Tanrı hakkında konuşmak çok güçtür …
Buna rağmen hepimiz konuşuruz …
Kelamcılar ile İslam filozofları ve Sufiler Tanrı hakkında konuşurlar .
Hepsinin Tanrı telakkisi de farklıdır.
Bu yazım uzun zamandır takip ettiğim felsefe derslerinden çıkarttığım notların bir özetidir …
Hiç şüphesiz her kesin ilgilendiği bir alan değil .
Dolayısı ile hangi okurla buluşur, kim okur, kim anlar, kim belli düşünsel analitik sorgulamaya girer bilemem…
Gene de denemek istiyorum …
*** *** ***
Tanrı’yı zorunlu varlık olarak gören Fârâbî, Tanrı’da varlık ve mahiyet ayırımı olmadığını belirleyen ilk filozoftur.
Fârâbi Tanrı hakkında konuşurken direk olarak Tanrıdan bahsediyor.
İbn Sina’nın felsefesinden çok farklı …
İbn Sina Tanrıya gelmeden önce varlığı irdeliyor .
Belli soruların cevabını arıyor …
Varlık nedir ?
Varlığın temel özellikleri nedir ?
Varlığa dair temel tasnifler nelerdir ?
Varlık mahiyet problemi nedir ?
Özetle varlığın ontolojisi nedir ?
Bu soruları cevapladıktan sonra Tanrıya geliyor …
Fârâbi ise Tanrı hakkında konuşmaya direk ilk sebepten(neden) başlıyor…
Fârâbi ye göre Tanrı ilk neden dir…
Ve diyor ki;
Tanrı ;
A-ilk var olan diğer bütün var olanların varlığının ilk nedenidir …
En mükemmel varlık olarak ilk sebeptir…
Tanrı diğer varlıklardan “eksiklik” cihetiyle burada ayrılıyor …
Diğer varlıklar eksiklidir.
Yani başka bir şeye muhtaç tır…
Burada tümdengelimsel bir akıl yürütme var aslında …
Yani baştan “tüm var olanların var olmasının ilk sebebi vardır” ilkesi konulmakta.
İlk sebep Tanrıdır diyor Farabi …
Ve ilk sebep olarak diğer sonradan var olanlardan ayrılıyor Tanrı …
Burada ayıklama anlamında bir TENZİH çabası söz konudur .
İlk sebepten bahsettiğimizde bir çok eksiklik de ortadan kalkıyor, münezzeh olması gerekiyor.
Yani mükemmel bir varlık olması gerekiyor.
Buna karşılık ondan başka her varlıkta bir veya birden çok eksiklik ve kusur olmalıdır…
Bu eksiklik diğer varlıklarda zorunludur.
Aksi takdirde ilk sebebe(Tanrıya) benzer.
Oysa ilk sebebin bir benzeri olamaz onun şeriki veya zıddı da olamaz .
Yani o ilk sebep kategorisini paylaşacak dengi ortağı veya başka bir şeyin varlığında olmaması lazım.
Diğer varlık hiyerarşinde diğer varlıklar birbirine nedensellik ilkesi ile bağımlı iken, …
İlk sebep(yani Tanrı) bir nedene bağımlı değildir diyor Fârâbi …
Bunu da bir örnek ile açıklayayım…
Tanrı bir var olandır .
İnsanda bir var olandır .
İnsan kendi kendinin ilk sebebi olamayacağı için daima eksiklidir .
Çünkü onun var olması için bir ilk sebebe ihtiyacı vardır onun için muhakkak gereklidir .
O ilk sebep onda bulunmadığı için o daima eksiklidir …
Nedensellik ilkesi gereği insan bir var olan olarak nedenli ise onun var olmasında muhakkak bir nedeni vardır .
İnsan varoluşunda kendi kendinin “nedeni” olamayacağı için dışarıdan başka bir varlık tarafından bir neden gereklidir .
Nedenli olan nedenden önce var olmaz .
Bir örnekle açıklayalım.
Elimizde bir masa var …
Onun masa haline getiren neden bir marangozun olmasıdır …
“Masa” nedenlidir.
Nedeni de marangozdur …
Masa kendi kendinin nedeni olmayacağı için marangoz dan önce varlık sahnesinde olması mümkün değildir .
Önce masanın nedeni olarak marangoz olmalıdır arkadan masa meydana gelmelidir (bana ait örnekleme )
Aristotales’te de varlık hiyerarşisinde bu ilk sebep var .
İşte bu ilk sebep dışındaki(Tanrı) tüm varlıklar baştan bir tür eksikliği içermektedir.
Bu ontolojik bir eksikliktir …
Bunun nedeni de sebepli olmaktır …
Yani varlığı için başkasına muhtaç olmasıdır.
Bu bir eksiliktir .
İlk sebep ise MÜKEMMELLİKTİR kendine yeterliliktir …
İLK SEBEPTE OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER …
a-Hiç bir şeye muhtaç olmamak …
b- Her var olanın ona muhtaç olması ..
c- İlk sebebin kadim ve ezeli olması ….
Ve ilk sebebin dışındaki varlıklar YARATILMIŞ OLAN potansiyel “BİL kuvve” durumu içerir .
Yani henüz varlığı bil kuvve FİİL halinde ortaya çıkmadığı içinde eksiktir …
Bir örnek vereyim iyi bir futbolcu olma potansiyeline sahip olabilirsiniz bu potansiyelin açığa (FİİLE) çıkması için bir şeye ihtiyacınız vardır .
Yani potansiyeli açığa çıkartacak şeye ihtiyacınız olması sizin için eksikliktir.
O eksik olan şey sizdeki eksiliği tamamlar ve futbolcu potansiyeliniz açığa çıkarak sizin bir futbolcu olmanıza sebep olur .
Başka bir örnek mesela potansiyel olarak iyi müzisyen olabilirsiniz ama onu henüz göstermediğiniz için eksiklisinizdir .
Ne zaman o eksiklik giderilir o zaman bilfiil olarak müzisyenliğiniz ortaya çıkar .
O zaman (bilkuvve) ile (bilfiillik) arasında ,mükemmellik- eksiklik ilişkisi vardır …
Bilkuvve= Potansiyel ,istidat, yetenek demektir …
(Bebek, bilkuvve olarak akıl potansiyelini içinde taşır)…
Bil fiil =bebekteki akıl potansiyelin bilfiil olarak açığa çıkması yetişmesi ile gerçekleşir.
Bu yeteneğin açığa çıkması için bebeklikten kurtulup yetişkinliğe evrilmesi gerekir
İşte bebekte o yetişkinliğin başlangıçta olmaması onun eksikliğidir .
Oysa Tanrıda böyle bir potansiyelden bahsedilemez.
Onda her şey baştan ezelden vardır …
Burada kelamcılar ve filozoflar ayrılıyor Kelamcılarla filozofları ayırt eden en önemli kriter …
Kelamcılar bütün sıfatları ZATA indirgeyip, bu sıfatların baştan aktif olduğunu düşünmüyorlar .
Mesela Tanrının yaratma sıfatı; istediği zaman yaratır istediği zaman yaratmaz diyorlar …
Mesela istediği zaman rızık verir istediği zaman vermez diyorlar…
Mesela istediği zaman öldürür istediği zaman öldürmez diyorlar …
Kudret merkezli sıfatlar ZATA ZAİT yani eklenmiş demekteler .
Zatın özelliğini arttıran faktörler …
Ehli sünnet kelamcılarına göre böyledir…
Yani ZATIN bizatihi aynı değildir .
Bu sıfatlar zattan ayrıdır diyorlar …
İstediği zaman o sıfatları kullanır istediği zaman kullanmaz ..
Oysa Filozoflar bunu kabul etmiyorlar .
Onlar sıfatların zata içkin olduğunu kabul ediyorlar …
Zatın dışında bir sıfat anlayışı onların görüşüne aykırı .
Dolayısı ile sıfatlar ZAT ile özdeş ve hepsi bilfiil ve hepsi baştan beri aktif …
Bir örnek vereyim Tanrı adil olmak zorundadır.
Filozoflara göre Tanrı ister adil olurum ister adil olmam, ben kudret sahibiyim hiçbir varlığa hesap vermem diyemez …
Adalet ilkesi onda zorunludur…
İstersem peygamberi cehennem atar firavunu cennet sokarım diyemez .
Kelamcılar ise her şey onun elindedir.
O ne isterse öyle yapar demekteler .
Onlar göre Tanrın yasaları vardır ama isterse o yasalara kendi uymaz .
Ve mucize gerçekleşir .
Ateş pamuğu Tanrı isterse yakmaz diyor Gazali …
Filozoflar ise Ateşin pamuğu yakmaması Tanrın koyduğu yasalardandır. Pamuk ıslak veya suyun içinde ise ateş pamuğu yakmaz demekteler …
Kelamcılar nedenselliği kabul etmiyorlar .Tanrı isterse her şeyi yapar demekteler .
Kulağa hoş gelmekle birlikte Tanrı neden her Cuma imamın İsrailli kahret, zulmü durdur veya zalim iktidarı cezalandır dualarına asırlardır itibar etmiyor sorusu çok anlamlı .
İşte filozoflar burada çünkü diyorlar insanlar kendi görevlerini Tanrıya yüklüyorlar.
Ve diyorlar ki evet bunlar tanrı için imkan dahilindedir .
Tanrı isterse bir insan suyun üzerinde yürüyebilir.
Ancak Tanrıya ait bu imkan Tanrın yarattığı fizik yasaları ile çeliştiği için bu imkan vuku haline gelmez .
Yani Tanrı bunu gerçekleştirmez demekteler .
Şuan bizler de Eşari kelamının inandırdığı Tanrının Müslümanları kurtarmasını İsrailli kahretmesini ekonomiyi düzeltmesini, mafyanın ortadan kaldırmasını, yolsuzluğu durdurmasını bekliyoruz .
Oysa bunlar sebep sonuç ilişkisinde ortaya çıkmakta…
Onun için her şeyi Tanrı halledecek zannediyoruz Allah arabanın camına Allah korusun yazdık mı Allah’ın o aracı koruyacağını zannediyoruz.
Tabi burada mantık şöyle işliyor dindarda…
Allah korunmayacakta kim koruyacak?
Yani diyor ki ben hız yaparım, arabanın bakımını yapmasam da olur, emniyet kemerine ne gerek var Allah var ya !
Akif’in İsyanı buna işte
VAİZ KÜRSÜDE …
“Bırak çalışmayı, emr et oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevla ecir-i hasın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmil edince defterim;
Bütün o işleri Rabbim görür: Vazifesidir
Yükün hafifledi Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak
Huda vekil-i umurun değil mi? Keyfine bak!
Onun hazine-i in’amı kendi veznendir!
Havale et ne kadar masrafın olursa Verir!
Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen O;
Levazımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesabına küffarı hak-sar edecek!
Başın sıkıldı mı, kafi senin o nazlı sesin:
Yetiş! de, kendisi gelsin, ya Hızr’ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah Yanaşman, ırgadın O;
Çoluk çocuk O’na aid: Lalan, bacın, dadın O;
Vekil-i harcın O; kahyan, müdir-i veznen O;
Alış seninse de, mes’ul olan verişten O;
Denizde cenk olacakmış Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lazım imiş Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;
Tabib-i aile, eczacı Hepsi hasılı O.
Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir Ne saygısızlık bu!
Huda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Huda;…
SONUÇ YERİNE :Akif’in şikayeti bugünkü diyanet görevlilerinin anladığı din anlayışınadır. Maalesef din ve itikat olarak anlattıkları Eşari kelâmıdır.