Adalet dindarlığa tabi olmaz ama dindarlık adalet tabidir(Dücane).
İmparator, kral , prens, sultan, padişah ,halife korkutabilir…
Çünkü yasalar onların emrindedir ..…
Korkutmak varken sevilmeyi neden istesin ki imparator, kral, prens, sultan, halife, padişah…
Korku ile sevgi yan yana gelmez …
Korkan korktuğu varlığı sevemez.
İtaat eder…
Bakın tanrıyı korktukları için sevenlere …
İbadeti bile cehennemde yanmak korkusu ile yapar …
Hatta o borç der .
Hangi borç gönül rızası ile ödenir…
Bu yüzden bu ibadetler onda hiçbir ahlaki gelişime yol açmaz.
Binlerce örneği var …
Çünkü her borç külfettir insana…
Veya mükafat için olsun …
Kaldırın azabı ve mükafatı …
Etrafınızda tek bir dindar kalmaz …
Bu ereksel çıkara dayalı sonuç odaklı ahlaktır …
Buna koşullu ahlak(hipotetik imperatif) der KANT
Teleolojik ahlaktır …
Buradan görev ahlakı çıkmaz .
Makyavel onun için prensinde prense öğütler verir …
Aslolan korkutmaktır yönetici için der …
“Korkutuyor olmak seviliyor olmaktan “evladır.
DEVLETİ YÖNETEN KORKUTARAK YÖNETİR…
Sevgiye dayalı yönetim olmaz …
Bizler yönetici sınıfından korkmuyor muyuz?
İNSANLIK TARİHİ KORKUTANLAR İLE KORKANLARIN TARİHİDİR …
Önce Alper Görmüşten ödünç aldığım hikayeye ile yazıma başlayayım …
SORU ŞU!
Nasıl oluyor da bir kralın, beyin ,padişahın, prensin, sultanın hiç emek katmadan, çalışmadan binlerce dönümlük arazisi, devasa toprağı olabiliyor …
****************************
Nasıl oldu da insanlık tarihsel süreçte belli makamlara gelen insanlara tanrısal güç verdi?
****************************
O makama ulaşan otomatikman o gücü nasıl elde etti? …
****************************
Ondan kimse neden hesap soramadı?
****************************
Emrinde ölüme gidecek binlerce asker neden korktu?
****************************
Onları korkutan neydi?
****************************
Cebinden bir kuruş çıkmadan görkemli saraylarda nasıl oturdular ?
****************************
Onlarca hizmetkarı nasıl oldu ?
****************************
O kudreti, sarsılmaz gücü ona tanrımı vermişti?
****************************
Yoksa yasalar mı vermişti ?
****************************
Yasalar verdiyse o yasaları yapan kimdi?
****************************
İmparator, padişah, kral, bey, sultan öldürünce, çalınca ,gasp edince halk ona gene kralım, padişahım, sultanım ,prensim sen çok yaşa dedi …
Ama halktan biri öldürünce ona katil, hırsız ,eşkıya dedi…
****************************
HİKAYE ŞÖYLE …
Küçük ve yoksul bir ortaçağ köyünün papazı, çok sıcak bir yaz gününde uçsuz bucaksız izlenimi veren, tek bir ağacın bile bulunmadığı bir bozkırda yürüyerek yol almaktaymış… Hedefi, ölen aile büyüklerini gömmeden önce kendisinden son bir dua isteyen uzaktaki akrabalarının yaşadığı kilisesiz, kendisininkinden de küçük bir köymüş…
Güneş doğmadan çıkmış yola, hiç durmadan yürümüş, yürümüş…
Öğleye doğru artık yürüyecek takati kalmamış, içinden “bari tek bir ağaç gölgesi” diye geçirirken, onca yorgunluğuna rağmen gözüne kestirebileceği uzaklıkta yeşil bir adacık görmüş. Tuttuğu dilekle ağaçların eşanlı varlığı papaza o kadar mucizevî görünmüş ki, aklından Tanrı’nın onları oracıkta ve o anda yaratmış olabileceğine dair belli belirsiz bir düşünce bile geçmiş.
Öyle veya böyle, her iki ihtimal için de Tanrı’sına şükrederek, belki su da bulma umuduyla yeşil adacığa doğru ilerlemeye başlamış.
Yeşil adacık, uzaktan vaat ettiğinden çok daha davetkârmış… Su da varmış üstelik… Biraz soyunup dökünmüş, uzun uzun su içmiş, ardından bacaklarını, kollarını, yüzünü yıkayıp sırtüstü uzanmış.
Tam uykuya dalmak üzereyken bir atın nal seslerini duymuş, at birkaç dakika sonra sürücüsüyle birlikte karşısındaymış…
“Bu topraklar kralımızın ve ailemizin” demiş sürücü, zaten her halinden bir asilzade olduğu anlaşılıyormuş, “oturduğun yer de bizim ve yabancılar burayı kullanamaz”.
“Sadece birkaç dakika” demiş papaz, “sonra yine yoluma devam edeceğim”.
Adam ısrar etmiş: “Hayır, hemen şimdi kalkacaksın!”
Papaz: “Kralımızın ve ailemizin, diyorsun, peki nasıl elde ettiniz bu toprakları?”
Adam: “Atalarımızdan kaldı.”
Papaz: “Onlar nasıl elde etmiş?”
Adam: “Onlara da atalarından kalmış.”
Konuşma bu minval üzere uzamış da uzamış… Papaz sorularını hep yüzünde bir gülümsemeyle sorarken, asilzade her soru-cevapta biraz daha öfkeleniyormuş. Sonunda “Eeee, yeter artık” diye patlamış, “büyük büyük dedelerim dövüşerek elde etmiş bu toprakları…”
İşte o zaman papazın yüzündeki gülümseme gitmiş, ciddileşip ayağa kalkmış, soyunmaya başlamış. Üzerinde sadece pantolonu kalınca adama dönmüş ve “Soyun o zaman” demiş, “dövüşeceğiz!”
****************************
Tekrar sorgulama devam edelim …
Nasıl oluyor da aynı canlı türüne ait tek bir insan bir makam elde ediyor ve bir anda milyonlarca insandan oluşmuş bir toplumu korkutuyor?
O makama gelenden herkes korkuyor …
İyide tarihsel süreçte bu nasıl oldu ?
Bu konuda insanlık ne zaman bir araya geldi de şu makama öyle bir yetki verelim ki bizi istediği zaman tutuklasın, malıma mülküme el koysun, bize rahat hakaret edebilsin dedi?
Biz onun saltanat içinde yaşaması için varımızı yoğumuzu verelim , onun hiç geçim derdi, yiyecek yakacak barınma sorunu olmasın dedi ?
Elinde devasa hazine ve toprak nasıl oldu?
İnsanlık hangi gerekçe ile bir krala, beye ,sultana ,padişaha, halifeye, beye, sultana statüyü itirazsız olarak vermeyi kabul etti.?
Ortada emek yok ama devasa kamu kaynağı, toprak, elinin altında istediği anda istediği şahsa bağışta bulunabiliyor…
Affederek suçluyu bağışlıyor veya idam edebiliyor .
Ona bir kese altın verebiliyor …
Öbürünü infaz da edebiliyor…
İnsanlık tarihinde geriye sıfır noktasına gidelim …
Oradan yavaş yavaş bu güne gelelim…
İlk toplum avcı ve toplayıcı toplumdu …
Onlar bir tür komün hayatı yaşıyorlardı …
Hayatta kalmak için doğada hazır buldukları şeyleri topluyorlar ,doğadaki hayvanı avlayıp karınlarını doyuruyorlardı …
Barınma ihtiyaçları da doğadaki mağara ve ağaç kovuğu idi …
Her şey herkesindi…
Özel mülkiyet yoktu…
Dolayısı ile başlarında kendi aralarında seçtiği sözü geçen bir insan türünden bir canlı olsa da bu kadar devasa bir güç vermemişlerdi .
Birlik ve beraberliği sağlayacak bir liderin varlığından çok daha öte tanrısal bir güç kimsede yoktu …
Fakat sonra ki göçebe ve bahçıvan toplumları bir sonraki aşamadaki tarım toplumuna geçti…
Artık bir şeyler keşfetmişti…
Hayvanları ehlileştiriyorlar, etinden sütünden derisinden yumurtasından istifade ediyorlardı …
Ağacı aşılamayı öğrenmişler ,değişik sebze ve meyveleri tanımaya başlamışlardı …
Ve ürettikleri şeyin içine emeklerini katıyorlardı…
Emeğini kattıkları her çalışma artık onların özel mülkleri oluyordu …
Ev ,ahır ,alet, edevat binek hayvanları olmuştu …
Fakat ya birileri silahlı çete, eşkıya zorbalıkla bu mülke el koyarsa?
Ya insanın ilk mülkü olan bedenine zarar verir canına kast eder yaşam hakkını elinden alırsa ?
İşte bu tehlikeden koruyacak bir şeye ihtiyaçları vardı …
Devlet böyle doğdu …
O zorunlu olarak doğdu …
Başında da bir lider olması gerekiyordu …
O mülke sahip olacak onu koruyacak bir tek insan olmalıydı …
Fakat baştaki liderin kralın, imparatorun ,beyin, hakanın, padişahın, sultanın hiçbir emeği yoktu o mülkte …
İşte cevaplanması gereken soru buydu…
Nasıl oluyor da onların aldıkları bir karar ile toplumu savaşa sokabiliyorlar, zindana atılabiliyorlar, hatta ölüm cezasına çarptırılırken emrinde askerler anında o emri yerine getiriyorlardı?
Ve kendi şahsına inanılmaz servetleri , kendilerinin emeği olmadan altını, mücevheratı sorgusuz sualsiz halk onlara veriyordu .
Onların devasa hazineleri olabiliyordu …
Bu topraklar benim diye biliyorlardı …
BU TANRISAL GÜCE SAHİP MAKAMLAR GÜNÜMÜZDE DE VAR …
Bu imtiyazlı ve Tanrısal güç elde eden makamları modern dünyamıza da mevcuttur .
Eski zamanlarda ki kadar olmasa da modern zamanlar da inanılmaz güç devşirmiş halka korku salan makamlar var …
O makamda oturanın iki dudağı arasında seni isterse tutuklatabilir.
Sana istediği hakareti yapabilir
Onun sana yaptığı hakareti sen ona iade edemezsin…