GÜRHAN AKDOĞAN; ‘’ULU ÖNDER ATATÜRK’Ü UNUTTURAMAYACAKSINIZ VE UNUTTURMAYACAĞIZ’’
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, düzenlediği basın toplantısında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha saygı, minnet ve özlemle andıklarını vurgulayan Gürhan Akdoğan,” En büyük eseri ve emaneti Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Devrimi’ni ilelebet yaşatmanın vazgeçilmez görevimiz olduğu bilinciyle kurtarıcımız, kurucumuz, değişmez önderimiz Büyük Atatürk‘ü yılda sadece bir gün değil, her gün anıyor, anlamaya çalışıyoruz. On yıllardır yaşadıklarımız, özellikle son yıllarda ilkelerine, devrimlerine, eserlerine ve hatta ailesine yapılan hadsiz, haksız ve ahlâksız saldırılar yanında, önerdiği akıl ve bilim yolundan sapıldığı için milletimizin fakr ü zaruret içinde harap ve hitap düşürülmüş olması içimizi acıtıyor, yüreklerimizi dağlıyor belki, ama daha çok azim ve kararımızı artırıyor. Bu azim ve kararla, Cumhuriyeti ve Devrimi emperyalizm uşağı iç ve dış Karşı Devrim güçlerinin “Din kisvesi altındaki küfür ve melanetinden ”Özgürlük barış adı altında ülkeyi bölme gayretlerinden ‘’ mutlaka koruyacak, ülkemizi “Şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi” yapmaya ve bölmeye çalışan hainleri ve sahiplerini yine hüsrana uğratacağız. Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, tarihin en büyük devrimcisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü yitirişimizin 87. yıl dönümünde de minnetle, şükranla ve her geçen gün artan bir özlemle anıyor, aziz hatırası önünde tazimle eğiliyoruz” dedi.

Atatürkçü Düşünce Derneği Bursa Şubesinde düzenlenen basın toplantısıa, ADD Orhangazi Şube Başkanı İsmail Saidoğlu, ADD Karacabey Şube başkanı Haluk Aka, ADD Kestel şube başkanı Ramazan Kestane, ile Birleşik Kamu -iş İl temsilcisi Engin Yurdakul, ADD Bilim Kurulu üyesi Tahir Baştaymaz ve 29 Ekim Kadınları Derneği yöneticileri de katıldı.
Laiklik ve Atatürk karşıtı eylemlere dikkat çeken Gürhan Akdoğan, “Bu kez de tarikatların cemaatlerin ve ve Atatürk düşmanlarının açık ve gizli talepleri ile 10 kasım Atatürk’ü anma törenlerini gölgede bırakma çabalarına karşı dimdik ayaktayız. Bunun farkındayız. Ancak bu klasik oyunlara asla geçit vermeyeceğiz Eğitim İş sendikamızın da öncülük ettiği üzere okullar kapansa da tatil olsa da Pazartesi günü saat dokuzu beş geçe tüm okullarda halkımızla çocuklarımızla birlikte Atatürk’ü ve devrimlerini unutturmaya çalışanlara karşı anma programlarımızı gerçekleştirip, onu ve devrimlerini tüm yurtta tekrar hatırlatacağız. O nedenle öğrencilerimizi velilerimizi ve halkımızı okullarımızda anmaya çağırıyoruz. Daha geçen hafta Cumhuriyetimizin 102. Yılını halkımızın büyük çoğunluğu ile tüm ülkemizde geçmişten daha büyük bir coşku ile kutladık. Ancak Cumhuriyetimizin üzerinde oynanmak istenen oyunlar günümüzde artarak devam ediyor. Tehdit ve tehlikenin farkındayız bir kez daha hatırlatmak isteriz,

Mondros Mütarekesi ile 30 Ekim 1918’de fiili ömrünü tamamlayan Osmanlı İmparatorluğu enkazı üzerinde, Mustafa Kemal Paşa ve Kuvayı Milliye kahramanlarının; 600 yıl boyunca cahil bırakılmış, 400 yıl boyunca “etrak-ı bi idrak” denilerek aşağılanmış, 300 yıl boyunca yenilgi savaşlarıyla kırılmış, yoksullaştırılmış ve nihayet 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması ile esaret ve zillete mahkum edilmiş Türk Ulusu’ nu ayağa kaldırıp azim ve kararını harekete geçirerek yoktan var ettikleri dünyanın en haklı, en ahlaklı, en namuslu devletidir Türkiye Cumhuriyeti. Cumhuriyetin yoktan var edildiği elbette gerçektir, Hepsi İstanbul’da sadece 4 fabrika kalmıştı Osmanlı’dan; Feshane Yün, Bakırköy Bez, Beykoz Deri ve Hereke İpek. Hepsi buydu. Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ da vardı, o da ‘var’ denebilirse. Zira koca memleketin toplam elektrik üretimi ancak 50 kilovatsaat kadardı. 40 bin köy vardı, 37 bininde okul yoktu. Erkeklerin sadece yüzde 7’si, kadınlarınsa ancak binde 4’ü okuyup yazabiliyordu. Kadın insandan da, nüfustan da sayılmıyor, kız çocuğa evlat değil, başlık parası karşılığı satılacak mal gözüyle bakılıyordu. Nazım’ın dediği gibi, kadın “soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen” di. 12 milyon nüfusun yarısı salgın hastalıkların pençesinde, sıtma, frengi, trahom, verem, tifo, kolera, tifüs kol gezerken ne aşı vardı elde ne ilaç. Bebek ölüm oranı binde 400’ün üzerindeydi. Doğan her iki bebekten biri 1 yaşına gelmeden ölüyordu. Ortalama yaşam süresi 40 yıldı. Büyük çoğunluğu İstanbul ve İzmir’de olmak üzere sadece 337 doktor, 60 eczacı, 4 hemşire, 136 da ebe vardı. Diş hekimi ise hiç yoktu, o işi berberler ve nalbantlar yapıyordu. Tarımsal üretim felçti. Ne traktör vardı ne biçerdöver, ne gübre, ne tarım ilacı. Şeker üretilemiyor, ayçiçeği bilinmiyor, ekmeklik un bile ithal ediliyordu. Yurdun her yeri yıllar süren savaşlar, işgaller, isyanlar nedeniyle yangın yeri gibiydi. 40 bin köyün 30 bininde cami yoktu. 115 bin bina tamamen yıkılmıştı. 12 bin bina ağır hasarlıydı. Binden fazla köy kül olmuştu. Derhal imar etmek gerekiyordu, ama kişi başına ulusal gelir sadece 45 dolar, ödenmesi gereken Osmanlı’dan kalmış Düyun-u Umumiye borcunun bugünkü karşılığı da 470 milyar dolardı. Sermaye de yoktu, teknik eleman da araç gereç de deneyimli iş gücü de. Sanatla da hiç aramız yoktu. Müze nedir, bilmiyorduk. Arkeolojinin adını bile duymadığımızdan tarihi eserlerimiz talan edilmişti. Sadece 4 bin 894 ilkokul, 172 ortaokul, 23 lise vardı ve liselerde okuyan toplam kız öğrenci sayısı 230’du. İstanbul’daki Darülfünun ‘un ise, bilimsel eğitimle uzak yakın hiçbir ilgisi yoktu. Ülkemizin toplam öğrenci sayısı nüfusumuzun ancak %3’ü kadar, 360 bin civarındaydı” diye konuştu.

Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Devrimleri konusunda da önemli açıklamalarda bulunan Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalist Devrim kadroları emperyal sömürü düzeninin çarkını kırdılar, Hilafeti kaldırdılar. Eğitim birliğini ve laik bilimsel eğitimi gerçekleştirip, üniversite reformunu hayata geçirip, tekke ve zaviyeleri kapatıp, bütün tarikatları yasaklayarak cehaletle savaşı da kazandılar. Halkı kitap, kütüphane ve müze ile de buluşturdular. Viran olmuş memleketi imar ettiler. Demiryollarını, limanları, madenleri devletleştirdiler. Misyoner okullarını kapattılar. Aşı ve ilaç üretip salgın hastalıkları bitirdiler. Borçları da ödediler. “Her fabrika bir kaledir” şiarıyla 46 fabrika kurup Türkiye’yi uçak üreten bir sanayi ülkesi ve “köylü milletin efendisidir” anlayışıyla kendini doyuran 7 dünya ülkesinden biri yapmayı da başardılar… Devleti hep namusla, liyakatle, akıl ve bilimle yöneterek az zamanda çok ve büyük işler yaptılar. Hırsıza, yolsuza, talancıya, dolandırıcıya, şeriatçıya gericiye göz açtırmadılar. Emperyalizme uşaklık etmeye, nüfuz ticareti yapmaya, millet malına çökmeye kalkan soysuzlara dünyayı dar ettiler, “Milletvekili sadece milletvekilliği yapar, iş takipçisinden, komisyoncudan, din istismarcısı yobazdan milletvekili olmaz” dediler. Böyle oldu “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesi”, böyle yaratıldı Cumhuriyet Mucizesi ve o nedenle tükenmez Türk Milleti’nin Atatürk Sevgisi. 1950’den itibaren işbaşına gelen ve halen devam eden sağ iktidarlar döneminde Atatürk’ün akıl ve bilim yolu ile başarısı kanıtlı Kemalist Devlet anlayışı terk edildi. Aydınlanma Devrimleri görmezden gelindi. Laik, bilimsel, kamusal ve ücretsiz eğitim yozlaştırıldı, eğitim birliği berhava edildi, tarikatlara ve imamlara teslim edilen okullar tekkeye, zaviyeye döndürüldü. Toplumcu kamucu sağlık sistemi ticarileştirildi, hastaneler ticarethane, hastalar müşteri oldu, yerli ve milli aşı ve ilaç üretimi sıfırlandı. Üretim ekonomisinden vazgeçildi, 126 ülkeden tarım ürünü ithal edilmek zorunda kalındı. Yargı Bağımsızlığı, Hukukun Üstünlüğü ve Kuvvetler Ayrılığı ilkeleri yok sayıldı. Geçici sığınmacı kılıklı ne idükleri belli milyonlarlarla demografik yapımız tarumar edildi. Millet fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşürüldü… Geldik bugüne. “İşte bu ahval ve şerait içinde dahi” vazifemizin bilincindeyiz. Atatürkçü Düşünce Derneği olarak Kemalizm’in namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuz semalarına asarak milletimizle birlikte Yeniden Atatürk Cumhuriyeti‘ne ulaşacağız, söz veriyoruz. Daha dün, ‘’bebek katili, terörist başı’’ iken ‘’İmralı’’ “Kurucu Önderlik’’ sıfatlarına ulaşan emperyalizmin uşağı terörist başı Türkiye’ye “Kürt halkının ve Türk halklarının kurucu unsur olduğu yeni bir devlet” kurmayı ve Lozan ile Üniter Ulus Devlet olmaktan vazgeçip 21. yüzyıl Sevr’i BOP’a razı olmamızı “federasyona’’ dönüşmeyi önerecek kadar hadsizleşirken, “Bölgesel özerklik tanınmalı”, “Demokratik konfederalizm mutlak zorunluluktur”gibi -kabulü olanaksız- koşullar öne sürdüğü, Üniter yapımızdan, tapu senedimiz Lozan’dan, Anayasamızın 42. ve 66. maddelerinden vazgeçmemizi, yani neredeyse örgütünün değil, Cumhuriyetimizin feshedilmesini istediği ortadadır. Bir kısım ikinci Cumhuriyetçilerin, siyasal islamcıların, Liboşların, Kürt milliyetçilerinin, soroscuların, bazı sözde solcularının, yetmez ama evetçilerin, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının 1923’te kurduğumuz Kemalist Cumhuriyetin “yıkılmasını” amaçladıklarını artık açıkça itiraf etmekten çekinmiyorlar. Biz yıllardır, ‘’Karanlığın farkında mısınız ?”Bunların hedefi, Mustafa Kemal Atatürk’ün te kurduğu üniter, ulus devlet, laik Cumhuriyettir” dedik. Bugün ortaya çıktı. Hepimizin bildiği üzere ülkemiz kısa bir süre önce bir gün birdenbire Bahçeli’nin ‘’Terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın’’ sözleriyle terörist başının mecliste konuşma yapması daveti şaşkınlığı toplum tarafından tam ne olduğu anlaşılamadan hain terör örgütü kendini sözde feshettiğini duyururken birde sözde bildiri yayınladı. Her satırı hadsizlik ve yıllarca süren ihaneti meşrulaştırma, onca vatan evladının katledilmesine ve ülkeyi bir terör batağı ile yıllarca meşgul etmesine rağmen bir satır özeleştiri içermeyen Lozan’ı ve 1924 anayasasını hedef alan Emperyalistlerce hazırlanmış bir bölme parçalama bildirisi olarak karşımıza çıktı ve bir süre sonra bu durum Türkiye’nin önüne ‘’Terörsüz Türkiye projesi’’ olarak sunuldu. Şimdi biraz hafızaları tazelerken, terör örgütünün Eruh ve Şemdinli baskınları ile başlayan Başbağlar katliamını, Kızılay Güvenpark katliamını, Mardin Pınarcıkta kadın ve çocukların katledilişini, Eruh ta sivillerin yaşamlarını yitirmesini, İstiklal caddesi bombalı saldırısında 3 genç aile ile karne hediyesi için alışverişte olan küçük Ecrin in yok edilişini ,Vodofon arena stadyumu ve Atatürk havalimanı katliamlarını, Dağlıca, Aktütün saldırı ve baskınlarını ve daha yeni terörist başı mecliste konuşsun söyleminden hemen sonra gerçekleşen Tusaş katliamını, Şenay Aybüke öğretmen daha niceleri ile 50000 e yakın insanımızın yok edilişini nasıl unuttuk. Unutmayalım bu süreç devam ederken daha yeni DEM li eş Başkan Bakırhan ‘’Seyid Rıza ne yaptıysa, Şeyh Saitler, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkıda onu yapacaktır’’ Diyor…Şimdide ”Kürt halkının statüsünü tanıyan Türkiyelilik tek çözümdür. Bizim rotamızı Türkiye halkları belirlesin’’ diye buyurmuş.. Seyit Rıza kim? Şeyh Said kim? Ne yapmışlar? Türkiye halklarımı? Yanıtlayalım. Bunlar Cumhuriyete başkaldıran İngiliz işbirlikçisi hainler. Cumhuriyet Rejimine başkaldıran Sevr savunucuları. Bakırhan bu örnekler ne yaptıysa onu yapacaklarmış. Öyle diyor… Terörist başı da bir yazısında rota belirliyor, yeni bir Cumhuriyet tanımı yapıyor. Kon federalizm (!) Türkiye’yi parça parça bölme projesidir. Şöyle diyor hain terör örgütü; “Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın ‘özgürlük hareketi’ olarak tarih sahnesine çıktı…Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini benimseyerek, silahlı mücadele stratejisi temelinde meşru, haklı bir mücadele yürüttü. PKK katı Kürt inkârının, buna dayalı ‘imha siyasetinin, soykırım ve asimilasyon politikalarının’ egemen olduğu koşullarda şekillendi… ‘Özgürlük Hareketi’ hem nicel hem nitel olarak büyüdü, ‘gerilla savaşı’ ‘Kürdistan’ ve Türkiye’ye yayıldı. ‘Gerillanın’ yürüttüğü ‘Savaş’ın etkisiyle Kürt halkı ‘serhıldanlara’ (İSYANLARA) kalktı. Böylece ‘her iki taraf’ açısından ‘savaş’ temel seçenek haline getirildi (!)… ‘Önder Apo’ Kürt-Türk ilişkilerinin sorunsallaştığı ‘Lozan Antlaşması’nın ve ‘1924 Anayasası’nın öncesini referans alarak, ‘Ortak Vatan’ ve ‘Kürt-Türk halklarının kurucu öğe olduğu’ Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını ‘Kürt sorunu’nun çözüm çerçevesi olarak benimsedi…

PKK yürüyüşüne büyük bedeller pahasına katılarak, inkâr ve imha siyasetine, soykırım ve asimilasyon politikalarına karşı direnen onurlu halkımız, barış ve demokratik toplum sürecini daha bilinçli ve örgütlü biçimde sahiplenecektir…
Söz konusu kararların uygulanması ‘Önder Apo’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam, bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir…” Bu bildiriye göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve dünyanın on yıllardır “terör örgütü” listelerine aldığı PKK “Özgürlük Hareketi”, müebbet hapis mahkûmu elebaşı “Önder”, devletimiz de soykırımcı ve asimilasyoncu imiş…
Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası -tabii ikisi arasında 29 Ekim 1923’de ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti de- inkârcı, imhacı, soykırımcı ve asimilasyoncu imiş…
yıllardır öğretmen, hemşire, doktor, teknisyen, işçi ve bebek 50 bin yurttaşımızı katleden alçak teröristler özgürlük savaşçısı “gerilla” lar ve “iki devlet arasındaki bu savaşı” kazanmışlar, PKK galip gelmiş, Türkiye mağlup olmuş. Bu nedenle; ‘Ortak Vatan’ da (demek vatanımız da ortak değilmiş) Kürt ve Türk halklarının ‘kurucu öğe’ olduğu (yıllardır Anayasa 10. maddeye rağmen sürekli çiğnedikleri mikromilliyetçi-etnikçi ‘Eşit Yurttaşlık’ sakızı) “Demokratik Türkiye Cumhuriyeti” perspektifi dikte ederek iki uluslu yeni bir devlet isteyecek, terörist başına tanınacak ‘demokratik siyaset hakkı’ nı da hukuki güvence ön şartı ile talep edecek konuma gelmişler… Sırrı Süreyya Önder’in süreç başında söylediği “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir “sözünün ne anlama geldiğini bu açıklamadan anlıyoruz. Teröristlerin silah bırakma örgütü fesh etme bildirisi; Kurulan Komisyonun hain terörist başının ayağına gitme girişimleri , emperyalizme karşı kazanılan Türk Ulusal Bağımsızlık Savaşını, 30 Ağustos 1922 Dumlupınar’ını, 9 Eylül 1922 İzmir’ini, 11 Ekim 1922 Mudanya’sını, 24 Temmuz 1923 Lozan’ını, 6 Ekim 1923 İstanbul’unu ve 29 Ekim 1923 Ankara’sını yok sayan bir hadsizlik manzumesidir. Emperyalizmin bu sinsi tuzakları Kurtuluş savaşımız, Kuvayı Milliye destanımız ve Türk aydınlanma devrimleri ile nasıl bozulduysa şimdide öyle bozulacaktır. Ne diyordu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk 1921 de ’’ Biz, bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşmayı uygun gören bir mesleği izleyen insanlarız.” Son söz; ‘’Atatürk’ün bedensel varlığının artık aramızda bulunmamasından cesaret alan içteki ve dıştaki kimi olumsuz güçler, O’nun yeni Türk Devletini yaratma doğrultusunda ilk adımı attığı 19 Mayıs 1919’un üzerinden tam 70 yılın geçtiği bu günlerde, Atatürk devrim ve ilkelerine karşı, açık ya da kapalı saldırılarını doruğa ulaştırmış bulunmaktadır. Bundan daha kötüsü, plânlı ve sinsi bir çalışma ile, o devrim ve ilkeleri gelecekte yok etmek çabası içindeler. Bu durum karşısında Atatürk devrim ve ilkelerinin, toplumsal sorunlarımızın çözümlenmesinde ışık tutucu niteliğe ve yaratıcı güce sahip olduğuna inananlar, “Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurarak, O’nun devrim ve ilkelerinin gelecekte de egemen olmasına katkıda bulunma ve onlara bekçilik yapma zorunluluğunu duymuşlardır‘’ Kurucular Kurulu-19 Mayıs 1989 ” İşte bu sözler içinden devrim şehitleri verdiğimiz derneğimizin 50 yiğit yurtsever insanımızın görüşleri olarak tüzüğümüzde yer almış halen ve daha yüksek seviyede geçerliliğini bugünde korumaktadır. Bu manifestoda bize ışık tutan başta Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalist devrimciler ile Atatürkçü Düşünce Sistemi yol göstericiliğinde hazırlanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu CUMHURİYETİMİZ, VE KEMALİST DEVRİM başta bu coğrafyada ve dünyada sonsuza dek mazlum uluslara örnek olmaya devam edecek ve emperyalistler ile onun işbirlikçileri dün olduğu gibi bugünde yenileceklerdir” dedi.