Abidin Uyar Yazdı; “Tanrıya inanmak iyi insan olmak için yeterli midir?

Abidin Uyar Yazdı; “Tanrıya inanmak iyi insan olmak için yeterli midir?

FELSEFİ DÜŞÜNCE…
Düşünme insana ait bir yetidir …
Ve düşünmeyen insan yoktur
Ör; Faturalarımı nasıl ödeyeceğimi düşünüyorum…
Buda bir düşünmedir ama felsefi düşünce değildir .
Felsefi düşünceye refleksiyon da  denmekte … …
Bu düşünce sıradan bir düşünce değildir .
Sürekli sorular sormak ve cevabını aramak zorundasınız …
*Sorgulama yapmak zorundasınız…
*Merak ve Şüphe duymak zorundasınız 
*Eleştirel olmak zorundasınız…
 *Rasyonel sistemli ve tutarlı olmak zorundasınız… 
Komik gelebilir son üç aydır takip ettiğim din felsefesi DERSLERİ  benim düşündüğüm ve artık tamam dediğim bir konuda düşüncemi tam üç kez değiştirdi. Yani düşündüğüm bir şeyi tekrar nesnesine gidip düşündüğümde ve geri döndüğümde ilk  düşüncem  katlanarak farklı bir yere evrildi.
 
NEDEN İYİ İNSAN OLMALIYIZ?
Bu sorunun cevabını bildiğimi zannediyordum .
Fakat bilmiyormuşum.
Yetiştiğim kültür bu sorunun cevabını Tanrı, din, ahiret üzerinden veriyordu .
Kötü insan olursam Tanrı beni cezalandırır cehennemine  atar …
İyi insan olursam tam tersi olup mükafata  kavuşurum …
Onun için iyi insan olmalıydım…
Fakat yaşım ilerledikçe bu düşüncem değişti .
Tanrıya inanmak ve ahiret inancı iyi insan  olmak için yetmiyordu… 
Çünkü  çevremdeki tüm insanların
Tanrı inançları vardı.
Ahirete de inanıyorlardı…
Cennet ve cehenneme inanıyorlardı .Tanrının kötüyü cezalandıracağına  inanıyorlardı .
 
Ama çoğu aç gözlü, adaletsiz, paraya mevkie tapan, bir yere müdür olmak için olmadık  taklalar atan, kendisine  yapılmasını  istenmeyen şeyleri( birincil ahlaki  ilke olan metafizik  ilkeleri) ihlal edip başkalarına her türlü kötülüğü reva gören, vicdanları körelmiş iki yüzlü ,oportünist, Show peşinde koşan, ,adaletsizlikten hiç şikayetçi olmayan adeta torna tezgahından çıkmış gibi bir birine benzeyen  hem dindar hem aynı partili insanlardı.
Bu tipolojin bir özelliği kötülüğü kendinden olanlar yapıyorsa  aklıyorlar, kendinden olmayanlar yaparsa lanetliyorlardı …
(28 şubatta yapılan kötülükleri lanetliyor, kendilerinin yaptıklarını aklıyorlardı )   
Yani dertleri kötülüğün kendisi değildi.
Bizden biri yaparsa sonuna kadar destekler gerekçelendiririm ama düşmanım yaparsa miting bile düzenler Show yaparım…
Şunu görmüştüm “din” insan eline geçtiğinde kitapta durduğu gibi durmuyordu …
İnsanlık din ile istediği gibi oynuyordu …
Dinin işlevi sadece insanın kodlarına işlenmiş ahlaki ilkeleri hatırlatarak kuvve halindeki bu cevheri açığı çıkartmaktı…
Fakat bu da tamamen insanın istenciyle alakalıydı.
İnsanın arzusu gerekliydi.
Din bunu otomatik olarak başaramıyordu.  
Vardığım sonuç  iyi insan olmak için  sadece  Tanrıya inanmak ve Müslüman olmak  yetmiyordu .
Yetseydi kötülüğü açıklayabilirdim …
BİZLER İKİ ŞEYİ KARIŞTIRIYORUZ…   
Olması  gereken ile olan farklıdır. 
Olması gereken aynı zamanda arzu edilen istenendir .
Olan ise bizim tecrübe ile tanık olduğumuz yaşayarak gördüğümüz gerçekliktir .  
 Bizler  OLANI açıklarken hep OLMASI  gerekene  başvururuz.(Normatif teori))
Örneğin Müslüman doğru, ahlaklı  olmalıdır.
Müslüman yönetici rüşvet almamalıdır, yolsuzluğa bulaşmamalıdır.
Tevazu sahibi olmalıdır, kamu malını şahsi  çıkarları için harcamamalıdır, adaletli olmalıdır vs vs …
Bunlar  OLMASI  GEREKEN DOĞAL VE  ZORUNLU dinin istediği normlardır .
Ancak vaaz mantığı ile söylemek ile işlevsel hale getirip bizzat EYLEME(PRAKSİS) dökmek  ayrı konudur .
OLMASI GEREKEN  OLMUŞ OLAN  DEMEK DEĞİLDİR . 
 Çünkü ;  
yolsuzluk yapanların, imar rantına bulaşanların, kamu kaynaklarını gayri ahlaki harcayanların ,adil  olmayan hükümler verenlerin ,kibirli olup  yeryüzünde makamından aldığı güç ile Tanrıdan rol çalarak yürüyenlerin ,işkence yapanların velhasıl tüm kötülük yapan insanların hepsinin Tanrıya inanıyorum dediğini gördüm.
Hepsi namaz kılmasa da ben Müslüman’ım dediğini ve ölünce İslami  usullere  göre gömüldüğüne tanık oldum .
Tanrı tanımız ateistlerden, oluşmuş bir iktidarı bu yaşıma kadar hiç görmedim.
 O zaman bu kötülük, iktidarlar ve onların desteklediği seçmen göz önüne alınırsa ATEİSTLER ELİ İLE ÇIKMIYORDU … 
Bu felsefi  bir sorudur…
Nasıl oldu da kişilerdeki Tanrı inancı kötülüğe engel olamadı ?
 
İYİ İNSAN NASIL OLUNUR?…  
Çok basit…
Empati yeteneğinizi geliştirerek .
Empati yapan insan kendini karşındakinin yerine koyup onun dünyasından varlık alemine bakar.
Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapamaz.
Kendini  başkasının  yerine koyduğunda
kötülük yapması imkansızlaşır.
İnsanı  kötülükten koruyan en büyük meziyet  empati yapma becerisidir .
Bu potansiyel  tüm insanda vardır .
Önemli olan bu yeteneğin açığa çıkması…
Bunu vicdan dediğimiz şey  gerçekleştiriyor.
Kant’ın görev ahlakı dediği budur .
Yani koşulsuz buyruk …
Dış dünyadan koşullanmadan, ceza ve mükafatı düşünmeden kendimin kendime verdiği vicdani görev…
İYİ İNSAN OLMAK ANCAK  KESİN BİR ARZUYA DÖNÜŞÜRSE MÜMKÜN OLUR .
 
Ancak böylelikle ölümlü bir varlık olarak varoluşsal  gayeye  ulaşılır…
Diğer Hayvan canlısından bizi  ayıracak en büyük melekeyi kullanarak bunu başarabiliriz …
Ve neden iyi insan olmalıyız sorusunu mutlaka sormalıyız…
 NEDEN İYİ İNSAN OLMALIYIZ?
Neden ahlaklı olmalıyım sorusu ile aynıdır.
Bu nedenler tasviri/ gözlemlenir veya metafizik nedenler olabilir …
Örneğin Tanrı inancından dolayı dersek metafizik nedendir…
Ama devletin her kademesinde ahlaklı ve iyi insanlar yer alır görevlerini eksiksiz yaparsa ülkem huzura kavuşur yolsuzluk olmaz,  herkesin yüzü güler dersek bu gözlenebilir nedendir.
Somut karşılığını fayda  olarak görürüz…   
Ben burada tasviri nedeni açıklamak istiyorum …
Yöneten ;”ben neden iyi insan olmak zorundayım?” sorusuna  cevap verirse ,
böyle bir yönetici sınıfının olduğu toplumda adalet, huzur refah ortaya çıkar . YÖNETİLEN OLARAK  bizler emin ellerdeyiz demektir .
Çünkü yargıya güveniniz tamdır .
Bürokrata  güveniniz tamdır…
Politika yapıcısına güveninizi tamdır…
Yasalara güveniniz tamdır .
Yasa koyucuya güveniniz tamdır. 
 
 ANAYASAL DEMOKRASİ BÜYÜK BİR NİMETTİR …
Çünkü yönetilen mazlumdur …
Korunaksızdır.
Onu devletin ve iktidarların olası ceberut ve  keyfi  yapısından anayasa hukuku koruyacaktır …
Anayasa onun için vardır …
Vatandaşın yasalara kurallara uyması  mükellefiyettir.
Lakin aynı şeyi yöneten için söyleyebilir miyiz?
Maalesef yönetici sınıfı için yasalar ve kurallar keyfiyete dönüşebilir.
Mahkeme kararlarına uymayabilir …
Dilekçenize cevap vermeye bilir…
Suçu saklayabilir …
Suç yaratabilir …
Şantaj videoları çekip onun üzerinden iftira kapmayası başlatabilir…
Suçluyu koruyabilir…
Yasaları keyfi olarak uygulayabilir .
Anayasa mahkemesi karalarını yok kabul edebilir .
Keyfiyet, karar vericinin hiç kimseye hesap vermem demesidir …
Yani  kararın  bizzat kendisi  karar vericinin tercihinde  olmasıdır
Özetle bu kararın sorgulanamayacağı anlamındadır keyfiyet .
Ben karar veririm sana da  hesap vermem demektir.
Lakin sen yönetilensin sen hesap vermek zorundasın…
 Çünkü yönetilen için keyfiyet yoktur mükellefiyetlik  vardır .
Mükellefiyet  ise senin rızana  bırakılmaz  .
Yapmıyorum diyemezsin  .
Yasalara uymuyorum  diyemezsin  …
MÜKELLEFİYET ;
Hukuki bir terim olarak devletin kişinin rızasını gözetmeksizin zorunlu kıldığı görevlere  mükellefiyet denir…

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM