Gerçekten TÜRK TOPLUMU (Hanefi mezhebinde olanlar )amelde Hanefi İtikatta Maturidi midir?
İddia ediyorum dindar partili seçmen sadece Ebu Hanife’yi tanısaydı ona bağlı kalsaydı ,yolsuzluğa, nepotizme, ahbap çavuş kapitalizmine ,kamu kaynakları ile şatafatlı hayat yaşanmasına, mafyaya ,imar rantına ve adaletsizliğe, iktidar İslamcılığına karşı çıkardı.
Siyasi tercihi ile asla katkı vermezdi .
Diyanetten geçtim.
Onların Ebu Hanife çizgisinde olması lafzi olarak mümkün olabilir ama pratikte rey ekolünden değil bana göre.
Onlar hadis ekolünden ve her dönem muktedirin emrindeler ve bilerek ve isteyerek o göreve taliptirler …
Bir yandan Ebu Hanife anlatılıp öbür yandan bu yaşantı imkan dışı…
O gösterişli tüketim çılgınlığı, kamu malı ve lüks makam araçları ile üstelik hacca giderken yaptıklarını asla yapamazlardı.
Henüz yalanlanmayan haber kaynağına göre ;
“Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın eşi Seher Erbaş, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Huriye Martı’nın eşi Ali İhsan Martı ve Düzce İlahiyat Fakültesi Dekanı İsmail Karagöz’ün dışında, çok sayıda üst düzey yöneticinin eşinin de “Mücamele” vizesi ile hacca götürüldüğü öğrenildi. Din Hizmetleri Genel Müdürü Şaban Kondi, İnsan Kaynakları Genel Müdürü Akif Pusmaz, Dış İlişkiler Genel Müdürü Mahmut Özdemir ile Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanlığı ve Özel Kalem Müdürlüğü’nü birlikte yürüten Hasan Güçlü, eşlerini kuraya sokmadan hacca götürdü. Yöneticilerin, eşleri ile birlikte kendilerine tahsis edilen odada bir ay kaldığı ve kaldıkları her gün için yöneticilere, hacılardan alınan ücretlerden harcırah ödendiği ortaya çıktı.
KAYNAK; (BirGün – Mustafa Bildircin)
Şimdi Ebu Hanife’nin duruşu ile ülkemdeki mevcut statükoyu karşılaştırmak istiyorum …
Prof. Adem Çaylak hocamızın bir makalesinden istifade ederek bugün neden ulema sınıfından bir Ebu Hanife çıkmıyor sorusunun cevabını arıyorum…
NEDEN EBU HANİFE ?
Önce o Kufe faktörü, sosyolojisi ve çok kültürlülüğü ile yetişti …
Dolayısıyla, bölgedeki bu çeşitlilik, farklı dilden, kültürden, milletten olan insanların varlığı, cami, havra ve kilisenin iç içe bulunması Kufe’yi, başta ticaret olmak üzere sanat, bilim, edebiyat, fıkıh, İran gelenek ve kültürü, şiir ve kelam alanlarında döneminin çok ilerisinde bir bilim ve sanat merkezi haline getirmiştir (Söylemez, 2011: 95). (PROF ADEM ÇAYLAK )
İkincisi ; Mevali Kültürün den gelmekteydi …
Mevali kimlere denir?
İslam sonrası sosyal yapı temel olarak üç sınıfa ayrılmıştır: Arap Müslümanlar (hürler), Arap olmayan Müslümanlar (mevali) ve gayri Müslümanlar (Hristiyan, Yahudiler) (Hıtti, 2011, 322-325). Mevali kelime olarak ‘arkadaş, yardımcı, veli, köle’ anlamlarına gelmekte olup ilk İslam kaynaklarında, azad edilen köleleri ifade etmek için kullanılmaktaydı. Fakat sonraları mevali kavramı, Emevi ve Abbasi yönetimlerinde, İslam coğrafyasının genişlemesiyle sonradan dahil olan Müslüman; fakat Arap olmayan kimlikleri (Acem, Türk, Berberi vs) ifade etmek için kullanılır olmuştur.
Üçüncüsü Rey Ekolüydü…
Kufe ve Basra merkezli “Rey” ekolü ile Hicaz merkezli “Hadis” ekolü arasındaki mücadele İslam dünyasının en önemli çatışma alanlarından biridir. Akılcılar olarak da bilinen Rey ekolü, akıl ve nakil çatışmasında akıl lehine kanaat belirtmiş, dini metinleri anlamada onların lafzi anlamlarının ötesinde tevil, tefsir ve yorum metotlarını kullanmış ve güncel sorunları kıyas ve içtihad yaparak çözme eğilimine girmiştir. Hadis ekolü ise nakli akla önceleyip dini metinleri tüm akli çaba ve içtihad mekanizmalarından (kıyas, istihsan) uzak tutarak herhangi bir yorum ve tefsire mahal vermeden yalnızca lafzi anlamlarıyla uygulama yoluna gitmiş ve sorunları gelenek izinden (hadis ve sahabe uygulamaları) giderek çözmeye odaklanmıştır)
1.Ebu Hanife, siyasi alanda İslam’ın emir, hüküm ve ilkelerinin terk edilmeye, saltanatın ve Arap ırkçılığının güçlenmeye, nepotizm ve yozlaşmanın hızla yaygınlaşmaya başladığına şahit olmuştur.
2. İslam toplumuna hükmeden idareciler Allah’ın hükümlerinden ve adaletli yönetimden uzaklaşmaya başlamış, bunu örtbas etmek için ise gözle görülür ibadet ve ritüellere vurguyu arttırmışlardı(bu güne ne kadar benziyor)…
Dönemin idarecileri, alimleri kendi zalim yönetimlerini meşru göstermek ve halk tabanında itibar ve onay elde etmek için bir araç olarak kullanıyorlardı. Ebû Hanîfe bunun farkına varmış, bu nedenle de idarenin hangi katmanından gelirse gelsin, ister kadılık olsun, ister hazine bakanlığı, her türlü görev teklifini geri çevirmiştir (Pekcan, 2010: 69-70).
Ebu Hanife ise bu projeye alet olmamış, umeranın tabir caizse “Makyavelist” ilkesizliğine karşı ulemanın bağımsız ve onurlu duruşunu korumuş, despotizme boyun eğmeyerek, ferdi bir mücadele vermiş ve bunu hayatıyla ödemiş bir fakih, ilim insanı ve mütefekkirdir.
denmesine vesile olmuştur
Ebu Hanife, gerek Emevi ve gerek Abbasi halifeleri tarafından kendisine teklif edilen kadıyu’l-kudatlık/baş kadılık (en yüksek yargı organı başkanlığı) mevkiini, Emevi ve Abbasi yönetimlerini meşru görmediği, zulümlerine ve keyfi yönetimlerine kendisi aracılığı ile kılıf aradıkları ve Arap ırkçılığı yaptıkları gerekçesiyle reddetmiştir. Ebu Hanife, kendi dönemindeki Emevi ve Abbasi halifelerinin zulme sapan, adaletsiz ve keyfi yönetimlerine karşı muhalelet edenleri ve ayaklananları, modern siyasal teorinin kavramı ile ifade edecek olursak bir tür, ‘sivil itaatsizlik’ eylemi ile ilmi ve malı ile desteklemiştir (Çaylak, 2018: 326).
Ebu Hanife’nin Emevi ve Abbasi halifeleri tarafından sunulan görevleri kabul etmemesindeki temel faktör, hukuku siyasetten bağımsız görmemesi, saraya eklemli bir alim portresinden ve hukuk ile kayıtlı olmayan saltanat düzenine alet olmaktan kaçınmak istemesidir. Emevi döneminin meşhur Irak valisi Ibn Hübeyre Ebu Hanife’ye defalarca kadılık teklifi sunmuş, fakat Ebu Hanife reddetmiştir. Ibn Hübeyre tarafından yapılan teklif şuydu: “Üzerine imza koymadığın hiçbir kanun yürürlüğe konmayacak, sen izin vermeden devlet hazinesinden kuruş çıkmayacak”. Bu, en yüksek yargı ve yürütme gücünün onun eline verilmesi demekti. İmam şiddetle reddetti. Vali Ebu Hanife’yi zindana atarak işkence etmeye başladı. Onu her gün kırbaçlatıyordu. Diğer fakihler, “Kendine yazık etme. Biz nasıl istemeyerek kabul etmişsek sen de öyle yap” dedilerse de Ebu Hanife bu teklifi şu kesin sözlerle reddetmiştir: Eğer vali benden Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin, yine kabul etmem. O, bir insanın zulmen katline hükmedecek, ben mühür basacağım ha? Yahut haksız yollarla malları gasp edecek, ben onaylayacağım öyle mi? Vallahi, Allah şahidim olsun ki, bu mümkün değil (İslamoğlu, 2017: 220).
Bu, onun zalim olarak nitelendirdiği bir iktidarla asla beraber çalışmak istemediğinin ifadesi idi. Allah katında bundan sorumlu olacağını düşünüyordu.
157).PROF ADEM ÇAYLAK …
SONUÇ YERİNE;
Dücane Cündioğlu:
“Sahipleneni az diye hakikate hürmet etmekten vaz mı geçeceğiz?”
Ellerinize sağlık, doğruya doğru denir, güzel tespit
çok teşekkür ederim selam ve hürmetler
Devletin kaynakları ile hac vazifesi yapmak Müslümanım diyen birinin içine siner mi?
Şahsen boş bir ziyaret olduğunu düşünüyorum
Ayrıca kendimi “Rey”olarak görüyorum!
Harika bir yazı olmuş, tebrik ediyorum
saygı değer hocam fotoğrafın sadece görünen kısmı burası…İman esasları içinde ahlak yok …sadece kuru doktrin olarak Allah’a iman.
Meleklere iman.
Kitaplara iman.
Peygamberlere imân.
Ahirete iman.
Kader ve Kazaya iman var …
Hani Türküm doğruyum çalışkanım gibi klişeleşmiş ezberler
teşekkür ederim Şakir hocam