“Dindarlığın SİYASETTEKİ  Teopolitik etkisi” Abidin Uyar yazdı

“Dindarlığın SİYASETTEKİ  Teopolitik etkisi” Abidin Uyar yazdı

Dindarlığın SİYASETTEKİ  Teopolitik etkisi ;   

 

 

Siyaset biliminde politik kararları etkileyen,bir başka ifade ile seçmen tercihlerini belirleyen en önemli faktörlerden Sosyopolitik faktöre (toplumun etkilediği politika) yeni bir faktör daha eklenmiş bulunmakta …   

 

Teopolitik  etki … 

(ilahiyatın/inancın etkilediği politika)   

 

Dindar bilincin siyasi tercihi  bizleri de helak eder mi?    

 

Benim öznel düşüncem,dindarlık sebebi ile inanç, politik süreci belirlerse, bilimsel görüş, siyaset bilimi ve felsefesi  dışarıda  kalır . 

 

Çünkü orada seçmen için tek ölçü duyguları dır. 

İnançlarıdır …

 

Onlar nesnel gerçekliğe itibar etmezler… 

 

Namaz ve diğer ritüeller destekleyeceği partide aradığı tek hakikattir.   

 

 

 

Ekonomik çöküş… 

 

Depremin kader ile ilişkisi… 

 

Adaletsizlik… 

 

İmar rantı için çıkartılmış imar  afları… 

 

Bilinçli bir şekil de yargının yozlaştırılması… 

 

Hukukun siyasallaşması… 

 

Kamu kaynaklarının talan edilişi… 

 

Doğanın tahribi… 

 

Denizin doldurulması… 

 

Nepotizm… 

 

Devlet eli ile belli güdümlü ve iktidara bağımlı sermaye yaratılması(basın ve  belli holdinglere kamudan kaynak akıtılması ) 

 

Özetle oligarşinin TUNÇ YASASI (Alman kökenli İsviçreli sosyolog Roberto Michelsin kazandırdığı bir kavram)  

 

Sonuçları itibari ile kaçınılmazdır . 

 

 

 

 

Fakat Allahın yasasında torpil yoktur  …  

 

 

 

Yani ;sosyolojik(toplumsal)fiziksel(bilimsel)yönetim tekniği ve bir çok bilimin kabul ettiği konularda Allah ta torpil işlemez (Japon toplumuna bakalım ) 

Kader budur … 

 

Kader; arının yediğini bala,yılanın yediğinin zehir’e çevirmesidir … 

 

Fay hattının kırılması,imar afları ile çürük,yasal olmayan binaların hukuk yolu ile aklandıktan sonra deprem karşısında yıkılması onların kaderidir. 

 

Veya yozlaşma,rüşvet,imar rantı,şikeli ihaleler,ahbap çavuş kapitalizmi ,gösterişli tüketim çılgınlığı ile kamu kaynakların yok edilişi ,kibir ,küstahlık,şımarıklık,partizanlık bir ülkenin mahvolmasındaki mutlak kaderidir. 

 

Bu kader Cuma günün yüzü suyu hürmetine,kandil gecelerinde edilen duaların yüzü suyu hürmetine değişmez.       

 

 

 

 

Felaket ve musibet sadece zulmedenlere isabet etmiyor …    

 

Mazlumlara, masumlara da isabet ediyor …  

 

 

 

Herhalde Allahın cevabı Enfal 25,de saklı …    

 

 

Bir de öyle bir fitneden sakının ki, içinizden sadece zulmedenlere isabet etmekle kalmaz. Şunu da bilin ki, Allah’ın cezası pek çetindir.   

   

Buradaki fitne ,tek anlam gelmez ..   

Nişanyan etimoloji sözlüğü ;  

Arapça ftn kökünden gelen fitna(t) فِتنة “1. ateşle yakma, 2. sınama, sınav, fikir ayrılığı ve kargaşa, yoldan çıkma, iç savaş” sözcüğünden alıntıdır.    

 

Toplumda kötülük yaygınlaşır, kötülükten sakındırması gerekenler de görevlerini yerine getirmez veya yetersiz kalırlarsa, ceza toplumun bütününe birden gelir.       

 

 

 

Üç tip dindarlık …   

 

 

Birincisi benim en tehlikeli gördüğüm oportünist dindarlık …   

   

Bu sınıfta olanların hiçbir  ahlaki ilkesi yoktur …   

    

Adaletsizlik ,nepotizm (eş dost kayırmacılığı),kamu malından haksız servet  elde etme,ahbap çavuş kapitalizmi (crony kapitalizmi (devlet eli ile fert zengin etme )yargının yozlaşması,muktedirin  halkın parası ile şatafatlı yaşamı,gösterişli,tüketim çılgınlığı konularında ahlaki ilke aramazlar…   

 

Sınıf çıkarları makyajlı dindarlığı altında sürekli aktiftir…   

 

 

Hiç renk vermezler …   

 

 

Dindar partilerde aktif siyasetin içinde değillerdir ama onların etkilemekte çok başarılıdırlar.   

 

 

Ve dindar iktidarlar tarafından sözü dinlenirler.   

 

 

Sürekli perde arkasındadırlar ..     

 

 

Hep kazanırlar(doların  

yükselişinden  ,enflasyondan,imar rantından vs vs )    

 

İkinci Grupta olanlar , bürokraside makam kapma yarışında oldukları için birinci gruptaki dindar oligarşi ile dirsek temastır.   

 

 

Bunlar Kültürel(antropolojik)dindar dır.  

 

 

İstedikleri atamaları görev değişikliklerini birinci guruptaki dindarlar eli ile yaparlar. 

   

Bir bakarsınız öğretmendir oradan bir Büyük şehrin  bilmem ne birimine müdür olarak atanırlar.   

 

Veya ilahiyatçı dır  ama  mesleği ile hiç alakalı olmayan mamalı bir işin başına getirilir.   

 

 

Üçüncü grupta olan dindarlar ise saf samimi hiçbir çıkarı olamayan  ama dine hizmet ettikleri inancı ile dindar görünümlü en zalim yönetici sınıfını büyük çoğunlukla destekleyip kötülükte  en önemli pay sahibi olabilirler  …   

   

Ancak hiç farkında değillerdir …  

  

Kesin inançlıdırlar …   

 

 

Tek ölçüleri  namaz ,baş örtüsü ,ve diğer ritüellerdir …   

 

 

Yolsuzluk ,şikeli ihaleler ,adaletsizlik ,kamunun parasını çalınması vs vs hiç ilgilerini çekmez…                    

 

 

 

Aşırı partili birey,akıl yürütmeyi hiç önemsemiyor.   

Tuttuğu partiyi savunma adına tüm yanlışlarını örtüyor.   

Lider tapıcılığı onu kullanışlı aptal yapıyor … 

   

Seçim bu seçmenle buluştuğunda demokrasi enkaz altında kalıyor   

 

 

Önce şunu söyleyeyim…   

 

Hepimizin  bir ayağı politik toplumun içindedir .   

 

Çünkü sosyal varlık olarak hepimizin politik talepleri vardır . 

 

İnsanların bir partiye oy vermesi ve desteklemesi  onun politik toplum içindeki ayağıdır…   

 

Son derece normal bir davranıştır.  

 

Ancak bir de politik toplumun üyesi olanlar vardır .   

 

İnsanların  bir bölümünün  kayıtlı partili olması onun politik toplumun bir üyesi olduğunun delilidir.   

 

Orada aktif görev alırlar …   

 

Burada artık partinin çıkarları söz konusudur … 

 

Bireyin şahsiyeti ve öz bilinç ortadan kalkar .   

 

Bireyin kendisi  yoktur  …    

 

Her  şekilde  tuttuğu partiyi (hangi parti olursa olsun ) koruma ve kolama görevi ile bir beşer canlısıdır…   

 

Beşer ile insan arasındaki felsefi ayrım da şudur…   

 

Beşer dirim bilimin konusudur.   

 

Yani biyolojinin konusudur .   

 

Ondan düşünmesi değil itaat etmesi istenir . 

 

Onunla  ne DİN ne FELSEFE  ne ŞAİR  ilgilenmez ..   

 

Çünkü şahsiyet denilen öz bilinç  beşerde yoktur .   

 

O aklını hiç kullanmaz.   

 

O kullanışlı canlıdır …   

 

(ÖR;Sinan Ateşin öldürülmesi ve sesiz kalıp zımnen bu cinayetin onaylanması gibi )   

 

Sadece dolgu malzemesidir…   

 

Duyguları ile karar verir …    

 

Duyguları ona küfretmesini söylediğinde ki söyler o küfreder.   

 

Bağırır çağırır.   

 

Hakaret eder…   

 

Slogan atar…   

 

Pejoratif kavramları istediği gibi karşındakine yapıştırır .   

 

Hain,ingiliz uşağı, kafir,orospu  vs vs  …   

 

Kendini  dışarıda bırakarak nesnel yargıda bulunur.   

 

Hep öteki haindir..   

 

Düşünsel becerisi  olmadığı için  

 

eleştiremez,aşağılar …   

 

 

Çünkü tartışmak bilgiye dayanır …   

 

Onda bilgi yoktur.   

 

Asabiyet vardır.   

 

Bu öyle bir kafes ve öyle bir zindan dır ki zincirlerinden kurtulup  özgürleşmesi  mümkün değildir .   

 

 

Peki eleştiri nedir ?   

   

“Eleştiri, düşüncenin namusudur.” der  

İhsan Fazlıoğlu  hoca..   

 

Kriter-Kritik –Kriz

 

Yunanca da aynı kökten geliyor …

 

Şimdi buna göre KRİTER  ;

 

eskiden evlerimizde bulunan bakliyat elemek için evlerimizde bulunan elek dediğimiz alet ,un da dahil buna…

 

Eleştiri  kelimesi de buradan türemiş…

 

KRİTİK İSE  o aletle yaptığımız iş …

 

Yani eleme faaliyeti

 

KRİZ ise bu aletin bozulması ve artık KRİTİK yapmaya müsait olmama durumu

 

Kapalı toplumlar da birey zincirinin  kırılmasına izin vermez …

 

 

 

 

 

Aklı tutsaktır.

 

 

 

 

 

Platon onu çok güzel izah eder..

 

 

 

Platonun mağara alegorisi budur …

 

 

 

 

 

Platonun mağara alegorisi budur …

 

 

 

“Bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş oturmaya mahkumdurlar.

 

Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların, hayvanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler.

 

Bu mahkumların sahip oldukları bilgi, onların gözleriyle ve kulaklarıyla kazandıkları duyusal bilgidir ve bu görsel bilgi duvardaki gölgelerin, yani görünüşlerin bilgisidir.İçlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür.

 

Kendide gördüklerine inanamaz İnsan için yanılgılardan kurtulmak, eski alışkanlıkları terk etmek çok güç olduğundan, o muhtemelen yeni duruma alışamayacak ve daha önce görmüş olduğu şeyler, ona daha gerçek görünmeye devam edebilecektir ve tekrar içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar ama içerdekileri, duvarda gördüklerinin yansıma olduğuna ve gerçeğin mağaranın dışında cereyan etmekte olduğuna inandırması imkansızdır.”

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM