Bu başlık ilahiyatçı tefsir uzmanı Prof. Mustafa Öztürk’ün son çektiği videosundaki başlık …
Bu günkü yazım teolojinin ekonomi politiğe olumsuz katkısı.
APTALLIĞIN TEORİSİ
Almanya tarihinin en karanlık döneminden geçiyordu.
Masum insanların dükkanları taşlanıyor, kadınlar ve çocuklar zalimce sokak ortasında aşağılanıyordu.
Genç bir teolog olan Dietrich Bonhoeffer bu zalimliğe yüksek sesle itiraz etti ve bu sebeple hapse atıld. Hapisteyken papaz bu konu üzerine uzun uzun düşündü. Sayısız filozof, şair, fikir adamı ve bilim adamı çıkaran bu kültür nasıl organize kötülüğün, zalimliğin, korkaklığın, cehaletin ve suçun merkezi haline gelmişti?
Bonhoeffer “sorunun kökeninde kötülük değil aptallık yatıyor” dedi. Hapisteyken yazdığı mektuplarda aptallığın yarattığı kötülüğün diğer tüm kötülüklerden daha tehlikeli olduğunu fark etti. Kötülüğü protesto edebilirdiniz, karşı argümanlarla kötülükle mücadele etmeniz mümkündü.
Oysa organize olmuş kalabalığa karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu. Ne protestolar ne zorlama onlara etki etmiyordu. Mantıklı gerekçeler sunduğunuzda önce reddederler, reddedemeyecek hale geldiklerinde ise önemsizleştirirler.
Fakat saldırıya da hazır haldedirler. Saldırıya geçtiklerinde kötü insanlardan çok daha tehlikelidirler…
Bonhoeffer aptallıkla mücadele edebilmek için önce onun doğasını anlamaya çalıştı:
Aptallık bir zekâ problemi değildi, ahlaki bir problemdi.
KESİN İNANÇLILAR
ÖĞRETİLMİŞ CEHALET
Mezhep, tarikat ve dindar bilincin seçmen davranışlarındaki etki…
Bir rivayet ile söze başlayayım …
Bu hikâye düşünmeden, sorgulamadan koşulsuz itaat eden kitlenin dramıdır .
Bir gün Hz. Ali’nin taraftarlarının yoğun olduğu Küfe’den, bir Arap, devesiyle Şam’a gelmiş
Şam sokaklarında dolaşırken biri ona yanaşmış:
– Ver o dişi deveyi bana! demiş. Tartışma büyümüş, Küfe’den gelen adam, “Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir” diye itiraz etmişse de anlaşamamışlar.
Konu Muaviye’ye yansımış.
Halk meydanda toplanmış… Muaviye, Küfe’den gelenle, Şam’da deveye sahip çıkan yerliyi dinledikten sonra, kararını açıklamış:
– Bu dişi deve Şamlınındır!
Sonra toplananlara dönmüş ve sormuş:
– Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?
Cemaat hep birlikte bağırmış:
– Şamlınındır!
Küfeli şaşkın bir vaziyette devesinin ardından bakakalırken, Muaviye onu yanına çağırmış:
– Ey Küfeli, dinle! Sen de ben de biliyoruz ki, bu deve senindir ve dişi değil, erkektir. Ama sen Küfe’ye dönünce gördüklerini Ali’ye anlat ve de ki: “Ey Ali, Muaviye’nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 10 bin adamı var! Ayağını denk al!”
TEOLOJİ
Teoloji her ne kadar Tanrı bilimi diye tercüme edilse de bizde kelam ilmi olarak anlaşılır.
Tanrı bilimi olmaz .
Çünkü bilimi bilim yapan şey yanlışlanmaya açık olmasıdır.
Yani bilim bugün ortaya koyduğu ve açıkladığı şeyi kesin demez diyemez .
Dediği anda artık o artık bilim değildir.
Nedeni yeni buluşlar eski bilgiyi çürütebilir.
Örneğin ;yumurta zararlıdır diyen tıp bugün yanıldık demektedir.
Daha açık anlamı ile bilimsel bilgi daima açık kapı bırakır.
Bugün için bu böyle ama yarın başka bilgiye ulaşılması halinde bu bilgiyi ret ederiz der.
Fakat DİN böyle değildir o bir inançtır ve asla yanlışlanmaya şüpheye gelmez .
Gelirse iman olmaz.
İman denilen olgu ile bilimsel bilgi arasındaki en keskin ayırıcı faktör burasıdır.
İmanda görmesen de vahye inanırsın.
Ondan şüphe duyamazsın .
Peki vahye gözlerinle tanık olsan ne olur?
Diyelim ki bugün Gemliye yağmur yağdı ve hepimiz GÖRDÜK .
Biz yağmur yağdığına İman ettik diyebilir miyiz?
Hayır artık bu olay her kes tarafından gözlemlenmiş bilimsel bilgidir.
İman olmaktan çıkar .
Allah’ı ,melekleri gördüğün anda o artık iman olmaz .
Peki ya ben mucizeyi görerek peygambere iman edersem?
Onun iman la alakası yoktur.
Çünkü duyusal idrak söz konusudur.
Gözünle gördün.
Elinle tuttun.
Ve herkes gördü…
Ve de o toplum mucizeyi görmüş ve iman etmişse bugün bende isterim.
O zaman o mucizeyi gören ile görmeyen nasıl olurda aynı imtihana tabi tutulur.
Müşrikler HZ Muhammed’den sürekli Mucize istemişlerdir …
Ama olmadı…
Müşrikler;
“Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça;
“ yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça;
“ yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe;
“Yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe;
“ yahut altından bir evin olmadıkça; “
“YA DA GÖĞE ÇIKMADIKÇA SANA ASLA İNANMIYACAĞIZ”****
(Müşriklerin bu talebine lütfen biraz kafa yorun onun için büyük harflerle yazdım ve Allah bu talebi de ret ediyor )
“ Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe” çıktığına da inanacak değiliz.”
Allah’ın verdiği cevap ise peygamber dilinden “
De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resul olarak gönderilen bir beşerim.”/İsra suresi
Buraya kadar anlattıklarım kafaları karışacak eminim.
EŞARİ KELAMI BİLİMSEL BİLGİNİN GELİŞMESİ ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL OLDU
Çünkü Eşari kelamı nedenselliği ortadan kaldırmıştır.
Bilime ihtiyaç yoktur.
Allah isterse her şeyi yapar der ve çıkar işin içinden .
Doları yükseltende indirende, iktidarı getirende götürende o dur .
Başlangıçta bu cümleye kimse itiraz edemez ama içinde çok ciddi sorun barındırır.
Çünkü hiçbir kuralı olmayan yasaları
(Sünnetullahı ve adetullahı)olmayan kafasına göre keyfi hareket eden bir Tanrı fikri ortaya çıkar.
Allah isterse her şeyi yapar derseniz, adaletsiz de olur mu diyen ateiste bu sefere kıvırıp durursunuz…
Olur tabi derseniz, o zaman Allah isterse HZ Peygamberi cehennemine atar firavunu da cennete sokar diye akıl yürüten adamının itirazını kim çürütebilir?
İMAN’DA İLK DÜĞME YANLIŞ İLİKLENİNCE İKTİDARLAR İTİKATLAŞTI …
Seçim kafir ile Müminin, hak ile batılın savaşı olup çıktı.
Ne siyaset bilimine ne siyaset sosyolojisine ne iktisat teorisine artık ihtiyaç yoktu.
“ Kelâmcılar, Yunan ve Hint atomculuğundan yola çıkarak, ama onu İslam’a uyarlayarak, parçalı ve süreksiz bir evren modeli geliştirmişler ve İslam dinsel bildirilerini bu model ışığında yorumlamışlardır. Bu süreksiz metafizik aracılığıyla hem tanrısal hem de doğal düzeyde nedensel zorunluluğa karşı çıkmışlardır. Onlara göre, nedensel zorunluluğu onaylamak, eğer Tanrı’yı ilk neden olarak görür ve nedenin de sonucunu zorunlu kıldığını savunursak; evreni öncesiz kılar, Tanrı’nın evrene dilediğinde müdahalesini olanaksızlaştırır ve dinin temeli olan mucizeye yer bırakmamış oluruz. Çünkü nedensel zorunluluk, determinizme yol açar ve Tanrı’nın mutlak kudretini ve iradesini sınırlar. Oysa, onlara göre, Tanrı fail-i muhtardır (özgür seçici özne), dilediğini yapar ve yaptıklarından da sorumlu tutulamaz. Alıntı; Gazzâlî ve İbn Rüşd’de Nedensellik Tartışması ve Bilim Tarihindeki Yansımaları Hasan AYDIN* https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/878047
BUNLARI NEDEN ANLATIYORUM ?
Hakikatin taleplisi yok diye hakikat arayışından vaz geçemem …
Kesin inançlılar için diyalektik mantık işlemez .
Bilimsel gerçeklik yerini inanca bırakır.
Kesin inanç karşında bilimsel gerçeklik dayanamaz…
İnsanın olduğu yerde toplumsallık ve kamusallık vardır …
Din aynı zamanda kamusaldır …
Kamusal olanda siyasidir, politiktir.
Politika yapıcısı bu sebepten DİNİ çok rahat kullanır.
Kitleler için ikna edici dil DİN dilinden geçer .
Bu dil koşulsuz itaat içerir.
Us yani akıl devre dışıdır.
Bilimsel söylem hiç önemli değildir.
Fakat haklı çıkmaktan da bıktım.
Dolar’da sadece iki günde yaşanan artışın Türk halkına Kur Korumalı Mevduat temelli maliyeti yaklaşık 420 milyar Lira oldu. …
Kur artışının faturası 1.7 trilyon lira…
Çünkü seçim harcamaları için baskılanmış kur seçimi kazanmak için kamu kaynakların sınırsız kullanılması sonucu seçim sonrası kur serbest kaldı.
Bu zaten beklenen bir olaydı. Fakat bu hata neden olmuştu?
(BU sadece tek bir kalemde devletin uğradığı zarar dır. Daha hazine garantili irrasyonel ve gayri iktisadi olan gösterişli tüketim çılgınlığından bahsetmedim. NAS var nas diyenlere bunun buz gibi faiz olduğun anlatmaya çalışıyorum )
Eşari kelamı bizim toplumu uyuttu.
Afyonladı.
Allah her şeyi yapmaz.
Çünkü kulun özgür fiillerinden kul sorumludur.
“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 13/11)