“Adalet bu toprakların yetim çocuğudur …” Abidin Uyar yazdı

“Adalet bu toprakların yetim çocuğudur …” Abidin Uyar yazdı

Ne aradığını  bilmeyen bir toplum bulduğu şeyin ne olduğunu da bilemez…. 

 

Susun !!! 

 

Hepiniz susun!!! 

 

Sen de sus, Mahmure,Şukufe … 

 

Sen de dedikoducu Mualla, ırz düşmanı Murtaza… 

 

Sende rüşvet almaktan bıkmayan bürokrat Buknettin … 

 

Sende dolgu malzemesi encümen üyesi koca kafa Ruknettin… 

 

Sende imar oyunlarında her taşın altından kalkan imar komisyon üyesi Şubnettin .. 

   

Bi susun lan!! !…  

 

Sen konuş … 

 

Mahallenin müzmin bekarı Nusrettin … 

 

Yirmi beşinde dul kalmış Ayşe bacım .. 

 

Beş yetimle kala kala kalmış doksanlık Davut dayı … 

 

Deli Şükriye, fıttırık Hüssam … 

 

Sizleri dinliyorum … 

 

“ADALET ” kayboldu diye dilekçe vermişsiniz… 

 

Nasıl kaybolur ADALET ? 

Nufus kayıtlarında aradım … 

 

Tüm doğumları taradım … 

 

Hastane hastane koşturdum … 

 

Tek tek tanıkları dinledim  

 

Yok ,yok, yok … 

 

Bilen yok, gören yok, tanıyan yok … 

 

KİM BU “ADALET”… 

 

Ne ebe raporu … 

 

Ne bir iz … 

 

Ne mahalleye taşınmış böyle biri… 

 

Ne gümrükten geçmiş böyle biri … 

 

Ne oy kullanmaya gelmiş böyle biri  

 

Ne facebook’ta hesabı var … 

 

Ne tweeter’de hesabı var ..  

 

Tekrar eşkal bildirin … 

 

Ne yer ne içer bu “ADALET”… 

 

Ne biçim şey bu “ADALET “… 

 

KİME BENZER  BU “ADALET”… 

 

İmza  :Müddeiumumi 

 

Gemlik/ 2016 

 

 

 

 

 

 

Klasik mantık ta beş sanat denilen kitleleri ikna etme    metodu vardır …

 

 

En geçerli olan yöntem BURHANİ olan  yöntemdir …

 

Bu yöntem delil, ispat,bilimsel olan ve en önemlisi felsefi düşünceyi kapsar…

 

Benim yöntem olarak seçtiğim yaşamsal olan yoldur … 

 

Felsefi düşünce emek isteyen bir iştir … 

 

Sistemli düşünmektir …  

 

Bir çok şeyi kaybetmeyi göze alacaksınız …

 

Makam, şan, şöhret uzak durmanız gereken hazlardandır…

 

Yalnız kalacaksınız…

 

Çünkü felsefi  düşüncenin yararı  yoktur.

 

Kendinde değeri vardır…

 

Halk değerli olanı istemez …

 

Kendine yararlı olanı ister ona taliptir …

 

Onun için bu toplumda  ahlak felsefenin bir karşılığı yoktur …

Zaten seni dinlemez .

Okumaz …

 

Ahlaklı olmak değerli olmaktır … 

 

Fakat yararlı bir şey değildir … 

 

Ahlak değerinden dolayı değerlidir …

 

Ahlakçılık ise  yararından  dolayı yararlıdır … 

 

Ahlakçı adam kendi yapmadığı şeyi karşındakinden ister … 

 

 

Kendi vermediği  parayı, yardımı cemaatten  ister  … 

 

Bu ahlakçılıktır … 

 

Ahlakçık bir hastalıktır …

 

Ve ahlaksızlıktır … 

 

Nesnel yargıda bulunurken asla kendini,ailesini çocuklarını  özne olarak dahil etmez bu yargının içine . 

 

Hep kendine ait olanları dışarıda bırakır…  

 

Mesela KURAN hep ötekinden  bahseder bu adama göre… 

 

Adalet ayeti hiç gözüne batmaz … 

 

 

Aldığı maaşı hak ediyor mu etmiyor mu,onunla alakalı ayet hiç bulamaz nedense … 

 

Kendi ailesinden,kendisinden, çocuklarından   

 

KURAN hiç bahsetmez nedense…  

 

Tüm vaazları, kürsü konuşmaları,tavsiyeleri,eleştirileri hep ötekinedir … 

 

Ötekinin  ailesi, çocukları, evin reisidir … 

 

 

 

 

Kendinden hiç örnek vermez … 

     

Ama toplum mest olur bu vaazdan … 

  

Çünkü toplum uzun uzadıya düşünmek istemez … 

       

Pratik tir … 

 

Oysa felsefi  düşünce hakikat arayışıdır … 

 

Bilmek ister… 

 

 

Politika yapıcısının,din adamının, kürsüden konuşan adamın izlediği yoldur bu  …  

  

Çünkü Kürsüde  retorik  geçerlidir … 

 

 

Agorada(meydanda,açık alanda ) tartışma(felsefi düşünme )geçerlidir … 

  

 

Bu yönetimin adı  RETORİKTİR … 

 

Belagat, edebi konuşma ve  etkili bir ses tonu ile kitleleri  ikna eder . 

 

Özetle  bunlar iyi  hatiptir …  

   

Fakat asla konuşmanın içinde us yoktur … 

 

Akıl yürütme yoktur … 

 

Çünkü akıl devreye girerse muhatabı anında sorular sorar …   

 

Hakikati aramaz konuşmacı …

 

 

Bu yöntemi en iyi bilen antik Yunanda SOFİSTLERDİ  

 

Bunlar bilgilerini para karşılığı satıp  ikna sanatını öğreten filazoflardı …

 

Sokrates  bunlara ;

 

Siz ahlaksızlık  yapıyorsunuz der … 

 

Çükü kitleleri retorikle ikna ediyorsunuz… 

 

Gerçekten menkıbe, hikaye, mitoloji, kıssa anlatan insanlar toplumda daha çok tanınır… 

 

Ve çok itibarlıdırlar …     

 

Mesela İslam tarihinde adına KURRA denilen başlangıçta bilge ve Kuran hafızı olan seçilmiş insanlar vardı . 

 

Daha sonra bu kurum öyle bir yozlaştı ki, sadece güzel ses, makamına uygun Kuranı okumak ve tüm mushafı ezbere bilmek yeterli  oldu …  

 

 

Hatta daha sonraları bir takım  kıssaları da içine sıkıştırdıkları gezici halk vaizleri çıktı  … 

 

Yeni eflatunculuk, Hint mistizmi,Hristiyanlık,Yahudilik ve Zerdüşlük ten İslama girmiş bir çok şeyi, batıl inancı İslam gibi anlattılar . 

 

Bunlar köy köy dolaşıp bu uyduruk  hurafe ,mitolojik hikayeleri anlatıp karınlarını bir güzel doyururlardı … 

 

Retorikle konuşurlardı … 

 

 

Üçüncü yöntem CEDEL dir … 

 

Cedel yönteminde  konuşmacı MEŞHURATTAN  OLAN  mehşurlaşmış klişeler  üzerinden  

halkı ikna eder .. 

 

Yani doğru kabul edilmiş ve genel kabul görmüş sözcüklerden oluşur … 

 

Daha ziyade otorite kabul edilen insanları konuşturarak  kendi tezlerini haklı çıkartmaktır.

 

 

CEDEL ; 

“meşhur olan (meşhûrât) ve doğru kabul edilen (müsellemât) öncüllerden oluşmuş kıyas” demektir. Felsefe ve kelâmda farklı tarifleri bulunmakla beraber genellikle “bir düşüncedeki çelişkileri tartışarak gösterme sanatı” diye tanımlanır. 

 

 

Dördüncü yöntem SAFSATADIR …

 

 

 

Kıyas-ı batıl), bir düşünceyi ortaya koyarken ya da anlamaya çalışırken yapılan yanlış çıkarsamadır. Safsatalar ilk bakışta geçerli ve ikna edici gibi görülebilen fakat yakından bakıldığında kendilerini ele veren sahte argümanlardır

 

Safsataların ayırdına varmak, onları geçerli ve sağlam argümanlardan ayırmak önemli bir eleştirel düşünme becerisidir.

 

Safsata öncülü yanlış kurulmuş önermelerdir .

Öneğin;

 

-Bütün insanlar ÖLÜMSÜZDÜR… 

-Abidin de bir insandır … 

-Öyle ise Abidin de ÖLÜMSÜZDÜR dersem  

 

Safsata yapmış olurum …

Ama dışarıdan bakıldığında akıl yürütmenin  kurallarına uyulmuştur .

 

Oysa ilk öncül yanlış olduğundan sonuç SAFSATADIR . ..

 

Bu konu çok derindir…

Bir çok safsata türü vardır …

Fakat bizim toplumda buda çok geçerlidir …

 

Arthur Schopenhauer ‘in Eristik diyalektik,

 

Alev Alatlı’nın safsata kılavuzu  bunu anlatır …

 

Bilhassa din, siyaset ve ekonomi de muktedir bu yolu etkin kullanır.

 

 

Beşinci yöntem  ŞİİRDİR … 

 

Şiir. Mantıkçılar şiiri kısaca muhayyelât türünden öncüllerin oluşturduğu kıyas diye tarif etmişler, ayrıca muhayyelâta da “şiirî önermeler” adını vermişlerdir (bk. ŞİİR).

Hayal: Arapça χayāl  zihinde tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi istenen şey, imge, görüntü. Kısaca: zihinsel görüntü.  Hayal sözcüğünün Türkçe karşılığı imge olup, hayal dünyasına da imgelem adı verilir. Hayal gücü Türkçede: muhayyile, hayal edilen şey: muhayyel, hayal etme eylemi de tahayyül olarak adlandırılır.

Şiirde akıl aranmaz … 

 

Ussal olmak zorunda değildir… 

 

Saçma sapan sözcükler de olabilir …  

 

Delil ve ispat gerekmez … 

Gerçekte karşılığı yoktur … 

“Kirpiklerin Ok Ok Eyle

Vur Sineme Öldür Beni…” 

Şiir duygulara hitap eder,ağlatır hüzünlendirir ,duygulandırır,sevince boğar… 

Ama ussal değil dir. 

Şiirde de mantık aranmaz. 

Tıpkı benim yukarıda adalet kayboldu şiirim de olduğu gibi      

 

 

 

 

YanıtlaYönlendir

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM