. Kaynakçılık yaptım, garsonluk yaptım, ocakçılık yaptım, berber çıraklığı, oto tamirci çıraklığı denedim, Kitapçı dükkânı açıp batırdım. Gemlik’te yaşadığım son dönemde de yemek firmasında çalıştım, orada tutunamadım yeniden garsonluğa terfi ettim. Yine de vazgeçmedim. Vazgeçilmedi. Gazetecilikten diyorum, program yapmaktan, yazmaktan bahsediyorum yani…
22 Mayıs 1988 tarihinde Gemlik Çağrı Gazetesinde başlayan meslek yaşamım bugünlere geldi. Binlerce haber, yüzlerce köşe yazısı, yüzlerce öykü, yüzlerce yorum, onlarca başa gelen bela ve tek kitapla ama… Bilen bilir, “Zeytine Sor”… 23 Şubat 2011’de yayımlandı…
On Medya ekranlarını bana açan, Yeni Marmara Gazetesi imtiyaz sahibi Sayın Orhan Efe ve Mustafa Efe’ye de ayrıca teşekkür ediyorum. Şaban Akbaba, Fehmi Enginalp, Muhsine Arda, Güney Özkılınç, Şafak Baba Pala, Filyet Burcu Çilingir, Tuba Aktaş Deli, Gonca Rubacı, Yusuf Ferhat gibi üst düzey edebiyatçılarla tanışıp, sohbet etmeme, programlar yapmama büyük emek koydular.
Yeni yıl adına aldığım en güzel karar bu diye düşünüyorum… Her hafta Pazar günü, sahibi olduğum Gemlik Son Nokta Gazetesine, okuduğum kitaplardan bahsedeceğim, izlediğim filmleri, tiyatro oyunlarını, güzel sohbetleri aktaracağım yazılar yazmak… Belki de edebi bir yaşamı, yazmak için yaşamayı, yaşamak için yazmayı sorgulamak olacak benimkisi…
Umarım beğenirsiniz…
Beğenmezseniz de sorun olmaz, Türkiye nasıl olsa yazar cenneti. Onları okursunuz, bu da beni mutlu eder… Yapıcı yorumları bana, kötü yorumları kendi aranızda…
Gazamız mübarek ola…
Cemal Süreya’nın dediği gibi; “Hayat Kısa, Kuşlar Uçuyor…”
UCUZ BİR KİTAPTAN ÇIKAN BİLGİ HAZİNESİ
Setbaşı Heykel arasında bir yerlerde geziniyoruz. Güler, Kayhan tarafındaki bir alışveriş marketine gideceğini söylüyor. Beni her zaman gittiğimiz çay bahçesinde beklememi söylüyor. Daha iyi bir fikrim var diyorum. Sönmez İş Merkezi önündeki dev kitapçıyı gösteriyorum.
Kitap fiyatları çok pahalı. Ancak burada her keseye göre kitap bulmak mümkün. Daha önce de yazmıştım. Gunnar Kaiser’in ‘Derinin Altında’ isimli kitabına burada bakmıştım. Orijinal hali o dönem 180 liraydı. Tam vazgeçmiş gidecekken, 10 liralık kitaplar bölümünde, kapağı ve ilk dört sayfası biraz yırtılmış halini gördüm. Hemen o kitabı alıp, yukarıya fırladım. Eksik ilk dört sayfayı orada okuyup, kitabı 10 liraya satın aldım.

Şimdi en ucuz kitap 30 lira…
Orhan Bahtiyar’ın “Ateş Kırmızısı” kitabı gözüme ilişiyor. Kaçırmadım. Bir de Başar Akşan’ın ‘10’ isimli kitabı… Peş peşe iki gecede bitirdim ikisini de… Ateş Kırmızısı, temposu düşmeyen harikulade tarihi bir roman. Abdülhamit dönemine, Osmanlı Sanatına, Sanat ve Saray çevrelerinde dönen dümenlere, komplo teorilerine meraklı edebiyatseverlere tavsiye ediyorum.
Başar Akşan’ın ‘10’ isimli kitabı ise tam bir bilgi hazinesi. Açımlamacılık ve Bireşimcilik felsefe akımlarını akıcı ve edebi bir dille anlatıyor.
Bir Edebiyat profesörünün özel bir kolejde verdiği dersler, öğrencilerle yaratıcı edebiyat sohbetleri eşliğinde, bir gazetecinin çevre katilleriyle mücadelesi kitabın fonunu oluşturuyor. Borçlara, özel ve sosyal hayatındaki sıkıntılara, hastalığına ve sık sık batırdığı işlerine ve iş değiştirmelerine rağmen Henore de Balzac’ın hiçbir şeyi sallamadan, dert edinmeden 136 kitap yazdığını buradan öğreniyorum. Yine uğradığı ihanetlere rağmen Georges Simenon’un bıkmadan, usanmadan, kimseyi kafaya takmadan 450 romanı yazdığını da… Üstelik karısı akıl hastanesine yatmışken ve kendisi de borç içindeyken… Türkiye’de son dönemde bunu yapabilen Karar Gazetesi Edebiyat yazarı Taner Ay’ın olduğunu biliyorum. Ayrıca kitapta, Marcel Proust derinlemesine incelenirken, yazar tıkanması da detaylı incelenmiş. Aniden yazmayı bırakan birçok yazar, şair var kitapta. Bir de Stephen King’in romanından uyarlanan John Deep’in başrolündü oynadığı psikolojik gerilim filmi ‘Gizli Pencere’ de inceleme dâhilinde. Eğer işi sıkı tutmazsanız ve her şeyi takarsanız, yazar tıkanmasının yol açtığı şizofreni soslu bunalımlar da kara mizah biçiminde okuyuculara sunulmuş.
Güler alışverişten dönüyor. “Yine kitaplar mı aldın?” diye soruyor.
“Kitaplar değil, bir edebiyat bir de bilgi hazinesi satın aldım” diyorum…
“İTİRAF EDİYORUM ‘ACIMADI Kİ’ OYNADIM…
Rahmetli babam Sadettin Kırgız’ı 15 Ocak 2004 günü kanserden kaybettim. İllet bir hastalık kanser. Kime, nereden, nasıl vuracağı belli olmayan, çekilişi kötü biten piyango gibi.
Edebiyat, Sanat, Kültür İşleri, Psikoloji, Sinema, Tiyatro, Boks, Beşiktaş ve Futbol derken, bir özel hobim de bu oldu. Kanser ve kanser hastalıklarını incelemek. Bu konuda yayınlanmış birçok makale, kitap, köşe yazısı okudum. Tek sonuç, lanet bir hastalık olduğu ve ancak çok güçlü olanın, hayat ve umutla dolu olup, mücadele etmeyi, savaşmayı, bırakmayanın, pes etmeyenin, vazgeçmeyenin galip geldiğini bir hastalık olduğuydu…
Değerli bir öğretmen tanıdım. İsmi Filyet Burcu Çilingir.
“Aynadaki Biri. Bir Kanser Hikâyesi” isimli kitabın yazarı kendisi. Tam bir yıl önce On Medya ekranlarında yayınlanan On’ da Son Nokta programında bir araya geldik. Çocuk kitapları da yazıyor kendisi. Resimli çocuklara yönelik Atatürk kitapları da.
Bana kitabını hediye etmişti. Kitabı önce eşim, sonra komşular falan derken ben de okuma fırsatı buldum. 59 sayfaya çok anlamlı değerler sığdırmış değerli öğretmenim.

Doğumu, baba ilgisizliği, anneyle büyüme, öğretmen olma, ilk tayin yeri Gaziantep’e gidip, gitmeme konusunda yaşadığı ikilemler, annesinin ısrarıyla Gaziantep’e gitme. Orada eşiyle tanışma. Sonra Zonguldak. Kızı Ceren’in doğumu. Ceren’in hastalığı. Doktorların uyarısına rağmen oğlu Kerem’in doğumu. Bursa günleri…
Sonra meme kanseri belirtileri, uzun doktorla randevu süreçleri. Ameliyatlar, kemoterapiler… Kısa etkili cümlelerle yaşanan süreçler bu kitapta insanın içini dağlıyor. Örneği, “Şimdi ölemem doktor. Şimdi ö-le-mem!” demesi… Küçük çocuklarını düşünen çaresiz anne, çok sevdiği öğretmenlik mesleği ve içindeki durdurulamaz eğitimci ve sanatçı kişilik…
Aileyle, çevreyle yaşanan kopukluk, iletişimsizlik, yeni çevreler; hastalıkta kendisini asla bırakmayan gerçek dostlar…
Her şeye rağmen pes etmeme, vazgeçmeme, umudunu üst seviyede tutma…
Ve 59. Sayfa son söz: “Ben tedavi sürecinde ‘acımadı ki’ oynamayı tercih ettim. Tercihim farklı olsaydı, sonuç nasıl olurdu sizce?”
Geçmiş olsun Filyet Burcu Çilingir öğretmenim, bu ince ama geniş yürekli kitabınız sizin de dediğiniz gibi tüm kanser hastalarına moral ve motivasyon kaynağı olmayı sürdürsün…
TAYFUN HAS AĞABEYİ KAYBETTİK…
Uzun bir süredir Gemlik’e gitmiyordum. 17 Aralık Çarşamba günü bir işimi bahane edip bu lanetli kente yeniden dönmek zorunda kaldım.
Gemlik Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sayın Erkan Zambak ile CİUS AVM arkasındaki Avcı Çay bahçesinde buluştuk. Kısa süreli sohbetin ardından, beni gideceğim yere bırakabileceğini söyledi. O sırada yan çay ocağında gördüm Tayfun Has ağabeyi. Yanında Baba dostu Recep ağabey ile oturuyordu. Her zamanki Tayfun ağabeydi işte. Çay içmeye davet etti. Sonra içeriz ağabey diye geçiştireceğimi anlayınca, sitemkâr cümleleri peş peşe sıraladı. Bilemezdim tabii ki. Bilseydim, öngörebilseydim, hissetseydim ya da anlasaydım o davete icabet etmez miydim?
Erkan Zambak ‘Yine otururuz ağabey’ dedi. Bende omzuna dokunup, ‘yine görüşürüz ağabeyim’ dedim.

Görüşemedik ve görüşemeyeceğiz. Tayfun Has ağabey bu görüşmeden yaklaşık dört saat sonra kalp krizi geçirip, aramızdan ayrıldı.
Kendisini 2000’li yıllarda tanıdım. Ama eski sendikacı Ayhan Ermiş ve yazar ağabeyim Erol Erkılınç, lise yıllarının devrimci solcularından olduğunu söylemişlerdi. Emek ve emekçi dostu olduğu kesindi. Gemlik’i bilenler bilir. Bu lanetli ilçede muhteşem siyaset dedikodu ile yürütülür. Ne kadar çok dedikodu duyan olursa, o sosyolog sayılır. Ne kadar çok dedikoduyu duyan, bilen, yayan varsa da o, muteber bir yazar, felsefeci veya gazeteci olarak görülür.
Tayfun Ağabey de toplanırdı çoğu dedikodu. Oysa tanıdığımdan bu yana pek fazla soru soran, aşırı meraklı birisi değildi. Öyleyse bu kadar bilgi kendisine nasıl geliyordu? Tanıdıkça öğrendim. Cömertti. Çay ısmarlar, çay içerken de dinlerdi. Belki de insanlar kendisini güvenilir bulduğu içindi. İyi bir dinleyici olmasıydı belki de onu dedikodu paratoneri yapan. Zaten bundan da şikâyet etmezdi, dinler, dinler, abartılı bulursa da, gerekli uyarıyı yapıp, basardı kahkahayı.
Fanatik Fenerbahçe taraftarıydı. Fanatik bir Beşiktaş taraftarı olarak kendisiyle iyi anlaşırdık. Bunu sağlayan da FETÖ soruşturmaları ve yaşanan süreçti. Nihat Genç ağabeyin de dediği gibi, FETÖ kumpaslarına bir Fenerbahçe bir de Beşiktaş taraftarı gür sesle tepki göstermişti. Sosyal medyayı iyi takip ederdi. Daha sabahtan, pek çok ünlü köşe yazarını okuyup, hatim ettiğini bilirim. Gemlik’te birçok kişinin öğleden sonra duyduğunu; duyduğuna şaşmasını o gülerek izlerdi.
Yazılarımı da severdi. Benim bir zümre için, hava atmak için yazmadığımı, sadece kendim ve inandıklarım için yazdığımı iyi bilirdi. Birçok yazımı, ilk okuyan da kendisiydi. Hemen telefona sarılır ve görüşlerini net biçimde anlatırdı. Pandemi döneminde de Gemlik Son Nokta Gazetesinde yayınlamam için günlük vaka raporlarını ilk kendisi gönderirdi bana. Herkesin güven duyduğu, sohbet etmekten hoşlandığı, fevri çıkışlarına bile, bu güven duygusu nedeniyle saygı duyduğu bir ağabeyimizdi…
Her ölüm erken ölümdür. Beklenmeyen ölüm acıtır. Şok edicidir. Tayfun Ağabeyin ölümü de bizleri sarstı.
Başta çok sevdiği oğlu İsmail Has kardeşim ve ailesi olmak üzere, tüm sevenlerine, dostlarına başsağlığı diyorum.
Gemlik eski tüfek mert bir devrimci ve iyi bir Fenerbahçeliyi kaybetti.
Mekânı cennet olsun.
Çetin Altan üstadın dediği gibi, tanıdık cenazelerinde gördüğün aslında kendi geleceğindir…
Geleceğe iyi yatırım yapmak gerekir. Tayfun ağabey bunu başaran nadir insanlardan birisiydi.
Tayfun Has’ı tüm sevenleriyle birlikte anılarımızda yaşatmak, görevimiz…
GİTMELER YARIÇIPLAK
Zaman koşuyor
Ben burkuluyorum her adımda
Gölgem yalınayak
Uzaklık kanıyor gövdesinde yolların
Gitmeler yarı çıplak…
Karnı gurulduyor yoksul kentin
Kulağımda çınlayan acı sirenler
Bir kasırga uluyor penceremde,
Sesi delik.
Sokağımda sağanak bir yağmur
Sicimi düşüncenin ensesinde…
Karanlık uğulduyor dışarıda
Şehre akşam çökmüş
Damda ipi sararıyor kaygının
Kınında çırpınan efkâr
Bir ırmak geçiyor içinden,
İçimdeki bozkırın
(ŞAİR YUSUF FERHAT’IN SON KİTABI “HAYATIN TAŞLIK KIYISINDA” SAYFA 62 KLOROS YAYINLARI)

AKLIMDA KALANLAR…
“Sana bir şiirler olmuş sevgilim. Yüzün gözün söz içinde. Hangi imla kitabına baksam, “ben” den ayrı yazılıyorsun…”
Özdemir Asaf
BİR SÖZ
“Ahlaklı veya ahlaksız kitap diye bir şey yoktur. İyi yazılmış veya kötü yazılmış kitap vardır. Hepsi bu.” | Oscar Wilde
NOT: Önümüzdeki hafta da bu köşe de yeniden görüşebilmek ümidiyle…
EDEBİYATLA VE SANATLA KALIN…