Abidin Uyar Yazdı; “Tanrı hakkında konuşmak ne kadar güç ise devlet hakkında konuşma da o kadar Güçtür.”
Beni çok şaşırtan bir o kadar takdir etmeme sebep olan,MHP ve ülkücülerden bağımsız hukuka bağlılığını son aylarda sürekli vurgulayan Devlet Bahçeli’nin hukukçu kurmayı Feti Yıldızın “AİHM’nin tutuklama nedeniyle oluşan hak ihlallerinde tahliye dışında bir seçeneğin” bulunmadığını bir kez daha belirtmiş olmasıydı.
Demek ki devlet anayasanın 90 maddesine göre zorun olarak uyması gerektiği halde AİHM kararlarına uymuyordu.
Feti Yıldız da buna itiraz ediyordu…
İyide 90 Maddeyi* anayasaya koyan devlet değil miydi?
*90. maddenin son fıkrasında da, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anaya sa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz” kuralı getirilmiştir.
Eğer “evet bu maddeyi devlet koydu” “denilecek ise o zaman uymayan kimdi ?
Eğer uymayanda devlet (bürokrasi sınıfı)ise o zaman anayasaya 90. Maddeyi koyan devlet uymayan devlet(yargı bürokrasisi)karşısında pasif durumdaydı ve söz geçiremiyordu.
DEVLET HAKKINDA …
Hegel ;
“Evrensel olan şey devlette bulunur. Devlet, ilahi fikrin yeryüzündeki seklidir. Bundan dolayı devlete kutsallığın yeryüzündeki tezahürü olarak tapmalıyız, ve düşünmeliyiz ki, doğayı anlamak zorsa devlet ‘in özünü kavramak sonsuzca daha zordur. Devlet, Tanrı’nın dünyadan geçmesidir(…)”
Tanrı hakkında konuşmak ne kadar güç ise, devlet hakkında konuşmakta o kadar güç dür…

LEVİATHAN
Leviathan; Tevrat ve İncil’de kötülüğü temsil eden bir su canavarının adı olarak geçmektedir. Bu kavram 1651 yılında Thomas Hobbes’un ünlü “Leviathan” adlı eseri ile mutlak güç ve yetkilere sahip egemen bir devleti ifade etmek üzere kullanılmıştır.

Thomas Hobbes bu kavramı (Leviathan)”Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği Biçimi ve Kudreti” isimli kitabında şöyle açıklar: “Onları (vatandaşları) yabancıların istilasından koruyabilmenin, birbirlerine zarar vermekten engellemenin, kendi sanayilerini ve yeryüzünün meyvelerini güvence altına almanın yolu bütün gücü ve kudreti bir tek insan ya da insanların meclisine vermektir… (Toplumda yaşayan) İnsanlar birbirlerine ‘Ben haklarımdan vazgeçiyorum ve tüm haklarımı bu insana ya da insanların meclisine veriyorum’ demelidirler. Böylece bütün güç ve kudret tek bir insanda toplanır.Bu devlet ya da latince civitas olarak adlandırılır. bu büyük leviathan’ın doğması demektir.”
Fakat gene ortada bir sorun var.
Ya DEVLET sözleşmeye sadakat göstermezse.
O sözünde durmazsa…
O varlık nedeni unutup kendi mafya olursa , hukuk tanımazsa …
Yetkisini kötü kullanırsa ?
Yetkisini kötü kullanırsa ?
Leviathan’ın Büyümesi: Hak ve Özgürlükleri İhlal Eden Bir Kurum Olarak Devlet:
Jean Jacques Rousseau
“Önceleri biz insanların hak ve özgürlüklerini korumak için oluşturulan devlet, zamanla büyüdü… Bireyi korumak için oluşturulmuş olan devlet, birey üzerinde tiranlık kurmaya başladı. Güya “iyiliksever devleti” temsil eden krallar, imparatorlar, sultanların baskı ve zulmü altında insanlar ezildi… Yaşam hakkı, özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı hiçe sayıldı… Asırlar “despot devlet”in izlerini taşıdı… Ekonominin gelişmesine paralel olarak devlet faaliyetleri de genişledi… Faaliyetleri genişledikçe harcamaları arttı. Harcamaları arttıkça daha fazla vergilemek zorunda kaldı. Bu da yetmedi, sınırsızca ve sorumsuzca borçlandı… Para basma yetkisini kötüye kullandı… Sonuçta ekonomide hastalıklar ortaya çıkmaya başladı. İsraf ve savurganlıklar çoğaldı. Devlet, asıl varlık nedenini unuttu. Ve devlet, sosyal faydasından çok sosyal maliyeti olan bir kurum olmaya başladı.”
“Devlet büyüdükçe, özgürlük de o oranda küçülür.” Jean Jacques Rousseau
*** *** ***
1960 ihtilalin de çok küçüktüm.
Fakat diğerlerini çok iyi hatırlarım…
Devlet denilen gücü tanıdıkça aslında buzdağının çok küçük bir kısmını anladığımı fark etmeye başlamıştım.
Belki siyaset felsefesi,siyaset bilimi ve de felsefenin başka dallarına da merak salmam bundandı .
GERÇEKLER…
Tıpkı “din” gibi devletin bir metafiziği(fizik ötesi yapısı)vardı.
İkisi de sübjektif var olandı.
İkisinin de varlığı objektif var olan insana bağlıydı.
İkisi de insanın bir ihtiyacını karşılıyordu …
Ve de ikisi de kitapta durduğu gibi durmuyordu.
İkisi de insan tarafından yozlaşabiliyordu …
DEVLET İLE MAFYA ARASINDAKİ FARK …
İkisi de cebri şiddeti elinde bulundurur.
İkisinin de silahı ve silah kullanma imkanı vardı …
Ancak devletin ki meşru, mafyanın ki gayri meşrudur. .
Aynı şekilde militarist gençlik örgütlenmeleri de(sol –sağ) devletin meşru şiddet tekelini gayrimeşru olarak kullanmıştı.
Devlet solu imha etti ezdi geçti.
Sağ ise sürekli korundu sırtı sıvazlandı.
Taki araları avamın(bizlerin) bilmediği bir nedenle açılıncaya kadar.
O zaman düğmeye bastı ve gücünü gösterirdi…
Sağcının da üstünden silidir gibi geçti. Ona da işkence yaptı…
Özetle devlet sadakat dinlemedi.
İlk sorduğum soru şuydu?
Nasıl oluyor da devlet gibi Tanrısal güç, kendini var eden ve meşru olan (WEBER)cebri şiddet tekelini başka bir militarist gençlik örgütü ile paylaşabiliyordu?
Demirel, 1979 yılındaki Maraş katliamının ardından, “Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz, böyle bir şey söylemiyorum, devlet cinayet işleyenin yakasına yapışmak zorundadır” demişti.
Mafya aynı zamanda devletin hizmetindeki gönüllüydü.
İtibarlıydı.
Tansu Çiller “Devlet İçin Kurşun Atan Da Yiyen De Şereflidir”
Susurluk Raporu 1 – Tansu Çiller Devlet İçin Kurşun Atan Da Yiyen De Şereflidir– Abdullah Çatlı – Hüseyin Kocadağ – Sedat Bucak.
Devlet gerçekten çok zor anlaşılacak bir yapıdır.
Avam ile devlet arasında A simetrik bir enformasyon söz konusudur…
Devlet her şeyi bilir.
Faili meçhul cinayetlerden, yolsuzluklardan, APONUN terörist başı olmasından kurucu önderliğe terfi etmesine,çetelere,mafyaya çıkartılan affa kadar her şey devletin sır kasasında saklıdır .
İsterse düğmeye basar her şeyi çıkartır.
Çeteleri çökertir .
İstemezse onları yaşatır .
Çünkü devlete rağmen(buradaki devletten kasıt bürokrasi sınıfı ve iktidarlardır)hiçbir gayri meşru iş olmaz olamaz ne silah kaçakçılığı ne gümrükten geçebilecek silahlar, ne mafya ve çeteler ne rüşvete kadar .
Bürokrasi sınıfının ve politikacının yardım ve yataklığı olmadan gerçekleşemez .
Bizler (avam) ise hiçbir şey bilmeyiz.
Bize sadece bilinmesi istenen kadar bilgi verilir .
Bizler sadece zahiren belli şeyleri o da ancak sistemli düşünce (felsefi düşünce)ile gerçeğe yakalaşabiliriz.
Bunu da bir parti içinde konuşlanmış, bir ideoloji içinde kimlik bulmuş birey asla yapamaz .
Aklın ipotek altında olmaması lazım .
Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum