“Anayasal devlet mi? Anayasası olan devlet mi ?” Abidin Uyar yazdı

“Anayasal devlet mi? Anayasası olan devlet mi ?” Abidin Uyar yazdı

Tunusta  Raşid Gannuşi’nin başına gelenler …

Anayasa  devleti milletten değil ,milleti devletin olası otoriter ve  ceberut yapısından    koruyan en üst hukuk metinlerdir…

Yani korunması gereken aslında millet dir.

Ve de bireyin kendisidir …

Devlet zaten korunaklıdır .

Elinde devasa ekonomik kaynak , silahlı güvenlik birimleri,yargısı vardır  …

İstediği anda vergi salar, istediği anda yaptırım uygular.

Tutuk lar…

Hikmetinden sual olunmaz  …

Tanrısal bir güç onda bulunur …

İktidarlar devleti yönetir …

İşte burada liberal teori  ile otoriter ve totaliter sistemler ayrılır …

Çünkü iktidar demek belli gücü de elinde bulundurmak demektir .

Başta maliye, hazine yani kamu kaynağının tek dağıtıcısı olması ve kanun yapması  muhteşem bir güçtür.

İlk bakışta kanunu yasama yapar gibi bir itiraz da gelebilir lakin yasamayı da denetleyen anayasadır.

Eğer otoriter ve totaliter iktidarlar bu gücü sınırsız kullanmak arzusunda iseler onlar devleti de  kendilerine bağlarlar  .

“Kuvvetlerin sert ve keskin olarak ayrıldığı hükümet sistemi başkanlık olarak adlandırılırken, birbirinden yumuşak ve dengeli bir şekilde ayrılan hükümet sistemi parlamenter sistem olarak adlandırılmaktadır.”Kuvvetler Ayrılığı Bağlamında Hükümet Sistemleri: Türkiye Örneği 1 Government Systems in the Context of Separation of Powers: Turkey Example Mehmet Akif ÖZER  Shokhrukh ISKANDAROV ∗∗ 

 

“Kuvvetler ayrılığı sistemi siyasi iktidarın diktatörleşmesini engellemeye yönelik bir sistemdir. Bu sistemde denge ve denetim mekanizmalarının düzgün kurulmaması veya doğru işletilmemesi bireysel özgürlüklerin zedelenmesine sebep olmaktadır”( CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİNDE KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİ* Dr. Öğr. Üyesi Bayram DOĞAN ** Arş. Gör. Ali Fuat GEYİK) 

 

Bunun sebebi yasama, yürütme ve yargı erkinin tek elde toplanıp ülkeyi  sopa ile yönetilmesini önlemek tir …

                            İKTİDARLAR SINIRLANDIRILMAZ VE DENETLENMEZSE NE OLUR? 

Eğer kuvvetler  ayrılığı  olmazsa  iktidarın sınırlandırılması imkansızlaşır ve tüm güçler tek kişide  veya tek merkezde toplanır .

Artık o her şeydir.

Karar alıcı olarak hukuk emrinde  olur ,bağımsız olması gereken kurumlar  bir sözüne  bakar olur  …

 İşte o zaman  ülkedeki seçimler sadece göstermelik olabilir …

 Dünyada bunun çok örneği vardır …

Şöyle düşünelim …

            “Olması imkânsız gibi gözükeni bir an için farz edelim  “

“Farz-ı muhal;

Bu kurgu sadece kuvvetler ayrılığı ortadan kalktığında olması muhtemel olaylar.

Ortada anayasa diye bir metin vardır  ama yargı tek elde iktidara bağlı  olduğu için  anayasayı  tanımıyor  olabilir…  

Hakimler savcılar kurulu  vardır  ama onlarında tüm atamalarını iktidar yapıyor ve kendine sadakatle bağlı olanla  yargıçları ve savcıları getiriyor olabilir…  

Ve onlarda iktidarın emrinden çıkmıyor  olabilir … 

Yüksek seçim kurulu vardır ama tüm üyeleri  iktidar bağlı  olduğu için 

ve aldığı kararlar  ile sürekli kanunsuz   işler  yapıyor olabilir … 

Anayasayı  bile tanımıyor olabilir… 

Böyle bir ülkede seçim yapılsa ne olur yapılamasa ne olur? 

Çünkü  böyle bir durum da sandık güvenliği yok olmayacak ,tüm itirazlar yüksek seçim kurulu tarafından kabul edilmeyecek  olabilir … 

 

Böyle bir sistemde seçim neyi değiştirebilir ? 

                                  

Böyle ülkeler  var mı denilebilir … 

Evet var tabi …

Tunus Örneği ;Taha Akyol’un yazısından

REFERANDUMLA OTOKRASİ

2014 anayasasıyla kurulan demokratik hükümetler döneminde ekonomi kötü gitti. 2014-2020 arasında, başka ülkeler kalkınırken, Tunus halkı yüzde 23 oranında fakirleşti. Haluk Özdalga, aynı dönemde Türkiye’nin Yüzde 30 fakirleştiğini yazar. (https://ozgursiyaset.com/2021/07/30/tunus-darbesi-nasil-okunmali/)

Hükümetler yolsuzluklarla da yıprandılar.

Fırsattan istifade Cumhurbaşkanı Kays Said 25 Temmuz 2021’de OHAL ilan ederek Başbakanı görevden aldı, Parlamentonun çalışmalarını dondurdu ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırdı! İlk itiraz eden Meclis Başkanı Raşid Gannuşi oldu.

Anayasa Profesörü olan Cumhurbaşkanı Kays, kendisine emsalsiz yetkiler veren yeni anayasayı 25 Temmuz 2022’de referanduma sundu. Katılım yüzde 30’da kaldı, “evet”ler yüzde 95!

Sandığa gitmeyenler meydanlarda toplanma iradesini gösterememişlerdi, halbuki on yıl önce diktatör Ben Ali’yi devirmişlerdi.

Hiçbir gelişmiş ülkede böyle şeyler yaşanmaz. Çünkü hukuk kurumları kökleşmiştir
Temelinde yüzde 30’dan ibaret bir katılım olan bu rejim de Tunus’u iktisaden bir Uzak Doğu performansıyla kalkındıramayacaktır, göreceksiniz.

Taha Akyol

https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/muslumanlarin-tunus-tecrubesi-1596238

“ Demokrasi”kolay başarabilecek bir yönetim tekniği değildir…

Çünkü seçmen bilinci kolay oluşmaz.

                                            Yazımı Prof Çoşkun Can Aktan’ın yazısı ile bitireyim …

                        İktidarın Sınırlandırılması ve Anayasal Demokrasi

              The Restriction of the Government and Constitutional Democracy

Coşkun Can AKTAN 

Prof. Dr. 

 

“Bütün insanlarda bir tehlike mevcuttur. Özgür bir devlet için tek kural şu olmalıdır: Güce sahip olan herkes halkın özgürlüğü için bir tehlikedir.”1
John Adams 

“Güç sözkonusu olduğunda, insanlara fazla güvenme ve onları anayasanın zincirlerine bağla”2
Thomas Jefferson 

 

“Asla unutulmaması gereken; hiç bir siyasal iktidarın halkın hür iradesini yansıtamayacağıdır. Seçimi kazanmış olsa da hiç bir iktidara sınırsız yetkileri içeren bir “yönetim vekaletnamesi” verilemez. Aşağıda sıralayacağımız nedenlerden ötürü iktidarın sınırlandırılması demokrasi için vazgeçilmez bir şarttır: 

 

 

                            SEÇMENİNİN BAŞARISIZLIĞININ NEDENLERİ    

                                

                              (seçmen şu sebeplerden celladını seçebilir) 

 

* Siyasal İlgisizlik: Seçim ve oylama mekanizmasının varlığı demokrasi için gerekli, ama yeterli bir şart değildir. Gerçek demokrasi için halkın tümüyle siyasete ilgili olması gerekir. Siyasal katılım eksikliği ya da siyasal ilgisizlik halkın “tüm” iradesini sandığa yansıtmaz. Ayrıca depolitizasyon politikası da seçmenleri siyasal katılımdan uzaklaştırabilir. 

 

* Siyasal Bilgisizlik: Seçmenlerin bir kısmı siyasete ilgisiz iken, bir kısmı da bilgisizdirler. Okuma yazma oranının düşük olduğu bir “cahil” toplumda seçim sonuçlarını halkın “gerçek” iradesi olarak görmek ve kabul etmek ne ölçüde doğrudur? Eksik enformasyona, taraflı enformasyona (propaganda ve medyanın yönlendirmesi ile ) ve aşırı enformasyona sahip seçmenler sonuçta gerçek tercihlerini ortaya koyamazlar. Özetle, siyasal manipülasyon metotları kullanılarak seçmene gerçek enformasyon sunulmamakta, bu da seçmenlerin bilgisizliğini artırmaktadır.  

 

 

* Siyasal Miyopluk: Sadece kendi önünü gören seçmenlerin var olduğu bir toplumda halkın doğru tercihlerde bulunduğunu söylemek gerçekçi değildir. 

 

 

 

* Siyasal Unutkanlık (Amnesia): Seçim ve oylama mekanizması bir iktidarın gücünü kötüye kullanma eğilimini ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Politikacı, seçmenin miyop olduğu kadar unutkan olduğunu da çok iyi bilir ve ona göre davranır. Seçim yaklaştıkça kendisi de miyoplaşan politikacı para musluklarını açar ve böylece seçmen, daha önce kendisine “kaşıkla verip, sapıyla çıkaran” politikacının yaptıklarını unutur (!). Özetle, sadece siyasal unutkanlık bile tek başına iktidarın ekonomik alandaki güç ve yetkilerini sınırlamak için yeterli bir gerekçedir. 

 

* Çoğunluk Despotizmi: Seçim sonunda en fazla oy alarak iktidar koltuğuna oturanlar halkın değil, olsa olsa çoğunluğun çıkarlarını temsil eden kimselerdir. Çoğunluk kuralına dayalı bir yönetimi (Çoğunlukçu Demokrasi/Majoritarianizm) gerçek demokrasi olarak değil “çoğunluk despotizmi” olarak görmek gerekir. Çoğunlukçu demokrasi, köklerini Rousseau’nun “genel irade” görüşünden almaktadır. Oysa, “genel irade”, halk iradesi demek değildir. 

 

 

* Plütokrasi: Bugün adına demokrasi dediğimiz siyasal sistemde gerçek yönetici sınıfın, hem ekonomiyi, hem de devleti denetim altında tutan plütokratlar olduğu görüşü de iktidarın meşruiyyetine bir gölgedir. Plütokrasi, (etimolojik kökeni eski Yunanca ploutos (zenginler) +cratos (iktidar) kelimelerine dayalıdır.) bugün için parasal gücü elinde tutan çıkar ve baskı gruplarının egemenliğini ifade etmektedir. Çıkar lobileri ile oluşturulmuş bir parlamentonun kapısında yazılı; “egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” sözünün gerçeği ne kadar yansıttığının üzerinde düşünülmesi gerekir.  

 

 

* Lider Diktası: Bugün adına demokrasi dediğimiz yönetimde lider sultası ya da lider diktası egemenliğin gerçekten halkın elinde olmadığının bir diğer açık kanıtıdır. Halk, vekillerini kendisi seçmemektedir; parti başkanlarının önceden seçtikleri kimseler arasında halk seçim yapmak hakkına sahiptir. Böylesine bir demokrasi anlayışı despotizmden başka nedir ki? 

* Elitizm ve Oligarşinin Tunç Yasası: Pareto, Mosca ve Michels gibi teorisyenlerin ifade ettikleri gibi çağdaş demokrasilerde parti kadroları belirli “elit” kesimlerin elinde toplanmıştır. Michels Yasası’na göre partilerde başta genel başkanlar olmak üzere sınırlı bir kesim parti üzerinde hegemonyaya sahiptir. Tunç kadar katı ve sert olan bu oligarşik yapı, demokrasinin parti içerisinde dahi var olmadığını göstermektedir.  

 

* Bağımlı Yargı: Kuvvetler ayrılığı ilkesi de demokrasi için gerekli, ancak yeterli bir koşul değildir. Bugün çağdaş demokrasilerde gerçek anlamda bir kuvvetler ayrılığından söz etmek mümkün değildir. Yargı, iktidara bağımlıdır ve “bağımsız yargı” işlerlikten yoksundur. Bu nedenle, hiç bir iktidarın eylem ve davranışları sadece yargıya ve göstermelik denetimlere teslim edilemez.  

 

 

* Yozlaşmaya Eğilimli Siyasal Güç: Tüm yukarıda saydığımız nedenler bugün temsili demokrasilerde iktidarların güç ve yetkilerini niçin sınırlamamız gerektiğini yeterince ortaya koyuyor düşüncesindeyim. Demokrasi cahillerinin yukarıda saydıklarımızın yanısıra tarihten öğrenmeleri gereken en önemli ders şudur: Sınırsız iktidar, yozlaşmaya eğilimlidir. Sınırsız demokrasi, despotizm demektir.  

Tarih; otorite ve güç delisi zalim yöneticilerin, despot kralların halka yaptığı baskı ve eziyetlerle dopdoludur. “Temsilsiz vergileme olmaz” sözü despot kralların vergileme yetkilerinin sınırlandırılması için verilen mücadeleler neticesinde kazanılabilmiştir. Vergileme yetkisi kralların elinden alınabilmiştir, ama bu kez bugün olduğu gibi parlamentodaki sözümona halkın vekillerinin keyfiyetine terk edilmiştir!… 18. yüzyılda halk “temsilsiz vergileme olmaz” diye haykırıyordu. Bugün ise “temsilsiz ve sınırsız vergileme olmaz” demeli ve bunun için mücadele etmeliyiz. 

Ciddi bir dejenerasyon ve deformasyon içinde olan demokrasi bugün için halk egemenliğini ifade etmekten çok uzaklaşmıştır. Demokrasiyi yeniden inşaa etmek için  

mücadele etmeden önce demokrasiyi yeniden tanımlamalıyız. Gerçek demokrasi idealine daha fazla ulaşabilmek için “anayasal demokrasi” nin gerekli olduğuna inanmalıyız. Anayasal demokrasi, iktidarı anayasa ve anayasacılığın teknikleri ile sınırlamayı amaçlamaktadır. Öncelikle, “iktidarları niçin sınırlamamız gerekir?” sorusunu kendi kendimize soralım. İktidarların güç ve yetkilerinin sınırsızca ve sorumsuzca kullanılmasının doğru olmadığına inandıktan sonra, iktidarları sınırlayacak araçlar ya da yöntemleri bulmak her zaman mümkündür. 

Dipnotlar: 

  1. “There is danger from all men. The only maxim of a free government ought to be to trust no man living with power to endanger the public liberty.” Notes for an Oration in Braintree Massachussetts (Spring 1772) bkz:http://johnadamsweb.com/adamsquotes.html
  2. “In questions of power, then, let no more be said of confidence in man, but bind him down with the chains of the Constitution.” Draft of the Kentucky Resolutions : October – 1798 bkz:http://www.yale.edu/lawweb/avalon/jeffken.htm

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM