Cemal Kırgız Yazdı; “Ali Öğretmenin Annesini Kim Öldürdü?”

Cemal Kırgız Yazdı; “Ali Öğretmenin Annesini Kim Öldürdü?”

Quentin Tarantino’nun kült filmi “Ucuz Roman” sondan başa doğru gelen, buna karşın aksiyon ve heyecanından hiçbir şey kaybetmeyen en iyi özgün senaryo ve en iyi film dalı dâhil Yedi Oskar almış bir filmdi. Gaspar Noe’nin yazıp yönettiği, başrollerinde Monica Bellucci ve Vincent Cassel’in oynadığı 2002 yapımı “Dönüş Yok” filminde de hikâye geriye doğru işlenerek şiddet sahneleri en başında (aslında sonunda) filmin ana konusunu oluşturan tecavüz sahnesi ise en sonda (aslında en başta) bizleri (en azından beni) beyaz perdeye kilitlemişti.

“Dövüş Kulübü”, “Tıkanma”, “Görünmez Canavarlar” , “Cehennem Azabı”, “Ölüm Pornosu” ve “Tekinsiz” gibi kitapların yazarı olan Chuck Palahniuk’ta geriye doğru roman tekniğini “Gösteri Peygamberi” isimli kitabında başarıyla uygulamış, benim gözümde yeraltı edebiyatının kralı oluvermişti.

Yazar Erol Erkılınç’ın son kitabı “Ali Öğretmen” i okuyorum. Türkiye’nin en karanlık yıllarına ışık tutan bir çalışma ortaya koymuş. Amerikan menşeli 12 Eylül Askeri Darbesi sonucu 650 bin kişi gözaltına alındı. 230 bin kişi askeri mahkemelerde yargılandı. 171’i cezaevlerinde olmak üzere toplamda 300 kişi işkenceden öldü. Ya gördüğü işkencelerden, çektiği acılardan sakat kalanlar, akıl sağlığını yitirip delirenler? Onların bir sayısı, sayısı demeyelim, bir ismi var mı? Kim biliyor, her şeyden önce kimin umurunda? Ali Öğretmen okyanusta bir damlaydı. Erol Erkılınç, biyografi-anı-belgesel tarzda, roman tadındaki bu kitabında, o okyanustaki bir damladan o dönemi yaşayanların, o dönemin tanıklarının,  unutmayanların ve unutmayacak olanların çabalarıyla dev bir kasırga yaratmış. Hem de öyle bir kasırga ki;  bu kasırganın yıkıp geçtiği, bizim insanımız, bizim siyasetimiz, bizim vahşetimiz, bizim belleğimiz, bizim anılarımız ve bizim tarihimiz olmakla birlikte, bizlerden yitip gidenlerin trajedileri olmuş.

Bizim Utancımız! Bizim tarihi utancımızı belgeleriyle yüzümüze vurmuş Erol Erkılınç.

“Ali Öğretmen” kitabı ve tanıkların ortaya koydukları,  Tanıl Bora’nın”40 Yıl 12 Eylül”, Gün Zileli’nin “Mevsimler”, Mehmet Eroğlu’nun “Yarım Kalan Yürüyüş” , Cafer Solgun’un “Demeyin Anama İçerdeyim”, Pınar Selek’in “Yolgeçen Hanı” ve Ahmet Ümit’in “Çıplak Ayaklıydı Gece” isimli kitaplarının bir harmanı olarak, ben de buruk bir tat bıraktı.

Tarantino veya Noe değilim ama bir başyapıtı, sonundan başlayarak yorumlamak istiyorum… “Bu arada Ali Öğretmen kulağıma fısıldadı ve bana dedi ki; “Annemi öldürmüş olmam için aklımı kaçırmış olmam lazım!… ‘Son Söz Değil’ başlığı altındaki son sözün girişindeki Fürüğ Ferruhzad dizesi; “Kuş ölür sen uçuşu hatırla”….

Yazar ve çevirmen Alaattin Bilgi,  yaz aylarında Umurbey’de oturuyordu. Karl Marks’ın “Kapital” i başta olmak üzere, birçok yabancı sol yayını Türkçe ’ye çeviren isimdi. Sol gazeteler ve dergilerde yazılar yazar, emek ve emekçiden yana net ve sert tavırlar koyardı. Gemlik Körfez Gazetesinde çalıştığım zamanlarda benimle bol bol sohbet ederdi. Genelde akşamüstleri gelir, kapıdan girerken, bir bana, bir havaya, bir sağa, bir sola baktıktan sonra, bastonunu yere vurarak, “Hey, Kırgız Güneş Rakı Burcuna girdi” derdi ve içerdik. Bana bıraktığı miras, kitaplardan, yazarlardan ve bunlardan bahsetmekten duyduğu büyük keyifti. Yaş aldıkça, Alaattin Bilgi’den kalan bu alışkanlığın bende de tuhaf bir keyif verdiğini hissettim.

Hayatım boyunca, yazarlar ve kitaplardan bu kadar coşkulu bahseden başka birini tanımadım. Bir gün yine rakımızı yudumlarken, çantasından bir kitap çıkardı. Konumuz 12 Eylül’dü ve Alaattin Bilgi, o dönemin karanlık tüm yönlerine hâkim bir yazardı. İşkenceleri, işkencecileri, sorgu tekniklerini anlatıyor, dönemin yabancı basında çıkan yazı ve manşetlerini yorumluyor, 12 Eylül hakkında yazılar yazan kimi yazarları övgüye boğuyor, kimini de yerden yere vuruyordu.  Alaattin Bilgi müthiş bir aydındı. Arjantin, İspanya iç savaşları, Hitler ve Mussolini faşizmi, Nazi Almanya’sı kampları ve oradaki işkence metotları ile Cezayirlilere yönelik Fransız zulmünü de müthiş tespitlerle, yorumlarla anlatıyordu.

Çantasından çıkardığı kitabı bana uzatarak, “Bu sana hediyem. İyi oku. İyi sakla.  İşkence insanlık suçudur. Her yerde dik dur, karşı çık ve mutlaka yaz” demişti. Kitap Fransız yazar Henry Alleg’in ‘Sorgu’ isimli kitabıydı. Çevirisini kendisi yapmıştı.  İşkence tezgâhına götürülen binlerce Cezayirlinin arasındaki sayısı az Fransızlardan biri olan gazeteci Henri Alleg, işkencede pek çok direnişçinin söylediği “bilmiyorum” sözcüğünü, daha bükülmezce ve bükülmeden kullandı… “Size söylemeyeceğim!…” Kitabın muhteşem özetini ancak böyle yapabilirim.

Ali Öğretmen’den ne istediler acaba? Ali Öğretmene ne sordular? Ne duyacaklardı da, onu dövmeyecek, ona elektrik vermeyecek, onu aşağılamayacak, onu rahat bırakıp, özgürlüğe salıp, onu hücrelerde acılarıyla baş başa bırakmayacaklardı… Ali Öğretmenin söylemediği neydi acaba? Bilmediği, biliyorsa da “Size Söylemeyeceğim” dediği… Ne istediler bu kadar insandan, öğretmenden, öğrenciden, sendikacıdan, emekçiden, neyi bileceklerdi, neyi öğreneceklerdi de, Türkiye’de ne olacaktı?

İlhan Selçuk, “Ziverbey Köşkü” isimli kitabında, bir başka Amerikan menşeli darbe dönemi olan 12 Mart sürecini çok iyi anlatır. Birçok devrimci ile birlikte İlhan Selçuk’ta gözaltına alınmış ve işkence görmektedir. Bir gün bir başka işkence sonrasında, yine kan, ter, yara, bere içinde acılarıyla baş başa kalır İlhan Selçuk. Ama direnir, o bir yandan özgürlüğü düşlerken ve onu Ziverbey Köşkü’ne iftiralarla gönderen Nazlı Ilıcak’tan alacağı intikam olacak olan basın ve edebiyat tarihine geçecek olan itirafnameyi düşünürken, aklına şu gelir; “Keşke bu işkenceleri 15 gün önce görseydim, şimdi acılarım geçerdi” …

Nazlı Ilıcak’a İlhan Selçuk’un itirafnamesini sızdırırlar. Oysa Akrostiş yapmıştır, her kelimenin sondan üçüncü harfini yan yana aldığınızda, o itirafnamenin işkence altında alındığını yazmıştır… İlhan Selçuk’tu o. İşkence altında akrostiş yazabilecek kadar büyük bir filozoftu. Ya Ali Öğretmen’e bir itirafname yazdırmak istediler mi? Üstelik öğretmendi o.  Ona kâğıt, kalem verdiler mi? Ali Öğretmen’i “Keşke bu işkenceleri 15 gün önce görseydim, şimdi acılarım geçerdi” diyecek kadar, işkencesiz bıraktılar mı?

On Medya Ekranlarında yayınlanan ve benim hazırlayıp sunduğum On ’da Son Nokta Programının konuğu Yazar Erol Erkılınç oldu. Bir büyük şansım vardı program öncesi. Hem Erol Ağabeyi çok yakından tanıyordum, hem bundan önce yazmış olduğu “Dudaktan Fışkıran Kan. Dersim Küba Hattı”, “Sürgün Çocuk” ve “Gemlik’teki Dersim” kitaplarını okumuştum, hem de “Ali Öğretmen” kitabının taslağını da okuma fırsatını bulmuştum. Böyle olunca, programın edebiyat adına dolu dolu geçeceğinden şüphem yoktu.

Kibar, naif, entelektüel ve aydın bir yazar Erol Erkılınç. Böreğini, tatlısını ihmal etmemiş yayına gelirken. Program öncesi, bir yandan börek ve tatlı yiyip, bir yandan da çayları yudumlayıp, sigaralarımızı içerken, Yeni Marmara Gazetesinin balkonunda sohbet ediyorduk. İmzalı son kitabını takdim etti. Taslağını okuduğum için, kitabı bir süre incelememe fırsat verdikten sonra, düşüncemi sordu. Kapağından, tasarımına, editöründen, yayın evine, ön söz ve son söz bölümünden, arka kapak yazısına kadar etkileyici bir eser olduğunu söyledim…

“Ali Öğretmen” Faşist Cunta, İşkenceler, İşkenceciler… Aydın olmanın sorumluluğu bu işte. Gözünü budaktan sakınmayacaksın, dik duracaksın… İçeriğe göz attım. 12 Eylül döneminin tüm işkenceci subay, astsubay ve polislerin isimleri belgeleriyle vardı. Ajanları bile bu kitapta ifşa ediliyordu. ( CIA’nın Türkiye’deki Mengele ayağı, HZİ Vakfı vs vs vs, Zaten darbenin ertesi günü 13 Eylül’de “bizim çocuklar başardı” dememiş miydiler?) 12 Eylül’ün dış güçlerle bağlantısı ihmal edilmemişti. İşkence görenler ve işkencecileri aynı kitapta, adeta Erkılınç’ın kelimeleriyle bir kez daha yüzleşiyorlardı.  Her şeyden önce devrimci inancı ve cesaretinde bir eserdi. Kapakta, Ali Öğretmenin yaşadığı ve annesini öldürdüğü evin fotoğrafı ile birlikte Gemlik Körfez Gazetesi’nin bu haberi yazdığı sayısı vardı. Oysa biliyoruz ki; İşkence gördükten sonra bu dünyaya asla ait olamazsın. Senin evin olabilecek hiçbir yer yok. Ali Öğretmenin de olmamıştı işte!
Nobel Ödüllü Yazar Octavıa Paz, “Yazarlar Yaşadıkları Çağın Tanıklarıdır” demiş. Gazetelerin tanıklığı kapakta kendine yer bulmuş. “Annesini Odunla Vurarak Öldürdü!

“İşkencelilerden haber var mı Erol Ağabey?” diye sordum.

“Yaşıyorlar mı, öldüler mi, nerelerdeler, ne yapıyorlar bilmiyorum” dedi.

“Ama Ali Öğretmen artık yaşayacak” dedim. Kim demişti, nerede okumuştum, hatırlamıyorum… “İşkence, işkence, işkence… Dava adamını bilemekten başka ne işe yarar?”

Erol Erkılınç üstat, bunu bir kez daha kanıtlamış oldu eseriyle…

En sondan, arka kapak yazısından devam edelim… “Çünkü işkence görmüş biri için, işkence belli bir zamanda yaşanıp biten bir şey değildir. Ömür boyu sürer. Sosyal bir varlık olan insanın işkence görmesi onun bütün sosyal çevresini etkiler. Faşizm bu etkiyi yaratacağını da bilerek işkenceyi politika olarak benimsemiştir. Aynı mantıkla işkenceyi savunur. İşkencecisini korur, hatta “eli soğumasın” diye sık sık ‘yeni işler’ de verir onlara. Halka karşı savaşılan bir ülkede ‘iş’ kıtlığı çekmedikleri de aşikârdır. İşkence, koşulsuz, tereddütsüz mahkûm edilmelidir” …

İster baştan ister sondan okuyun, Quantin Tarantino ve Gasper Noe filmleri etkisi sizi sarıyor. Ne bileyim, belki iyi bir senarist ve iyi bir yönetmenle, Ali Öğretmen nezdinde, çekilen acılar beyaz perdede de kendine yer bulabilir. Çünkü bu ülkede dönüşü olmayan yollarda, pek çok ağır roman, ucuz otoriteler tarafından, yok sayılmak istenmiştir. Ali Öğretmen öyle değil ama. Başyapıt tadında, önemli bir eser. Erol Erkılınç’ı bir kez daha kutluyorum.

Şimdi soruyorum, “Ali Öğretmenin Annesini Kim Öldürdü?

Yazarı Erol Erkılınç’ın yanıtı net: “Çünkü Emine annenin katili Ali Öğretmen değildi. 12 Eylül faşist cuntası ve işkencecileriydi…”

Başka söze gerek yok.

NOT: Yazar Erol Erkılınç 1 Ekim Pazar günü saat 16.00 ile 20.00 saatleri arasında Ali Öğretmen isimli kitabı ile bundan önceki eserlerini Gemlik Ömer Kahraman Ek Hizmet binasında imzalayacak. Ali Öğretmen’i yakından tanıyanlar ve dönemin tanıkları da bu imza etkinliğine konuşmacı olarak katılacak. Kaçırmayın diyorum. Bir de kitabı alıp okuyan olursa, onunla da severek, isteyerek, edebiyat sohbeti yapmak istediğimi belirtmek istiyorum. Okuyucusu bol olsun…

 

 

 

 

 

 

 

 

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

4 yorum

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM