Bu düşünce sıradan bir düşünce değildir .
Komik gelebilir son üç aydır takip ettiğim din felsefesi DERSLERİ benim düşündüğüm ve artık tamam dediğim bir konuda düşüncemi tam üç kez değiştirdi. Yani düşündüğüm bir şeyi tekrar nesnesine gidip düşündüğümde ve geri döndüğümde ilk düşüncem katlanarak farklı bir yere evrildi.
Bu sorunun cevabını bildiğimi zannediyordum .
Fakat bilmiyormuşum.
Fakat yaşım ilerledikçe bu düşüncem değişti .
Cennet ve cehenneme inanıyorlardı .Tanrının kötüyü cezalandıracağına inanıyorlardı .
Yani dertleri kötülüğün kendisi değildi.
Bizden biri yaparsa sonuna kadar destekler gerekçelendiririm ama düşmanım yaparsa miting bile düzenler Show yaparım…
Şunu görmüştüm “din” insan eline geçtiğinde kitapta durduğu gibi durmuyordu …
İnsanlık din ile istediği gibi oynuyordu …
Dinin işlevi sadece insanın kodlarına işlenmiş ahlaki ilkeleri hatırlatarak kuvve halindeki bu cevheri açığı çıkartmaktı…
Fakat bu da tamamen insanın istenciyle alakalıydı.
İnsanın arzusu gerekliydi.
Din bunu otomatik olarak başaramıyordu.
Vardığım sonuç iyi insan olmak için sadece Tanrıya inanmak ve Müslüman olmak yetmiyordu .
Yetseydi kötülüğü açıklayabilirdim …
BİZLER İKİ ŞEYİ KARIŞTIRIYORUZ…
Olması gereken ile olan farklıdır.
Olması gereken aynı zamanda arzu edilen istenendir .
Olan ise bizim tecrübe ile tanık olduğumuz yaşayarak gördüğümüz gerçekliktir .
Bizler OLANI açıklarken hep OLMASI gerekene başvururuz.(Normatif teori))
Örneğin Müslüman doğru, ahlaklı olmalıdır.
Müslüman yönetici rüşvet almamalıdır, yolsuzluğa bulaşmamalıdır.
Tevazu sahibi olmalıdır, kamu malını şahsi çıkarları için harcamamalıdır, adaletli olmalıdır vs vs …
Bunlar OLMASI GEREKEN DOĞAL VE ZORUNLU dinin istediği normlardır .
Ancak vaaz mantığı ile söylemek ile işlevsel hale getirip bizzat EYLEME(PRAKSİS) dökmek ayrı konudur .
OLMASI GEREKEN OLMUŞ OLAN DEMEK DEĞİLDİR .
Çünkü ;
yolsuzluk yapanların, imar rantına bulaşanların, kamu kaynaklarını gayri ahlaki harcayanların ,adil olmayan hükümler verenlerin ,kibirli olup yeryüzünde makamından aldığı güç ile Tanrıdan rol çalarak yürüyenlerin ,işkence yapanların velhasıl tüm kötülük yapan insanların hepsinin Tanrıya inanıyorum dediğini gördüm.
Hepsi namaz kılmasa da ben Müslüman’ım dediğini ve ölünce İslami usullere göre gömüldüğüne tanık oldum .
Tanrı tanımız ateistlerden, oluşmuş bir iktidarı bu yaşıma kadar hiç görmedim.
O zaman bu kötülük, iktidarlar ve onların desteklediği seçmen göz önüne alınırsa ATEİSTLER ELİ İLE ÇIKMIYORDU …
Bu felsefi bir sorudur…
Nasıl oldu da kişilerdeki Tanrı inancı kötülüğe engel olamadı ?
İYİ İNSAN NASIL OLUNUR?…
Çok basit…
Empati yeteneğinizi geliştirerek .
Empati yapan insan kendini karşındakinin yerine koyup onun dünyasından varlık alemine bakar.
Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapamaz.
Kendini başkasının yerine koyduğunda
kötülük yapması imkansızlaşır.
İnsanı kötülükten koruyan en büyük meziyet empati yapma becerisidir .
Bu potansiyel tüm insanda vardır .
Önemli olan bu yeteneğin açığa çıkması…
Bunu vicdan dediğimiz şey gerçekleştiriyor.
Kant’ın görev ahlakı dediği budur .
Yani koşulsuz buyruk …
Dış dünyadan koşullanmadan, ceza ve mükafatı düşünmeden kendimin kendime verdiği vicdani görev…
İYİ İNSAN OLMAK ANCAK KESİN BİR ARZUYA DÖNÜŞÜRSE MÜMKÜN OLUR .
Ancak böylelikle ölümlü bir varlık olarak varoluşsal gayeye ulaşılır…
Diğer Hayvan canlısından bizi ayıracak en büyük melekeyi kullanarak bunu başarabiliriz …
Ve neden iyi insan olmalıyız sorusunu mutlaka sormalıyız…
NEDEN İYİ İNSAN OLMALIYIZ?
Neden ahlaklı olmalıyım sorusu ile aynıdır.
Bu nedenler tasviri/ gözlemlenir veya metafizik nedenler olabilir …
Örneğin Tanrı inancından dolayı dersek metafizik nedendir…
Ama devletin her kademesinde ahlaklı ve iyi insanlar yer alır görevlerini eksiksiz yaparsa ülkem huzura kavuşur yolsuzluk olmaz, herkesin yüzü güler dersek bu gözlenebilir nedendir.
Somut karşılığını fayda olarak görürüz…
Ben burada tasviri nedeni açıklamak istiyorum …
Yöneten ;”ben neden iyi insan olmak zorundayım?” sorusuna cevap verirse ,
böyle bir yönetici sınıfının olduğu toplumda adalet, huzur refah ortaya çıkar . YÖNETİLEN OLARAK bizler emin ellerdeyiz demektir .
Çünkü yargıya güveniniz tamdır .
Bürokrata güveniniz tamdır…
Politika yapıcısına güveninizi tamdır…
Yasalara güveniniz tamdır .
Yasa koyucuya güveniniz tamdır.
ANAYASAL DEMOKRASİ BÜYÜK BİR NİMETTİR …
Çünkü yönetilen mazlumdur …
Korunaksızdır.
Onu devletin ve iktidarların olası ceberut ve keyfi yapısından anayasa hukuku koruyacaktır …
Anayasa onun için vardır …
Vatandaşın yasalara kurallara uyması mükellefiyettir.
Lakin aynı şeyi yöneten için söyleyebilir miyiz?
Maalesef yönetici sınıfı için yasalar ve kurallar keyfiyete dönüşebilir.
Mahkeme kararlarına uymayabilir …
Dilekçenize cevap vermeye bilir…
Suçu saklayabilir …
Suç yaratabilir …
Şantaj videoları çekip onun üzerinden iftira kapmayası başlatabilir…
Suçluyu koruyabilir…
Yasaları keyfi olarak uygulayabilir .
Anayasa mahkemesi karalarını yok kabul edebilir .
Keyfiyet, karar vericinin hiç kimseye hesap vermem demesidir …
Yani kararın bizzat kendisi karar vericinin tercihinde olmasıdır
Özetle bu kararın sorgulanamayacağı anlamındadır keyfiyet .
Ben karar veririm sana da hesap vermem demektir.
Lakin sen yönetilensin sen hesap vermek zorundasın…
Çünkü yönetilen için keyfiyet yoktur mükellefiyetlik vardır .
Mükellefiyet ise senin rızana bırakılmaz .
Yapmıyorum diyemezsin .
Yasalara uymuyorum diyemezsin …
MÜKELLEFİYET ;
* Hukuki bir terim olarak devletin kişinin rızasını gözetmeksizin zorunlu kıldığı görevlere mükellefiyet denir…