“Eğer hırsızlar yollarda güvende yürüyorlarsa, bunun iki nedeni vardır; ya rejim büyük hırsızdır ya da halk aşırı aptaldır.” // LeeKuanYew
Yazımdaki konunun özeti kesin inançlıların asla inançlarından şüphe etmedikleri ile alakalıdır .
Çünkü sorgulama ve soru sorma becerileri yoktur.
Fakat kendilerine çok güvendikleri için yeni bir bilgi arayışına gitmezler.
Mesela ;politika yapıcısı politikayı bildiğinden değil , ona sağlayacağı yarar için o işe taliptir.
Bu yüzden bir belediye başkanı,bir milletvekili, bir bakan olmaya herkes adaydır herkes seçilmek ister.
Fakat aslında çoğunlukla o konuda hiç bir felsefi düşünceleri ,bilimsel fikirleri yoktur.
O yaptı, bu yaptı, benim neyim eksik gibi saçma sapan bir özgüvenle, bir musluk tamirini bile beceremeyeceğini bilip tırım tırım tamirci aradığı halde iş şehri(polis,kent,site,medine=POLİTİKA )veya ülkeyi yönetmeye(SİYASET) geldiğinde ben bunu rahatlıkla becerebilirim demesi ve halkında ona bu soruyu hiç sormaması sonucu ortaya berbat bir düzen çıkar .
LeeKuanYew ‘in yukarıdaki sözünü ettiği ,talan ,hırsızlık,rüşvet mafya ve bir çok ahlaksızlığı yapan insanlar böyle bir düzende çok güven içindedirler…
Çünkü yozlaşmış hukuk aynı zamanda suçu aklama aracıdır.
Ve onlardan yanadır .
Nasıl olsa bir yasa çıkar ve yasal olmayan her şey yasal hale gelir …
Halk bu düzenin oluşumunda büyük pay sahibidir .
Çünkü gelen seçilerek gelmiştir.
Halkı ikna ederek gelmiştir.
İkna için kanıt gerekmez.
İnanç gerekir .
Mesela ben marmara denizi üstünde her sabah yürüyorum.
Eğer bir tasavvufçu iseniz ve beni de büyük zatlardan bir ermiş kabul ettiyseniz artık sizin için kanıta gerek yoktur.
Bu yalanım siz rahatlıkla ikna eder.
Düşünüyorum öyle ise ben varım,lakin senin yerine düşünemem,sende düşün ve varlığından emin ol …
Fakat şunu bil ki; düşünme tekil ve bireysel bir çabadır …
Kalabalık içinde , partili kalarak , bir ideoloji içinde veya inançta düşünceye asla yer yoktur …
Orada itaat vardır …
Düşündüğün anda sorular sorarsın …
Bir partili soru sorabilir mi taptığı lidere…
Bir ideoloji içinde kalarak o ideolojiyi sorgulayabilirmisin?
Camide vaaz veren adama soru sorabilirmisin ?
Onun için düşünen adam çok tehlikelidir …
Mesela Taşra camiinde bir imam bir vaaz memuru bir müftü rahatlıkla konuşur …
Çünkü bilir bu cemaat arasında kendini zor durama sokacak kimse çıkamaz.
Onlar düşünmez …
Kürsü düşünen bir cemaat istemez …
Anlatıkları yanlışlanmaya açık değildir .
Yanlışlanmaya açık olmayan hiçbir konu tartışmaya da açık değildir .
Mevzu bir hadisi rahatlıkla anlatır.
Lakin bir Ulucami de İşler değişebilir .
Oraya daha elit bir zümre gelebilme imkanı vardır .
Bir tefsir profösörü bir hadis uzmanı cemaatin içinde olabilir …
Bam diye seni alanından vurur bilgisi ile…
Kürsüden konuşan çok tedirgindir.
Çünkü o meslek sahibi olunca artık kitabı kapatmıştır Bilgisini güncellemez.
Geçmişteki öğretimi ile bilgi ambarına ne atmışsa onu tekrarlar…
Oysa o bilginin üzerine bir çok akademik çalışmalar farklı tezler gelmiştir.
Descartes;”düşünüyorum öyle ise ben varım “demekle ne demek istemiş olabilir ?
İnsan her şeyden şüphe duyabilir, duyularımız bizi aldatabilir .
Felçli bir adam sıcağı hissedemeyebilir, gözlerimiz bizi yanıltabilir ,kulağımız sesleri duymayabilir…
Fakat bir şeyden asla şüphe etmeyiz…
Kendi varlığımızdan.
İnsan varlığının bizzat kendisi olan “BEN” den şüphe edemez.
Çünkü ben yok ise asla düşünemem …
Düşündüğümü ilk ben bilirim , benden başka kimse bilemez .
Onun için ilk farkındalığım kendi varoluşumdur .
Ben var isem düşünürüm..
Varlığını fark etmemiş olan insanın düşünmesi imkansızdır …
Düşüncem varsa orada mutlaka “ben” varım …
Slogan düşünce değildir …
Düşünen insan ilk önce öz bilincini fark eder.
Kendini fark etmemiş insan sloganlarla konuşur …
Son günlerde düşünülmeden kullanılan slogan BEKA kavramı …
Partili bilinç entegral varlık olduğu için henüz öz bilincinin farkında değildir o liderinden duyduğu bir kavramı sadece slogan olarak tekrar eder …
Sloganlar düşünce değildir ..
Bir başkası sizin için düşünmüştür…
Sizde o kavramı sahipleniyorsanız orada siz yoksunuz.
Sizin öz bilinciniz yoktur …
Şuur yoktur …
Akletme yoktur…
Bir partiye oy vermek ayrı bir şeydir , ancak bir partili olarak hem de yıllardır değişmeden kalmak apayrı bir şeydir …
İşte hiç düşünmeyen insanın dramı burada başlar …
Felsefi düşünce anlamın da REFLEKSİYON …
Felsefi düşünce, düşünsel olanın üzerine düşünce ile dönmek demek …
Şöyle bir hikaye ile açıklamaya çalışayım ..
“Minerva’nın Baykuşu gecenin alaca karanlığında uçar” /HEGEL …
Minerva antik yunanda bilgelik Tanrıçasının adıdır. Athena dır …
Romadaki karşılığı ise Baykuş tur …
Bilginin sembolü olan yılan ve baykuş kullanılırdı …
Hegel İnsan ancak anı yaşarken düşünür der.
Ve şunu demek ister Hegel …
Akşam çökerken ortalık hafif kararmaya başlarken felsefe tam o zaman işe koyulur.
Baykuşun uçma vaktidir …
Yani gerçeği kapatan sisli ve alacakaranlıktan gerçeği açığa çıkartmak için “nedir” sorusunu sorar…
Ancak gün ışığının geri çekilmesi lazım ki gecenin karanlığında aklın ışığı ile bunu görebilsin.
Bu da felsefe dir …
Akıl karanlıkta aydınlatma görevini felsefe yaparak üstlenir ..
İşte Minervanın baykuşu gecenin alaca karanlığında uçar demesi budur .
Baykuş bilgelik anlamındadır …
Felsefe aklın ışığında işe koyulur …
WHO AM I(ben kimim)?…
Bu soru felsefi düşüncemin başladığı nokta dır…
Ben kimim ?
Bir dindar, bir partili bunu asla soramaz …
Saçım dökülmüş,göbeğim çıkmış ,bedenim zayıflamış ,artık 20 yaşındaki gibi merdiven çıkamadığım halde ,6o yaş üstündeki ben ile 20 yaşımdaki ben aynı “ben” miydi?
Sevdiğim yemekler bile değişmişti …
Zevklerim değişmişti …
En sevdiğim arkadaşlarımın bir çoğunu bu gün sevmiyordum mesela…
Peki bu kadar şeyim değişmişti de düşüncem değişmeden kalabilirmiydi?
Oda değişmişti.
Din anlayışım siyaset felsefem hepsi değişmişti …
Her şeyden şüphe duyduğum için fikirlerim değişmişti…
Çünkü nesneler dünyasında her şey değişiyordu…
Her şey oluş ve bozuluşa tabiydi …
Ancak bende hiç değişemeden kalan bir şey vardı…
“Ben” bende hiç değişmemişti ?
O “ben” vucudumun neresinde saklıydı ki ?
Hangi organım eksilip ortadan kalksa o “ben” hiç eskimiyordu ve ortadan kalkmıyordu…
O “ben” varlığımdı.
Tek şüphe duymadığım o “ben”di.
Çünkü “ben” düşünüyordum …
Bana bir çay dediğimde,benim için dediğimde,bana göre dediğimde işte “o ben” devredeydi…
Kültürel muhafazakarlık mı felsefi Muhafazakarlık mı ?
Kültürel muhafazakar düşünemez…
O kendini fark etmemiştir .
Çünkü kendi yoktur …
Antropolojik kültür sizin kendi emeğinizle seçtiğiniz kültür değildir .
Siz kendinizi o toplum içinde hazır bulursunuz…
Orada “ben” yoktur…
Sizin herhangi bir çabanız da yoktur .
Kaç dindar hazır bulduğu dini sorgular ?
Ya Felsefi muhafazakarlık?
Felsefi muhafazakar önce kendini fark etmiştir …
O neyi muhafaza edeciğini bilir …
Hukuku muhafaza eder, kıyıları muhafaza eder , şehri muhafaza eder,caddeyi sokağı muhafaza eder, tarihi muhafaza eder, anıları muhafaza eder ,ekonomik kaynağı muhafaza eder,adaleti muhafaza eder,ahlakı muhafaza eder,barışı muhafaza eder.
Mesela Gemlikte doğmuş felsefi muhafazakar Gemlik için şu soruları sorar…
Benim 40 yıl evvelki anılarımı anlatacağım ve göstereceğim mekanlar şimdi yok .
Onları kim yok etmişti ?
Gemlik istilaya mı uğramıştı ?
Moğallar mı yok etmişti ağlayan kayayı?
Ya manastırda altında kapuz soğuttuğumuz tabi su kaynağı çıkan çınarlar nereye gitmişti?
Yeni çarşı neredeydi ?
20 Yıl Gemlikten ayrılıyorsunuz ve tanıyamıyorsunuz Gemliği;
Kültürel muhafazakar neyi muhafaza edeceğinin bilincine sahip değildir ..
Kendilerine teslim edilen dünya harikası Gemliği muhafaza edemedi …
Edemezlerdi çünkü düşünemezlerdi?
Denize fıskiye yapan,denizi dolduran ,yeni çarşıyı yıkıp yerine o ucube AVM yi yapan, doğayı GEMLİĞİ ölümcül değiştirip O tiyatro denilen şekilsiz betona kamu kaynağını harcayan insan düşündüğü için mi yapmıştı ?
Seçmen düşünerek mi seçmişti ?
Peki ya şimdi ?
Hadi geçmişte her türlü şikeli iş yapılmıştı, kazanılmış mahkeme kararlarına dahi Gemlik belediyesi uymuyorlardı …
Ya şimdi ?
Şimdiki seçilmişin elini tutan ne vardı ?
Adam kıyı kenar çizgisini değiştirip anayasal suç işlemişti .
Mahkeme Belediyenin o planını ve daha sonraki aynı planı yeni plan gibi geçirmiş meclisin diğer planlarıda ve parselasyon işlemlerini de iptal ediyordu,
Yeşil alan kuşağı yok edilmişti…
Peki şimdi neden hukuksuzluk giderilmedi ?
Çünkü sistemi ahlaklı hale getirmek,hukaka uymak , düzeni değiştirmek çıkar grupları ile kavga etmek demekti bunun yerine ,Gemliği değiştirmek dha kolaydı .
Denizi doldurursunuz, sahili kayalarla çevirirsiniz bir anda Gemlik değişir tanınmaz hale gelir.
Ya doğayı eski haline getirebilirmisin.
Hadi bir Norveç, Danimarka yap bakalım .
Eğer yaşarken düşüncen değişmemişse, ölünce zaten değişmeyecektir …
Çünkü ölünce düşüncen tüm yanlışı veya hatası ile seninle göçer gider …
Artık onu değiştiren kimse olamaz.
Kitap yazmış olsan ve yaşarken 2.3.baskısında bu hatanı tamir etme imkanın olur .
Ölmüşsen bu hata seninle mezara gider .
Ali Şeraiti Gurwitch diyaloğu
Yıl 1961 . bu tarihte henüz 28 yaşında olan genç Şeriati ile meşhur Prof. Gurvitch’in, o hoş ve bir o kadar öğretici diyalogunu aktarmaya çalışayım .
Ali Şeriati anlatıyor;
Dr.Şeriati, Prof. Gurvitch’den bahsederken, “ Benim bir üstadım vardı “ der ve şöyle devam eder ;
“ Onun için bir konferans veriyordum. Sosyoloji konularından birisinden bahsederken, bazı tanımlar aktarıyordum. Sonra Prof. Gurvitch’in tanımlarından birisini naklettim. “
Sonra ne mi olmuş? Prof. Gurvitch, ayağa kalkarak, genç doktora öğrencisi Şeriati’nin sözünü kesmiş ve ona anlattığı tanımın gayet saçma olduğunu söylemiş.
Dr. Şeriati utanıp susacaktır. Zira bu tanım bizzat Prof. Gurvitch’e aittir ancak o, hocasını tüm öğrencilerin gözünde küçük düşüreceğini düşündüğünden olsa gerek, o an için susmayı tercih eder.
Ancak, Prof. Gurvitch Şeriati’ye dönerek, bu bahsettiklerinin nereden alıntı yapıldığını sorar. Dr.Şeriati, “sizin falanca kitabınızdan hocam”, dediği vakit ise tüm öğrenciler gülmeye başlar.
Devamını tekrar Dr Şeriati’den dinleyelim. Bakınız o, hadisenin devamında sınıfta yaşananları nasıl anlatıyor ;
“ O bana, kitabın hangi senenin baskısı olduğunu sorunca, 1954 senesine ait olduğunu söylemiştim. Ve bana şöyle dedi; “ Fakat ben 1954 senesinde ölmedim. Şu anda 1961 senesindeyiz ve hala yaşıyorum. Yani 1954 ‘ten 1961’e kadar yaşadım ve düşündüm. Oysa sen 1954 senesindeki Gurvitch’e dair bazı tanımlar anlatıyorsun. Hem de 1961 senesinde varolan Gurvitch’in yüzüne karşı ..Ve eğer 1954 senesindeki sözüm ile 1961 senesindeki sözüm aynı olsa idi bu benim için fazilet olmayacaktı..Bu benim duraklamam ve durağanlığım olurdu. 1954 senesinden beri boşuna yaşamış olacaktım …“