5 Aralık 2007 tarihinde trafik kazası sonucu kaybettiğimiz Devlet Sanatçısı Ünlü Heykeltıraş Prof. Dr. Tankut Öktem, tam bir Gemlik ve Kumla aşığıydı.
Sanata ve özellikle Heykel Sanatına bakış açısından Türkiye’nin oldukça gerisinde olan Gemlik’i, her şeye rağmen hayatının merkezine alan bu ünlü sanatçıyı her daim anlamaya çalıştım. Defalarca buluştuk, sohbet ettik, çalıştığım gazetelere röportajlar yaptım, restoranlarda kadeh tokuşturduk, siyaset, edebiyat, sanat tartıştık, radyo programlarında ağırladım, o radyo programlarından birisinde Güney Kore’den aldığı ödülü anlatırken duygulandığını, Kuvayı Milliye Anıtının ortaya çıkış öyküsünü anlatırken ağladığını gördüm. Bu büyük sanatçıyla güldüm, bu eşsiz heykeltıraş ile duygulandım, bu Gemlik aşığıyla ben de ağladım…
Dergi Park’ta, Mümtaz Demirkalp ve Türkiye’nin ilk kadın heykeltıraşlarından biri olan Füsun Onur; heykel sanatı ile ilgili bakın neler yazmışlar.
“Sanatın özellikle heykelin insan yaşamında yer alabilmesi, insanın bunu kendine katabilmesi ve sanatla sunulan yenidünyaların insan tarafından algılanabilmesi her çağda ve her coğrafyada zor olmuştur.
Dünya Sanat Tarihi incelendiğinde genelde sanatın, özelde heykelin bu zorlu yürüyüşü kimi zaman toplumsal yapıya, kimi zaman toplumsal inançlara, kimi zaman toplumun siyasal duruşuna bağlanarak açıklanmıştır. Bu nedenle heykel kimi zaman kilisenin, kimi zaman sarayın, kimi zaman politikanın yollarında zorluklarla yürürken, kimi zaman özgürlüğüne susamış, ancak bunu elde ettiği zamanlar da bile zorluklardan kendini kurtaramamıştır. Son olarak heykel; dünyanın bir yerinde, büyük makinelerle kaideden sökülmüş, kafası bedeninden kopartılarak sokaklarda süründürülür durumda görülmüştür.
Ancak sanılmasın ki heykel hala görülen “o” durumunda. Hayır, heykel dünyanın bir yerinde zorluklara yenilmiş kafası yerlerde süründürülmüşken, dünyanın başka bir yerinde bir kül tablası içinde izmaritlerle seyirciye sunulurken, sergi bitiminde temizlikçi tarafından çöp olarak düşünüp atılması eylemi ona dünya çapında sanatsal bir paye kazandırmıştır.
Dünyada sanat alanında bunlar olurken, Türkiye’ de sanatı; milattan öncesine dayanan kültür katmanları ve sonrası dönemlerdeki örneklerini de düşünerek, sanatla olan ilişkisini, bilgisini ve yaşama katılımını Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşuna bağlayabiliriz. Bir yandan Türkiye de geçmiş kültürlerin birikimlerine sahip olurken ve bu birikimler üzerinde yaşarken, diğer yandan heykelin zorlu yürüyüşünün başlama tarihini de Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşuna bağlamaktayız.
Avrupa da sanat yüzyılları devirirken, bizde şimdiye kadar yaşanan 98 yıllık sürecin ne kadar kısa olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Zorluğun; toplumların ne kadar çok kültürel birikimlere sahip olmalarından çok, bu birikimleri yaşayabilen toplumların Çağdaşlık seviyesine ulaşabilmelerinde aranabilir. Bu nedenle Türkiye de Cumhuriyet’in kuruluşuyla seçtiğimiz çağdaş uygarlık yolu sanatın ve heykelin kaçınılmaz olarak başlangıç noktasıdır. Bu başlama noktasından itibaren Heykel, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan günümüze kadar diğer sanat dallarından çok daha fazla insan yaşamında yer alabilme mücadelesini sürdürebilmiş, sürdürmeye devam etmektedir. Bu zorlu yürüyüşü besleyen en önemli kaynak da sanat okulları olmuştur. Bu okulların sayıları her geçen yıl artmış ve zorluklara karşı yaşam mücadelesi veren heykel, bu okullarda büyümeye çalışmıştır. Bu büyüme serüveni aynı zamanda sanatı yapanla yani sanatçı ile gerçekleştirilmiş olup günümüzde de birlikte büyüme serüvenine devam etmektedir”…
Kafayı yemiş meczupların her fırsatta Atatürk Heykellerine saldırmalarını bir düşünün. Bir de bir belediye eski başkanının “böyle sanatın içine tükürürüm” diyerek sanatsal bir çalışmayla, bir heykelle ve heykeltıraş ile mahkemelik olmasını. Sonra aynı belediye başkanının dinozor heykellerine merak sarması, siyasi bir partinin çalışmalarını küçümsemek adına heykellerle anılması hep bu yaman çelişkilerimizin, heykel sanatındaki tarihsel estetiğin anlaşılmamasındandır.
Gemlik Atatürk Parkındaki tarihi Atatürk Heykelinin kaidesinden bir parça kopup; yere düşmüş. Bir siyasi partinin ilçe yöneticileri de toplanmış, “Vay efendim, mermer kaide neden düşmüş, neden yapılmıyormuş, Laiklik elden gidiyor, yobaz ilçe yöneticileri Atatürk heykeliyle ilgilenmiyor” minvalinde basın açıklaması yapmayı planlıyorlar. Tesadüfen oradan geçiyordum. Fikirlerini söylediler. Heykelin sağına soluna baktım, bir saldırı yok. Kasıtlı bir hareket görünmüyor. Mermer kaidelerden kare şeklindeki bir parçası, tutkal kuruyunca yere düşmüş. Hepsi bu. “Panik yapmayın, başkanı arayalım, gelip ilgilenmezse, bugün içinde yapılmazsa, siz açıklama biz de haber yapalım” dedim. Dönemin başkanı ve başkan yardımcısını telefonla aradık, on dakika sonra parka geldiler. Talimat verip, bir saat içinde kopan kaideyi yenilediler.
Bu siyasi parti ilçe yöneticileri bu kez bana kızdılar. Heykeli bahane ederek yapmayı planladıkları güzelim gündeme gelme siyasetlerini boşa çıkarmışım. Bunun üzerine ben de onlara bir fikir sundum. “Her gün en az 5 vakit buraya gelip bakın, mermer kaide yeniden düşerse, en sertinden basın açıklaması yapın. Ve bir de binlerce kuş bezi de isteyin. Kuşları bu heykele s..çtırmayın!” dedim…
Lenin’in, Saddam’ın, Kaddafi’nin heykelleri yerlerde süründürüldü, ellerinden gelse bizde de Atatürk Heykellerine aynısını yapmak isteyen azımsanmayacak bir kitle var maalesef. Yobazların bitmeyen karşı devrim kinleri, şimdilik heykellerde vücut bulan bir intikam ateşine dönmekte. Anıt heykeller yapan Atatürkçü sanatçımız Tankut Öktem’in de korkusu buydu. Heykel Sanatını anlamayan yobaz kitlelerin bitmek bilmeyen saldırılarından çekiniyordu. Bir gün Kumla’daki Atölyesinde yangın çıktı. (Tam da 10 Kasım 1999’da!) Elektrik kaçağımı, sabotaj mı olduğu halen belli değil. Birçok sanat eseri, tahrip olduğuyla kaldı.
Kumla’ya gidenler bilirler. Kumla’ya inen yokuşun hemen başında iki katlı atıl bir inşaat bulunmaktadır. 1994’te yapımına başlandı, 1996’dan bu yana şu anki haliyle durmakta. Tankut Öktem bu binayı heykel müzesi ve sanat okulu yapmak istiyordu. Ünlü İngiliz Heykeltıraş Henry Moore, çalışmalarını izlemek isteyenlerden para alırken, Tankut Öktem bu müzenin bahçesinde yapacağı çalışmaları izleyenlerden ücret talep etmeyecekti. Zeytine Sor isimli romanımda, “… O sanatını halk için icra edenlerdendi. Bu nedenle en iyisiydi. Atıl binada dolandım bir süre, kolonları, kirişleri tamamlanmış, öylece bırakılmıştı işte. Bu ilgisizliği, Tankut Öktem’in vefa çağrılarını defalarca haber yapmıştım. Ancak Gemlik’in iyi şeylere olan klasik lanetli ilgisizliği ve duyarsızlığı bu inşaatın da tamamlanmasına engel olmuştu bir şekilde. Gemlik hani sanayi, hani zeytin, hani deniz, hani üniversite kentiydi? Sanatına, sanatçısına ve hayallerine bile sahip çıkamıyordu Gemlik…” diye yazmışım…
Sanatına, sanatçısına ve hayallerine bile sahip çıkmayan Gemlik’te yüzlerce Anıt Heykeller yaptı Tankut Öktem… Onlarca öğrenci yetiştirdi. Şimdi öğrencileri, onun yolundan, onun anısını yaşatarak zorluklara karşı yaşam mücadelesi veren heykel sanatını, Tankut Öktem’in aşığı olduğu Kumla’daki atölyesinde, büyütmeye devam etmektedirler. Her birini tebrik ediyorum. Umarım atıl bina ile ilgili imar konuları ve yasal konular önümüzdeki süreçte çözülür. Kumla’ya Tankut Öktem eserleri müzesi de yakışır diye düşünüyorum…
“Ağaç Kökünden Yıkılır” diye bir atasözümüz var, İngilizlerde “Ağaçlar ölmeye yukardan başlarlar” demişler. Don Kişot’un yazarı Cervantes’te, “İyi bir ağaca sarılan gölgesiz kalmaz” demiş. Her ne kadar ilçe halkı olarak zeytinliklerimizi, meyve bahçelerimizi ve tarlalarımızı ranta havale edip, betona tercih etmiş olsak da, çok şükür halen ve şimdilik zeytinliklerle çevrili şirin bir ilçe olarak direniyoruz hayata. Pandemi den yırtsak da, deniz kirliliği, deprem ve iklim değişikliğine bağlı dolu gibi doğal afetler işimizi bitirecek nasıl olsa. Bütün mesele, bu süreci iyi değerlendirmek olmalı diyorum.
Tankut Öktem’in öğrencileri, Gemlik Belediyesi’nin kurumaktan kurtarabildiği kadar kurtarabildiği bir anıt ağaç için Keloğlan heykeli yapmışlar. Atatürk Parkı’nın yanı başında, Bursa ve Kumla Otobüs Duraklarının hemen bitişiğinde yer alan bu anıt ağaç, kururken, susuzluktan kırılırken, dalları çürüyüp mala zarar verip canlara kastederken kimsenin umurunda bile değildi. Ancak bu anıt ağaç Keloğlan Heykeli ile meşhur oldu. Belediye yetkilileri Keloğlan Heykelini, dallarını budadıkları bu anıt ağacın üzerine monte ettiler. Başkan Mehmet Uğur Sertaslan, sosyal medya hesabından güzel bir Keloğlan masalıyla bu çalışmayı duyurdu. Bu anıt ağacın geçen kış dalları fırtınada kopmuş, birkaç aracın üzerine düşünce de haber olmuş ve kamuoyunun akıllarında şöyle bir yer edip, yine unutulmuştu.
Gemlik’in 40 haramileri Keloğlan’a karşı savaş açtılar. Aslında masalda olsa, yani masallardaki gibi kalsa haramiler, Keloğlan’ın saf ve tanrı tarafından korumaya alınmış zekâsı karşısında yine kaybedeceklerdi, ancak masalların yerini çoktan siyasi ve sosyal ahlaksızlık ele geçirmişti. Masallar bile kalmadı artık. Red Kit Sigarayı bıraktı, pudra şekerine başladı. Daltonlar Bodrum’da büfe açtı, Zagor Haydariye Köyüne sığındı, kışları odun kırıyor, üç beş kuruş yevmiye için. Conan Kimmerya’dan sürüldü, asgari ücrete belediyenin birisinde temizlik işçisi olarak çalışıyor, Tommiks Sedat Peker, Kızıl Maske Yeşil çıktı. Teksas’ın adı Çakıcı, Süpermen reis oldu. Lafonten’den Masallar Fahrettin’den Masallara dönüştü, her akşam izliyoruz ekranlarda. Nasreddin Hoca’da bıktı bu yaşananlardan, AKP’li bir Belediyenin kültürel gezi ayağıyla düzenlediği tura katılıp, gri pasaportla Almanya Bremen’e iltica etti. Orada mızıkacılık yapıyor. Dede Korkut 65 yaş üzeri kısıtlamasına takıldı. Hayata küstü, kimseyle konuşmuyor, kimseye bir şey anlatmıyor. Eflatun çakma sarışın oldu. Keloğlan’ı da kimse tanımıyor artık, çünkü saç ektirdi.
Aziz Nesin, “Türkiye’de her üç kişiden beşi şairdir” demişti. Her iki kişiden sekizinin gazeteci, her dört kişiden on yedisinin politikacı, her altı kişiden on dokuzunun da sanatçı olduğu bu muhteşem ilçemizde, engin, entelektüel ve filozoflara yakışır birikimden süzülen kelimeleri okumak zorunda kaldık sosyal medyada…. Gemlik’in zeytinliklerini, meyve bahçelerini, tarlalarını ranta havale edenler, hayatında bir tek fidan bile dikmeyip, bir çiçek bile sulamayanlar, bir tek müze gezmemiş, bir sanat eserine bakmamış, sanat gibi, edebiyat gibi, kültür gibi konularda merak sarmamış kitleler, deniz doldurulurken, ağaçlar kururken, çocukluğumuzun ağlayan kayası göz göre göre kurutulurken, biçimsiz, plansız, programsız şehir plancılığında yaşamak zorunda bırakılırken, umursamayanlar Keloğlan Heykeli, Anıt Ağaç, Sanat ve Botanik konusunda entelektüel pınara dönüştüler.
Heykel küçümsemesi dışında, sadece eleştirmek için eleştirmek zorunda kaldığını hissedenler de, “Neden Keloğlan, Gemlik’in başka simgesi mi kalmadı?” diye sorarak, bu entelektüel pınara, kova kova su taşıdılar. Atatürk ismi var, Celal Bayar okulu, anıt mezarı, bulvarı, sokağı var. Recep Tayyip Erdoğan Stadyumu var, dört yol bölgesinde zeytin heykelimiz var. Gemlikli ve Bursalı yazarlar dururken ki, (Severek Okurum) Cemil Meriç’in isminin verildiği Kültür Merkezimiz var, Gemlikli siyasetçiler, ilk belediye başkanları dururken ki, (Severek okurum) Yunus Emre Kültür Merkezimiz var, şehitlerimizin isimlerinin verildiği meydanlarımız, caddelerimiz, sokaklarımız var.
Eski Yeşilçam filmlerinden birisini seyrediyorum, Emel Sayın bu filmde, hem fakir, hem de kördür, sevgilisinden de ayrıdır. Film (muhtemelen ilk oynadığı yıllarda seyirciyi hüngür hüngür ağlatırken) her şey değişir. Emel Sayın’ın gözleri açılır, zengin sevgilisi Emel Sayın’ı yeni evi, villasına götürür. Emel Sayın artık çok mutludur. Hem zengindir, hem gözleri açılmıştır, hem villasına kavuşmuştur. Filmi şu şarkıyla bitirir: “Her şey bomboş, hayat bomboş, dünya sarhoş” bu şarkıyı söylerken neşeyle gülmektedir.
Entelektüel fikirlerimizle yerel yönetimimize kala kala sunulan Zeki Müren heykeli yapılsaydı önerisi kaldı bir tek dikkate alınabilecek olan. Sanat Güneşimiz, Bursa’nın iftiharı Zeki Müren’de ölmeden önce yazdığı son bestesinde “Hayat boş” diyor. Şöhreti, sanatı, parayı, cinselliği bu ülkede onun kadar hiçbir sanatçı yaşamadı. Ve eğer bir sanatçı sevilecekse, kimse onun kadar da sevilmedi. Ama giderayak bize şunu armağan ediyor. “Hayat boş…” Yani, Zeki Müren bile boş diyorsa…
Hem Zeki Müren’in heykelini kurumuş bir ağaca oturtmak olmazdı!… Neler söylerlerdi sonra?!…
Tankut Öktem’in öğrencileri Gemlik Belediyesi ile ortak işbirliği içinde başka heykellerde yapıyorlar mı, yapacaklar mı bilmiyorum. Bir çocuk parkına da Hansel ve Gratel’i çalışsınlar diyeceğim ama o da korkunç bir çocuk hikâyesi gibi duruyor… Bu önerimi dikkate almasınlar!
Her neyse, sanat sanat için mi, sanat insan için mi, tartışmalarına bir yudum da olsa katkı koymak istedim. Heykel estetik bir sanat olduğuna göre, heykelin suçunun kellik olmaması gerektiğini düşünüyorum.
Sahi; Devlet Sanatçısı, Heykeltıraş, Prof. Dr. Tankut Öktem, neden Gemlik ve Kumla aşığıydı?
Bir kez daha saygı ve minnetle anıyorum.