CEMAL KIRGIZ YAZDI “SEDAT PEKER 96’LARIN GEMLİK BAĞLANTILARINI DA ANLATIR MI ACABA?

CEMAL KIRGIZ YAZDI “SEDAT PEKER 96’LARIN GEMLİK BAĞLANTILARINI DA ANLATIR MI ACABA?

“Kötülük Ölmüyor. Asla Ölmüyor. Sadece Yeni Bir Yüze, Yeni Bir İsme Bürünüyor”

TESS GERRİTSEN

 

Gemlik Adliyesinde görevli, birçok davamın da Hâkimi olan Suat Laçinok telefonla aradığında, inanmamış, şaşırmış ve Ti’ye alındığımı sanarak, okkalı bir küfür edip ahizeyi suratına kapatmıştım. 1990’lı yıllarda Gemlik’te gazetecilik yapmak gerçekten kolay bir iş değildi. Haber adına bir davet veya istihbarat adına değilse, genelde ofis telefonlarından arandığında ya küfür yerdin, ya da tehdit işitirdin. Bu nedenle, devletin şefkatli sesini duyduğunda, şaşırmamak, inanmamak ve Ti’ye alındığını sanmak normaldi.

Hâkim Suat Laçinok, tekrar aradığında, inanmak zorunda kaldım ki, ikna ediciydi. Özür faslının ardından, Hükümet Binasındaki ofisine davet etti. Ofisi kapatıp, hemen yanına gittim. Gemlik’te emekli olduktan sonra MHP’den Belediye Meclis üyeliği de yapan Sayın Laçinok’u, her davamda, karşısına çıktığımda, nedense Yeşilçam’ın babacan oyuncusu Hulusi Kentmen’e benzetirdim. Suç unsuru dava hangisi olursa olsun, duruşu, ses tonu, soru soruş tarzı ve senin savunmanı yaparken ki, dinleyiş biçimi, pos bıyıklarına, kırlaşmış saçlarına ve yüzünden eksiltmediği tebessümüne çok yakışırdı.

Ofisine girip, yeniden özür dilemek zorunda kaldım. Çok sayıda davam vardı ve nedense bütün davalarımın hâkimi Suat Laçinok’tu. Ve ben kendisine, (oysa ses tonunu ezberlememe rağmen) telefonda inanmadığım için, şaşırdığım ve Ti’ye alındığımı zannettiğim için küfür etmiştim. Özrümü kabul etme ve dahası, öyle pat diye aradığı için, bana hak verme lütfünü gösterdi. Davalarım olmasa, daha çok sever ve sayardım aslında kendisini. Çayları söyledi, çaylar geldi, şekerini karıştırırken, o Hulusi Kentmen gülüşünü takınarak konuştu:

“Ulan, tipine bakıyorum mazbut, sevecen, aklı başında bir adama benziyorsun. Davalarına bakıyorum, tam bir bela gibisin. Yavrum, biraz yavaş gitsene! Haftanın her günü karşıma gelmek zorunda mısın?”

Polisiye gerilim romanlarının çok sevdiğim yazarı Jean Christophe Grange, Sabah Gazetesine verdiği bir röportajında, “Ben aslında iyi bir insanım ama romanlarımdaki karakterlerim kötü” demişti. Ben de, ekledim:

“Ben aslında, dediğiniz gibi mazbut ve iyi bir insanım ama Gemlik ve içindeki birçok karakter kötü! Ne yapayım, gazeteciliği ve yazmayı mı bırakayım?” demiştim.

Davalarım arasında 25 Temmuz 1996 sabahı kurşunlanmam, 19 Mart 1999’da Umurbey’de tarikat evinin yıkılışında bağ makaslarıyla saldırıya uğramam, Aydınlık Dergisinden öğrenip, genişleterek yazdığım bir haberin, tekziple sonuçlanan davasının kamusal devamı, insanlık kazası sonrasında cezaevine girmeme neden olay ve birkaç kavgaya karışma konuları bulunuyordu. Bir de bunlara boşanma davam eklenmişti. Takvim yaprakları 2000 yılının Şubat ayını gösteriyordu. Ve ben milenyuma böyle girmiştim. Düşününce, Suat Laçinok’a hak vermemek mümkün değildi.

Öz yaşam öykümden kesitleri biraz daha başa saralım:

31 Ekim 1996 akşamüstü saatlerinde, gazetelerimi, dergilerimi okumuş, haberlerimi yapmış, ezeli dost ve ağabeyim Şair Emre Gümüşdoğan ile kafaları çekip, “Ne olacak bu ülkenin hali?” minvalinde sohbetimizi yapıyorduk. Emre Gümüşdoğan’da, eğitimciliği döneminde Eğitim Sen Başkanlığı yapmış, sürgünlerden fazlasıyla payını almış değerli bir insandı. Buna rağmen benim gibi Gemlik’i nedense bırakmayan, bu kente âşık ender insanlardandı.  Telefonum bir kez daha çaldı. Arayan Bursa basınının duayen isimlerinden ve yazılarımda en çok faydalandığım gazetecilerden Adnan Baştopçu ağabeyimdi.

“Seni kurşunlayanları bulduk Cemalciğim” dedi.

“Ha sektör!” nidası çıktı ağzımdan. Yine şaşırmış ve bir kez daha hayretler içinde kalmıştım. Nihayetinde, “Kimlermiş?” diye sorabildim.

Adnan Baştopçu ağabeyimin keyfi yerindeydi, gülerek yanıtladı: “Kızıl Ordu Örgütüymüş” dedi.

Ben de yine ve yeniden, “Ha Sektör!” nidasını ekleyip, “Ağabey yapma gözünü seveyim, ben kendim kızılım zaten, ne kızılı, ne ordusu, ne örgütü, beni vuranlar halen yakalanmasalar da belli. Üç kuruşluk mafya bozuntuları” dedim…

O gün yayınlanan Aktüel Dergisini almamı istedi Adnan Ağabey.

İki markette, toplam 12 tane Aktüel Dergisi bulup aldım. Birkaç bira eksik içecektik ama Benden bahseden üstelik kapakta ismimin geçtiği çok satan bir dergi söz konusuydu.

Dergi kapağında, Sezen Aksu’nun fotoğrafı vardı. Manşetinde ise, “Vehbi Koç’un Cenazesini Kızıl Ordu Kaçırdı” haberi duruyordu. Sezen Aksu’nun, sol yanağına gelecek şekilde de, Kızıl Ordu Örgütünün Türkiye Genelinde üstlendiği sözde eylemleri içeren bir bildiri fotoğrafı vardı. 10. Maddesinde, benim 25 Temmuz 1996 tarihinde kurşunlanmamı üstlendikleri maddesi yer alıyordu.

Şimdi, sonrasına bakalım. Hatta yıllar sonrasına. FETÖ orduyu, yargıyı, sanat camiasını ve basını ele geçirirken, Sezen Aksu gibi değerli bir sanatçımız, babasının FETÖ’nün kurucusu olmasıyla itham edildi. Vehbi Koç olmasa da, oğulları, torunları, Gezi olaylarında hedefe konuldu. Çocuklarının yönetim kurulu üyesi olduğu bir futbol kulübüne FETÖ operasyonu yapıldı. Halen bir imam çıkıp, Koç Ailesinin Sabeteyist olduğu iftirasını atmakta. Bu nedenlerle bir Beşiktaş, bir de Fenerbahçe’yi severim zaten. Kızıl Ordu diye bir örgütün olmadığı, bu örgütün aslında FETÖ bağlantılı, medyayı kullanarak, hedef saptırma asparagası olduğu da ortaya çıktı. Vehbi Koç’un cenazesini de, uyuşturucu bağımlılarının çaldığı ortaya çıktı…

28 Haziran 1996’da, doğum günümü kutlamak için Kumla’da bir restorana gidecektim. “28 Haziran çok önemlidir” demiştim, “Neden önemlidir?” ağabey diye sormuştu; Şair Süleyman Veysel Okur.

“Birinci Dünya Savaşının çıkış tarihidir, Jean Jack Rousseau, Türkan Şoray, John Dillinger, Luigi Pirendello, Kathy Bathes, John Cussack, Belgin Doruk, Nazlı Eray, Cenk Çalışır, Elon Musk ve Sedat Peker gibi isimlerin doğum günüdür. En önemlisi de Cemal Kırgız’ın doğum günüdür” demiştim. Değerli kardeşim Süleyman Veysel Okur, Elon Musk ve Sedat Peker gündeme gelince, geçen haftalarda bu konuşmamızı hatırlatmıştı bana…

Sevgili Süleyman Veysel Okur kardeşim, “İnsan Çiftliği” isimli şiir kitabını heyecanla bekliyorum. Biliyorsun, şiir yazdı diye hapse girenlerin, Cumhurbaşkanı olduğu ülkedeyiz. Senin yolun açık olsun, sen şair kal yeter kardeşim…

Neyse, 1990’larda çalan telefonlar pek hayırlı gelmez demiştim ya; doğum günüme giderken çalan telefonda hayır getirmemişti bana. Telefondaki kadın, feryat figan ağlıyor, kendisinin 9 ayrı suçtan aranan, ancak jandarma ve polis tarafından korunduğu için bir türlü yakalanmayan, eski ve sabıkalı sevgilisinin dövdüğünü söylüyordu. İşin ilginci, bu şahsın Kumla’da oturduğunu ve şikâyet etmesine rağmen kimsenin işlem yapmadığını öne sürüyordu. Üzülmeme rağmen kendisine, “Polis, Jandarma, Hâkim ve Savcı olmadığımı” söyleyip, savcılığa başvurmasını önerdim. Kadının telefonları susmadı. Konuyu dönemin Gemlik jandarma bölük komutanına anlattım. Operasyon yapacaklarını söyledi. Operasyonu birkaç gazeteci arkadaşımla takip ettim. Söz konusu sabıkalı şahıs, adamları ile birlikte ele geçirildi. Gemlik’in yerel mafyası tarafından korunup, kollandığı detayı da vardı. Mahkemeye sevk edilip, tutuklandı. Biz de haberini yaptık doğal olarak…

Ama satışa gelmiştim. İstihbaratın benden gittiğini, operasyona da bizzat katıldığımı jandarma komutanından öğrenen bir takım tipler, önce telefonla uyarı, tehdit, her ne derseniz deyin, beni ikna etmeye çalıştılar. Sonra da, Balıkpazarındaki evimin önünde, o dönem 8 aylık bebek olan kızımla yavru kedileri sevdikten ve onu eve çıkardıktan sonra da sol bacağımdan kurşunladılar. Aslında kiralık tetikçi, ben kurşunlandığımı anlayıp, üzerine hamle yapınca ikinciyi de sıkmaya çalıştı ama Allah’ın sevgili kuluydum işte, silah tutukluk yaptı. Bir ayağı aksayan tetikçi, kendisini üç kişinin beklediği dandik ve eski model bir arabayla kaçmayı başardı. O dönem Gemlik Kumla bağlantılı çevre yolu da yoktu. Eşkâli, araba markası, araba rengi, araba plakası da belirlenmişti. Ancak, yakalanamadılar. Sadece araba plakasının üç gün önce Bursa’da beş yol mevkiindeki bir tamirciden çalıntı olduğu ortaya çıktı. SSK Hastanesine kaldırıldım, kendi ayağımı, oradaki bir esnafın getirdiği bir bezle kendim sardım. Polis 15 dakika sonra, ambulans 25 dakika sonra gelmişti, kan kaybediyordum ve beni SSK Hastanesinin acil giriş kapısının arkasındaki koridorda bekletiyorlardı. Değerli bir Emniyet mensubuna, (değerli diyorum çünkü, polis çocuğuydum, bir şekilde sevgisi olmasa da polis saygısı oluyordu her halükarda)  SSK hastanesinde yatarken ve o ifademi aldıktan sonra başımda boş yere beklerken, “Ne oldu, yakalandı mı şerefsizler?” diye sormuştum. Aradan bir saatten fazla süre geçmişti. “Yok. Kaçtılar” demişti. “Allahtan, ayağıma sıktılar, ya kafama sıkıp, öldürselerdi ne olacaktı?” dedim, şefkat dolu bir sesle, gülerek, “o zaman yakalardık!!!” demişti.

Sonra, olayı duyan Gemlik Devlet Hastanesi Başhekimi Vedat Ökter yanıma geldi. “Halen, Ambulans bekliyoruz” yanıtını alınca, adeta çıldırdı ve Devlet Hastanesi Ambulansını göndererek, beni Bursa’ya yetiştirdi. Allah razı olsun.

Gemlik, 1970’lerin başında, dönemin çok satan gazetesi Günaydın’ın manşette verdiği söylenen, “Teksas Gemlik” haberinden sonra iflah etmiş bir yer değildi elbette. 1980’lerde Kurtarılmış Bölge ilan edilen ilçenin adı da Gemlik’ti. Zafer Köse’nin, “Neydi O Gelecek Bayramlar” ve “Sarsılmak” kitabıyla, Erol Erkılınç’ın, “Dersim Küba Hattı Dudaktan Fışkıran Kan” isimli kitapları, o dönemi çok iyi anlatır.

Bahriye Üçok, Muammer Aksoy (Anayasa Profesörü Muammer Aksoy’un ismi, SHP’li Belediye Başkanı merhum Nezih Dimili zamanında Gemlik’in ikinci kordonuna verilmişti. 1994 sonrasında, meclis kararıyla ismi değiştirilip, Emin Dalkıran Kordonu oldu) Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Musa Anter, Turan Dursun ve Sedat Peker’in videolarında değindiği, Kıbrıslı Gazeteci Kutlu Adalı 90’lı yıllarda katledilen değerlerimizdi. Gemlik Körfeze Bakış Gazetesi sahibi, değerli ağabeyim Bülent Ülkü’de 1992’de derin devlet tarafından katledilmişti. Bunlara Turgut Özal’ı, Eşref Bitlis’i de ekleyebiliriz. Hatta 2009 da suikastların devamı bağlamında Muhsin Yazıcıoğlu’nun katledilmesini de.

Ama 1996 Temmuz ayı bir başkaydı. Kıbrıslı Gazeteci Kutlu Adalı 6 Temmuz’da, Kumarhaneler Kralı denilen Ömer Lütfü Topal’da 27 Temmuz’da öldürülmüştü. Büyük Cemal Kırgız’da 25 Temmuz’da kurşunlanmıştı! Devlet-Mafya-Ticaret-Tarikat dörtgeninde Türkiye’yi sarsan cinayetler, kanlı olaylar yaşanıyordu.

Yani 25 sene geçmesine rağmen, sadece sol bacağından kurşunlanmış ben, üstelik birasına halı saha maçlarında gol kralı olmuş ben; faili meçhul kalmasına rağmen, öldürülen değerlere bakınca, şanslı sayılırdım.

1998 yılında Doğu Perinçek’in “Aydınlık Dergisi” Susurlukta trafik kazasında ölen derin devletin adamı Abdullah Çatlı’ya atfen, “Çatlı’nın Veliahdı Saral” manşetiyle çıkmıştı. Dergiyi her hafta alır, İşçi Partili gençlerle de haberlerini tartışırdık. Aydınlık Dergisi’nin Çatlı’nın Veliahtı dediği Zeki Saral, Gemlik’in sayılan ülkücülerinden değerli iş insanı Zeki Saral ağabeyimdi. Dergiye göre, Susurluk olaylarında ismi geçen özel harekâtçılarla, İbrahim Şahin ile falan, Ege’deki bir yerde, Zeki Saral’ın Meditarian isimli otelinde toplantı yapıldığı öne sürülüyordu. Zeki ağabeyi aradım. Oldukça samimi ve gülerek, “Cemalciğim, bu derginin haberlerine inanma, sadece yemek yedik, hepsi eski dava arkadaşlarım, büyütecek bir şey yok” dedi. Ancak bu her yerde olduğu gibi bende de haberdi. Derginin iddialarını spota alıp, Zeki Ağabeyin açıklamalarını ekleyip, çalıştığım Bursa Olay, Cumhuriyet, Akşam gazeteleriyle, Gemlik Çağrı gazetesine haberi geçtim. Bir de Gemlik Çağrı Gazetesine yorum yazısı yazdım. Siyah Mercedesler, Beyaz Toroslar meşhurdu. Gemlik’te bu marka araçların arttığını, Gemlik’in neden mafya mensuplarının geçiş noktası olduğunu falan ekleyip, Uğur Kılıç Çakıcı’nın 1995’te Uludağ’da öldürülmesi öncesinde de, bir takım karanlık tiplerin Gemlik’te gezindiği duyumlarını aldığımı ifade ettim.

Mahkemelik oldum. Cumhuriyet Başsavcılığına ifade vermem isteniyordu. İsmi bende saklı bir savcı, “yazdıklarına inanıyorum, o nedenle git, sonra gel” dedi. Birkaç kez daha ifade vermek istedim ama bu devlet adamı saygın savcı tarafından her seferinde geri gönderildim. 2019 İstanbul Seçimlerini kaybeden AKP İl Başkanının dediği gibi; “bir şeyler oluyordu ama ne oluyordu?” işte o belli değildi. İnsanlık kazasına uğrayıp, cezaevine girince, ifade veremediğim için tekzip davasını kazanan karşı taraf, Cumhuriyet, Akşam, Bursa Olay ve Gemlik Çağrı gazetesine tekzibi yayınlattı. Tekzip yemeyen tek yayın organı ise bütün meselenin ve iddiaların başı Aydınlık Dergisi oldu. Yıl 2021. Doğu Perinçek’in Cumhur İttifakını desteklemesine asla şaşırmıyorum.

28 Şubat 1997’de de o planlı darbe sonrası ilginç şeyler oluyordu Gemlik’te. Bir dakikalık karanlık eylemleri, önüne gelenin tarikatlara yönelik tepkili açıklamaları, Kaymakamlık ve Halk Eğitimi Merkezi tarafından düzenlenen en iyi yemek yapma yarışmasında kazanan başörtülü bir kadına önce ödülünün verilmesi sonra kurumlar arasında yaşanan kaos, provokatörlerin PTT’ye ait kontörlü telefon kabinlerine bağladıkları bomba süsü verilmiş çantaları ki (bunları yapanlardan bir kaçını yıllar sonra tanıdım!) toplantılara yönelik yapılan bomba ihbarları, başörtülü öğretmenlerin sınıflara alınmaması, emniyet, jandarma ve yargıda bitmek tükenmeyen atamalar, sürgünler, İmam Hatiplilerin yaptığı karşı eylemler, Bursa Valisi Orhan Taşanlar’ın Gemlik ziyaretinde, Kaymakam, güvenlik güçleri ve yerel yöneticilere yönelik, Umurbey’deki kaçak tarikat evini kast ederek “Daha yıkmadınız mı bunu?” fırçası, sonrasında yıkımda yaşanan kavgalar ve bendenize yönelik bağ makaslı saldırı, bu tarikat evi haberi ve şahsıma yönelik saldırı sonrasında, hiç ummadığım Gemlikli tiplerin, davamı geri çekme yönündeki tuhaf uyarıları, konuşmaları, ikna etmeye çabalamaları, hatta Sayın Hakim’im Suat Laçinok’un bile, bu konuda bana serzenişte bulunması, FETÖ’nün hoca efendi olduğu bu yıllarda, buna rağmen yazılarında toplumu FETÖ’ye karşı uyaranlara, mesela Çağrı Gazetesi yazarı değerli eğitimci Feza Atasayar’a yönelik mensuplarının tehditleri, yerel ve genel mafyanın palazlanıp, Gemlik sınırları içinde çok görülmeleri ve iş birlikleri 1997-2000 döneminin önemli gelişmeleriydi.

Susurluk sonrasının önemli aktörleri de Gemlik’e gelip gidiyorlardı, Zeki Saral ağabey bir keresinde, “İbrahim Şahin’in, Ayhan Akça’nın falan selamı var. Dün Gemlik’te yemek yedik, senin kulağını çınlattık” diye espri bile yapmıştı! “Keşke arasaydın ağabey, iki tek atar, derin meseleler konuşurduk” diye cevap vermiştim.

İbrahim Şahin, bir süre sonra Gemlik Umurbey altında trafik kazası geçirdi. Ölümden döndü. Bu kaza sonrasında da devam eden davalarda, Susurluk’ta ismi geçen çok sayıda özel harekâtçı kardeşimiz Gemlik’e gelip gittiler. MHP’li meclis üyesi, Sayın Osman Durdu sayesinde, bir kısmıyla birebir tanışma fırsatım da olmuştu böylece.

Gemlik, Deniz ve E 5 karayolu bağlantısı, coğrafik özellikleriyle hep mafyanın ve derin devletin önemli kentlerinden birisi oldu. 2000’lerde bunlara büyüyen limancılık sektörü, serbest bölge, sanayi kuruluşları falan eklendi. Alaattin Çakıcı, Sedat Peker, hapisten çıktıktan sonra Mehmet Ali Ağca’nın sık sık Gemlik’e geldikleri, bazen Gemlik’te korunup, saklandıkları da biliniyor. Gündemin bir numaralı suç örgütü lideri Sedat Peker, Orhangazili meslektaşımız, İrfan Aydın ile halen hesaplaşma içinde örneğin. Geçtiğimiz yıl adamlarını yollayıp, bacaklarına 4 kurşun sıktırmıştı. Her ne kadar videolarında ben bu işi yapmadım dese de, Değerli meslektaşım İrfan Aydın’ın Sedat Peker ve bölgedeki faaliyetleri ile yaptığı haberleri ve videoları bilmeyen yok. Sedat Peker’in, “Bir tripota bir kameraya yenileceksiniz” sözleri de, aslında İrfan Aydın’a aittir.

Bir de köfteci Yusuf’a çökme olayı gündeme geldi. İddialara göre, bir marka olan köfteci Yusuf’un, “domuz eti” yediriyor, “hijyene önem vermiyor” şeklinde sosyal medya ve medya propagandası ile itibar kaybına uğratılmasının planlandığı öne sürüldü. Köfteci Yusuf’un Gemlik’te de bir şubesi bulunuyor. Ve bir-iki yıl önce, bazı meslektaşlarımız, bilerek ve bilmeyerek, bu kampanyaya alet olan haberler yapmışlardı. Araya ilan verme olayları girince de konu kapanmıştı. Gemlik medyasıyla da önemli bir şehir gerçekten!…

Suç örgütü lideri Sedat Peker, Kutlu Adalı ve Uğur Mumcu cinayetlerine dikkat çekerek, Mehmet Ağar ve Korkut Eken’i işaret etti. Videolarını şimdilik acı tebessümle izliyorum. Çünkü daha dört yıl öncesi, biz vatanseverlerin kanıyla banyo yapacağını söyleyen birisinin, her sözüne balıklama atlayıp, inanıp, bunun üzerinden yazı yazacak ve yorum yapıp, siyaset güdecek birisi değilim.

Uğur Mumcu, 20 Eylül 1992 tarihinde, “Dipsiz Kuyu” isimli yazısında:

“Ortadoğu, emperyalizmin kol gezdiği, terör örgütleriyle çeşitli istihbarat örgütlerinin kanlı ve kirli oyunlar oynadığı karanlık ve dipsiz bir kuyudur. Bu karanlık ve dipsiz kuyuda cinayetler birbirini izler. Kim, kimi, neden öldürüyor? Bu sorunların yanıtlarını anında bulmanın olanağı da yoktur. Olaylar yıllar sonra aydınlanır. O da bir kısmı…” diye yazmıştı.

İşte o bir kısmı aydınlanırsa ne mutlu bize.

Sedat Peker’in Reality Şov tadındaki videolarında, ilgimi sadece, tek adam rejiminin, siyasal İslamcıların, holdingleşen tarikatların, ordunun, güvenlik güçlerinin ve yargının geldiği noktada, bu güç odaklarıyla ne tür alış veriş içinde olduklarının vurgusu çekiyor. SETA’lar, Pelikancılar, Tarikatlar, Bilumum Siyasal İslamcılar, gücün, paranın ve güç odaklarının merkezinde, hangi kirli ilişkilere girdiler, belki onlar ortaya çıkar diye umutlanıyorum. Yoksa AKP’nin kurumsal olarak, tüm bireyleriyle birlikte, 2000’lerin başında, !mafyayı temizledik” hezeyanlarının, iktidarda kaldıkça, akçeli ilişkiler ağı nedeniyle, ikizine bürünmesi zaten bilinen bir gerçek ve hiç ilgimi çekmiyor. Güvendikleri, çok sevdikleri İçişleri Bakanları TV’de eski İçişleri Bakanına atıfta bulunarak, para sayma makinesinden bahsediyorsa, halen 128 milyar doların ve şehit paralarının ve deprem paralarının hesabı verilemiyorsa, Rıza Sarraf veya Sedat Peker’in ya da FETÖ’nün kim tarafından maşa olarak kullanıldığı o kadar önemli değil.

Sevindirici yanı da, halk ve toplumun genelinin de artık eskisi gibi olmaması.

Neticede sol bacağına kurşun yemiş ve failleri meçhul kalmış bir yerel gazeteci olarak, Gemlik’te özellikle 1990’lı yıllarda, 1996’da mesela, neler yaşandığını gerçekten merak ediyorum.

Belki, Sedat Peker Narkoz Dizisinden daha zevkli hale gelen videolarında, birkaç cümle de bundan bahseder diye yazıyorum.

Partili Cumhurbaşkanı, “Daha neler olacak neler?” dedi.

Bir de gerçekten o neleri merak ediyorum.

Yaşamış ve sınanmış biri olarak, bu kez pek şaşıracağımı sanmıyorum…

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM