Gemlik’in son dönem en popüler ve başarılı gazetecilerinden biri olan, değerli kardeşim, Feyzi Sarıkaya, cep telefonumdan aradığında, Avcılar lokalinde oturmuş, sabah çayımı içerken, bir yandan da sigaramı tüttürüyor, ayrıca her gün kendime bir ceza vermişçesine aldığım ve almak zorunda hissettiğim “Olay”, “Sabah”, “Star”, “Hürriyet”, “Cumhuriyet”, “Milliyet”, “Aydınlık” ve “Sözcü” gazetelerini masaya yaydırarak göz gezdiriyordum.
“Abi Nasılsın”
“Bom b..k”
“Her zamanki gibi, diyorsun yani!”
“Avcılar da çay içiyorum. Gel.”
“Abi, gel seni film setine götüreyim. Küçük bir rol var. Sana çok yakışır”
Bar Kelebeği Filmi, Yazar Charles Bukowski’nin öz yaşam öyküsünün bir kesitini anlatıyordu. Yazar Charles Bukowski, kendi yaşam öyküsünden senaryolaştırılan bu filmde, üstelik bir bar sahnesinde yer almış, alkolik bar müdavimlerinden birisini canlandırmıştı. Nedense o saniyenin on milyonda biri mikro altı saliselerde bu sahne geldi aklıma…
“Bar sahnesi için çok geç. Ramazan ayı geldi kardeşim”
“Yok abi, rol bile yapmayacaksın. Olay yerine giden ilk gazetecilerden birisini canlandıracaksın. 30 yılda kim bilir kaç kez yaşadın sen bunu?”
10 Ocak’tan bu yana Gemlik Haber Gazetesini sevgili Serhat Seferoğlu ile birlikte çıkarıyorduk. Ve Gemlik Haber Gazetesi sahibi Serhat Seferoğlu o gün kutsal bir görev için Gürcistan’ın Batum Kentine gitmişti. Gazeteyi çıkarma işi tamamen bana kalmıştı. Üstelik hava çok güzeldi. Şairin dediği gibi, “Beni bu havalar mahvetti” kıvamında, insanın çalışma şevkini yerle bir ediyordu. Kıvırdım tabii ki…
“Kardeşim, bugün hiç havamda değilim, hem yüzümü birkaç dakikalık rollerde eskitmek istemiyorum” dedim sertçe.
“Abi, Gemlik’te bir film çekiliyor ve üstelik sen haberini de yazdın ve bu film de nasıl oynamazsın ki?” diye ısrar etti.
Bir yandan bu ısrardan kaçınmak, bir yandan da bunu Feyzi Sarıkaya’yı kırmadan yapmak isterken, bir yandan da büyük oyuncu havalarına giriyordum… İçimdeki çoklu kişilikler dans ediyordu… Mademki bu filmde bana ihtiyaç vardı, özümde her daim saklı tuttuğum sanatçı kimliğimi ve sanatçı kaprisi ile dolu benliğimi ortaya döktüm.
“Her filmde görünemem ben kardeşim. Sanatsal olmalı, iddialı olmalı. Ödül alacak kadar sinematografik olmalı” dedim.
“Altın Portakal, desem?”
“Kesmez kardeşim”
“Cannes?”
“Olabilir, ama yetmez kardeşim!”
“Ya, Oskar desem?!”
“Anlaştık!”
Sinema sektörüne böylece ilk adımı atmış oldum.
Benim de oynayacağım bölümler, Uludağ Üniversitesi Gemlik Yerleşkesi önünde çekiliyordu. Gemlik Belediyesinin geçtiğimiz aylarda yenilediği balıkçı barınağı o gün doğal haliyle, tam bir film seti gibi görünüyordu.
Gemlik Halk Dansları Folklor Derneği Başkanı Çağrı Selçuk gözüme çarptı. Buradan oraya koşturuyor, talimatlar yağdırıyor, kan ter içinde soluyordu. Bir dönem Belediye’de de mesai arkadaşım olan Çağrı Selçuk, Gemlik’e çok sayıda dansçı yetiştirmiş, ulusal ve uluslar arası alanda halk dansları ve folklor branşlarında ödüller kazandırmıştı. Sette genç insanlar da vardı.
Feyzi Sarıkaya’yı yanıma çağırdım.
“Film seti dedin ama Çağrı burada, halay başı olmayacağım değil mi?” diye sordum.
Çağrı Selçuk filmin sanat danışmanıydı. “Kısır Döngü” isimli filmin Gemlik’te çekilmesinde en büyük pay onundu.
Çay, su, sigara içip, koşuşturmaları izliyor, bir yandan da Gemlik Haber Gazetesine yazacağım haberleri düşünüyordum.
Çağrı Selçuk, elime tavuklu sandviç ve ayran tutuşturdu. Sonra Gemlik’in en lezzetli böreklerini yapan Nihat Semiz geldi. 2 tepsi sıcacık, taptaze kıymalı ve peynirli börek getirmişti. Onu da afiyetle yedik. Sinemacı olmak, artist olmak böyle bir şeydi sanırım. Yiyip içerken, aşk ile meşk ile kendinden geçerken, rol sıranı bekliyordun…
Filmin Belçikalı ödüllü kameramanı David ile de tanıştık. “Standart Liege?”, “Brugge?” , “Anderlent?” diye sordum, tercüman da ona iletti. Ama David, setin hem makyajını yapan hem de gazeteci ve polis rollerinde olan Türkan ‘a ve Talip Demiralay’a (Allah Rahmet Eylesin) bakarak, “Beşiktaş!” dedi. Gazeteci rolünü oynayacak Talip’in üzerinde “Beşiktaş” forması vardı… Helal sana Talip! Aslanım David! Kara Kartalım David!…
Sonra tekneyle yanımıza filmin usta yönetmeni Sümeyya Kökten geldi. Deniz çekimlerini bitirmişti. Hem Fransızca hem de Türkçe talimatlar yağdırdı. Seti gezdi, oyuncularla bir sonraki sahnede yapacakları rollerini tekrarladı. Feyzi Sarıkaya, Yönetmen Sümeyya Kökten ile de tanıştırdı beni. Yönetmenin daha önce çevirdiği iki filmini izlemiştim. 3 yıl önce “Vesvese” isimli filmini de izledikten sonra kendisi hakkında araştırma yapmıştım. Belçika doğumlu başarılı bir Türk yönetmendi. Kısa süreli sohbet edip, resim çektirdik.
Setten kovulma pahasına, sorusu üzerine, “Vesvese” filminin sonunu beğenmediğimi söyledim. Olgun insanmış. Kovmadı beni! Gülüp, “Vesvese 2’yi” çektiklerini söyledi. Cin ikinci filmde intikam için gelecekmiş. Efektler, makyajlar, müzik ve gerilim ile korku dozu daha yüksek olacakmış… İnsanlar gerçek saygı yerine, korkudan saygıyı yeğliyorlar maalesef! Ben de neden öyle olmasın ki, dedim kendi kendime ve tüm muhteşem sırıtışımı da yüzüme yapıştırarak,“Vesvese 2’de güzel bir makyaj ile Cin rolünü oynayabilirim” diye teklifte bulundum, Usta yönetmen Sümeyya Kökten’e…
“Bakarız, neden olmasın” deyip, gülerek kibarca geçiştirdi beni…
Türkan’ın yaptığı makyajla denizden çıkacak ceset rolünü oynayacak kızımız girdi sahneye. Zombi ler yanında halt ederdi. Hele bir yara makyajı vardı ki, görenin ödünü koparmakla kalmıyor, “kim, hangi onun bunun çocuğu yaptı lan! bunu kızcağıza” diye insanda isyan hissi uyandırıyordu.
Burak Hakkı, Fatma Girik, Ececan Gümeci ortalarda yoktu. Buna karşın, Oğuz Galeli ve Serra Erciyes’te setteydi. Yapımcı İlhami Beyle de tanıştık. Film için umutlu olduğunu söylüyordu.
Rolümüzü sordum Feyzi’ye tekrar. Yönetmen Sümeyya Kökten ve komiser rolünü oynayan Ferhat Kahraman ile Gökhan Bursalı, yardımcı oldular bize. Denizden kız cesedi çıkıyor, polisle birlikte olay yerine ilk gelen gazeteci ve kameramanlar bizler oluyorduk. Filmin başrol oyuncusu Oğuz Galeli, kendisine olayla ilgili sorular soran, heyecanlı biz gazetecileri def edin diye talimat veriyor, komiser rolündeki Ferhat Kahraman’da bizi olay yerinden kovmak için çaba gösteriyordu. Soruları Feyzi Sarıkaya soracaktı. Ben, Talip Demiralay ve birkaç gazeteci rolündeki arkadaş da yancı olacaktık. Bu kadardı işte!
Önce denizden ceset çıkarılma sahnesi, polisler ve Emniyet Amiri Oğuz Galeli’nin olay yerine geliş sahneleri çekildi. Sırada gazetecilerin sahnesi vardı. O sırada birisi, “Denizden ceset, Savcı talimatı olmadan çıkmaz” dedi. Ben de Belediye kamelyalarından birisine oturmuş, kamera arkası görüntüler çeken Feyzi ve diğer oyuncuları seyrediyordum. Oyunculardan birisi, “Biraz önce takım elbiseli, uzun boylu biri buralardaydı, tam Savcı olacak adamdı” dedi. Diğeri, “Hakikaten ya, nereye gitti o abi” diye seslendi. Yönetmen Sümeyya Kökten’de o takım elbiseli uzun boylu kişiyi arıyordu. Hiç üstüme alınmadan sigaramı içmeye devam ettim. O sırada Sümeyya ile göz göze geldik. “İşte burada” dedi ve “Karizma, Karizma” diye ekledi…
Gazetecilikten Savcılığa böyle terfi ettim.
Rolümü sordum Sümeyya Kökten’e… Savcı olarak olay yerine gelecek, soruşturma açacak, cesedi inceleyecek, başrol oyuncusu Oğuz Galeli ve diğer polislere talimatlar yağdıracak, sonra da cesedin kaldırılmasını isteyecektim. “Vay anasını sayın seyirciler” en az beş dakikalık rol demekti bu! Ayaküstü birkaç prova yaptırdılar. “Kolay gelsin” ile başlayan, “intihar, kaza, cinayet mi?” Diye sorduğum giriş bölümüyle devam eden doğaçlamama hayran kaldılar.
Sonra gazetecilerin sahnesi çekilmeye başlandı. Feyzi Sarıkaya bu filmden sorası Ulusal veya uluslar arası bir kanala transfer olursa şaşırmam. Müthişti… Kardeşi Ezgi de öyle!…
Ben de kafamda rolümü tekrarlayıp, rol sırasını bekleyen oyuncularla çay, su, sigara tüketiyordum. Kamelyalardan birisine oturduğumda yaşlı bir kadın ile adam vardı. Amca beni tanıyormuş. “Cemal Kırgız, yazılarınızı hep okuyoruz. Başarılarının devamını diliyorum” dedi. “Teşekkür” ettim kendilerine. Sonra, Sette ne işleri olduğunu sordum. Amca, eşinin oynadığını söyledi. Teyze’ye tanıştığımıza memnun oldum” diyerek rolünü sordum. Kızcağızı denize atan hain yaşlı kadını canlandırdığını söyledi.
Eğer uçuruma çok uzun süre bakarsan, uçurumun da sana bakmakta olduğunu anlarsın.
Kamelyadan anında sıvıştım!
Oğuz Galeli’nin siyah BMV’si ile girecektim sahneye. Arka kapıdan ağır ve yavaş adımlarla inip, kayalara emin adımlarla tırmanıp, denizdeki genç kız cesedine bakarak, ağır ağır ve otoriter bir sesle olayı incelemeye, soruşturmaya, talimatlar vermeye başlayacaktım. Sonra cesedi inceleyecek, Gemlik Körfezine bakacak, “Bu denizden balıktan çok ceset çıkmadan bu şerefsizleri yakalayalım. Gemlik suç şehri değildir. Gemlik onun bunun çocuklarının cinayetleriyle değil, sinemayla, sanatla, edebiyatla, kültürel faaliyetlerle anılmalı. Bulacağız bu P..çleri!” diyecektim.
Ama öyle olmadı. Oğuz Galeli’nin arabasına da binemedim. Kayalara yürüyerek geldim, denizdeki cesede bakarak beş soru sordum. Komiserler yanıt verdi. Cesedi götürün, raporları masama getirin dedim ve kös kös döndüm. Oysa fena kaptırmıştım kendimi. Eldivenle cesedi inceleyecektim. Memleket Cumhuriyet Savcısı görecekti. Güya, başrol oyuncusu Oğuz Galeli’ye de emirler verecektim. Oğuz Galeli sahnede bile yoktu, az ileride kız arkadaşıyla telefonda konuşuyordu. Kestiler de kestiler sahnelerimi!…Yönetmen Sümeyya Kökten, “Harika oldu. Süpersin: Muhteşemsin” dedi ama bozulduğumu da anladı. Doğaçlama coşkumla ve muhteşem en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü getirecek olan rolümle bırakmadı beni… Kızdım, kırıldım ona!
Aşırı konsantre olmuştum. Davudi sesimle esip gürlüyordum. Sanki 48 yıldır bu anı bekliyordum. Gazeteci değil, Savcı olacak adamdım. Yürü ben Cemal’im kim tutar diyen iç sesimi bastırmak mümkün olmuyordu. Dokuz çekim yapıldı, tekrarı sadece iki kez. Diğerleri, yüzler, yakın ve uzak ve geniş planlar falan filan…
Sonra düşündüm de, Yönetmen Sümeyya Kökten’e de hak verdim. Beni anlamış olmalı. Bıraksa, cinayeti de senaryoyu da o anda çözecek, işi bitirecektim. Geriye ne kalacaktı?
Belli belirsiz el sallayıp, tüm moral bozukluğumla setten ayrılıyordum ki, Yönetmen Sümeyya Kökten, koşup, yanıma gelerek, “Vesvese 2’de Cin rolü kesin senin” dedi…
Gözleri nemliydi, hüzün dolu bakıyordu!
O an afettim onu!
Benim asıl dikkatimi çeken ise Nihat Semiz oldu. Kabul Gemlik’in en lezzetli böreklerini yapıyor. Hakkını yemeyelim. Kabul ki, ben onu setin kahvaltı tedarikçisi sanmıştım. Bir nevi sponsoru yani. Yok, arkadaş, adam doğuştan polis çıktı! Olay yeri inceleme polisi olarak öyle bir oynadı ki, Emniyet Genel Müdürlüğüne, istihbaratçı ve olay yeri incelemeci olarak sınavsız, mülakatsız direk al adamı.
Zaten şüphelenmiyor değildim Nihat Semiz’den. Sosyal medya da ne kadar gazeteci var, adamın arkadaşı ve sevmeyeni de yok! İstihbaratçı mı yoksa la?!
Şaka bir yana, Gemlikliler için de bu filmde rol alan Ferhat Kahraman, Feyzi Sarıkaya, Nihat Semiz, değerli emekli İmam Hatibimiz Süleyman Yedek ve o teyzemiz öne çıktılar diyebilirim… Bir sinema klasiğidir, kötü adamlar, kadınlar ne kadar başarılıysa o film o kadar başarılıdır!…
2019’un ilk aylarında vizyona girecek olan “Kısır Döngü” filmiyle ilgili, biraz mizah, biraz gerçek, biraz da sanatsal yazım bu.
Gemlik’in sanatsal olaylara karşı küskünlüğünü, duyarsızlığını biraz olsun değiştirecek önemli bir çalışmadır yapılanlar.
Bu açıdan bakınca Çağrı Selçuk’a, Feyzi Sarıkaya’ya ve filme canı gönülden destek veren herkese teşekkür etmek yetmez diyorum.
Filmin başrol oyuncularından Burak Hakkı, Olay Çekirge Magazin ekine, “Bu film hem gerecek, hem de ağlatacak” diye açıklamalarda bulundu…
Filmi bilmem ama bu sanat olayıyla Gemlik’in yüzünün gülüp, önünün açıldığı kesin.
Ne demiş ünlü yönetmen, Alfred Hitchcock, “İyi bir filmin kusurları olması gerekir, hayat gibi insanlar gibi”…
Ve ben gibi…
Gemlik’in sanat ve sinema kenti olması adına, devamı dileklerimle…
Yine bekliyoruz Sümeyya Kökten!…