Nesneler dünyasında kötülük diye bir varlık yoktur .
Yani kötülük başlı başına ontolojik bir varlık değildir .
Kötülük insan eylemleri ile ortaya çıkar.
Siz kötü bir eylemde bulunursunuz kötülük ortaya çıkar .
Bu yazımda özelikle ülkemde yaşanan travmalar üzerinden sistemli düşünmeyi okurla buluşturmak istiyorum …
İnsan düşünen canlı diye tarif edilir …
Tabi ki basit anlamda düşünmeyen insan yoktur .
Her insan düşünür…
Örneğin; Yarın elektrik faturam var onu nasıl ödeyeceğimi düşünüyorum .
İş bulabilecek miyim diye düşünüyorum …
Köyümü düşünüyorum…
Bunların hepsi düşüncedir .
Benim yazıma konu ettiğim düşünce ise bu tip düşünce değil …
Açıklamaya çalıştığım Refleksif düşünce …
Bu düşünce sürekli sorular sormayı hedefler …
*Neden ahlaklı olmalıyım?
*Neden kendime yapılmasını istenmediğim bir şeyi başkasına yapmamalıyım ?
*Neden adaletli olmalıyım ?
*Neden doğayı tahrip etmemeliyim?
*Neden özürlü rampasına aracımı park etmemeliyim ?
*Neden kırmız ışıkta durmalıyım?
*Neden ülkemde politika yapıcısı kamu kaynağını çok kötü kullanıyor?
* Neden yolsuzluğa, imar rantına ,hukuksuzluğa karşı çıkmalıyım…
*Neden bu pis işlere bulaşmış adamlarla arama mesafe koymalıyım ?
* Neden kamu adına bana verilen yetkiyi kötü kullanmamalıyım ?
Bu sorulara daha yüzlercesini ekleyebilirsiniz…
Bu nedenlerin bir bölümü tasviri nedenler olabilir .
Tasviri nedenler gözlemlenir nedenlerdir. Sonuç odaklıdır.
Örneğin ;”Kırmızı ışıkta neden durmalıyım “sorusuna polisin yazacağı cezadan korktuğum için “denilebilir …
Bu çıkar odaklı nedendir .
Birde metafizik neden olabilir. Ben trafik polisi olmasa da kırmızı ışıkta dururum .Çünkü vicdanım har halükarda kurallara uymayı bana görev olarak verir .Bu görev korkudan veya mükafattan kaynaklanmaz .
FELSEFİ DÜŞÜNCE …
Bir diğer adı Refleksif* düşünme …
Refleksif düşünce * Mevcut zihindeki oluşmuş bilginin üzerine tekrar katlanarak düşünülmesi. Ve ilk düşüncenin kritik yani eleştiriye tabi tutulması. Birey kendisine sorduğu sorular ile merakını gidermesidir …
Ve bilme süreci ;Sorgulama, merak etme ,şüphe duyma, hayret etme, eleştirel olma
tutarlı ve evrensel olacak şekilde başlayacaktır …
Benim inancım bu tip düşünme tarzı ancak ilk okuldan başlayıp öğretilecek düşünce biçimidir .
Fakat önce öğretmene bu tip düşünce öğretilmelidir.
Bir an için bu tip düşünceye sahip olan bireylerden oluşmuş bir toplum hayal edelim.
Böyle bir toplum ne aradığını bilir .
Çünkü bu toplum sürekli dinamik düşünme pratiği içindedir.
Peki bu düşünce bizim toplumumuzda neden gerçekleşmiyor?
Bu önemli bir sorudur .
Felsefi düşünmenin önünde en büyük engel koşulsuz itaat kültürüdür.
Ve kişi KÜLTÜDÜR …
“Kült kavramı, kelime itibariyle hayranlıktan tapınmaya kadar geniş bir olguyu ifade etmektedir. Kült liderlik ya da kişilik kültü ise siyasi
bir liderin propaganda yoluyla övülmesi ve kitlelere efsanevi bir kahraman olarak sunulmasıdır. Kült liderler, kitlelerin hayatlarında tamamen yönlendirici bir etkiye sahiptir. Kült liderlerin hâkim olduğu yerlerde bireyler görüşlerini ortaya koyamazlar, kendi başlarına karar alamazlar (Schwartz, 1983:171). Kült liderler, zaman içerisinde kitlelerin yaşamının bir parçası haline gelirler. *
Microsoft Word – 423454_YD_Sayi09_Makale07.docx/dergi park
ÖZ BİLİNÇ VE BİLİNÇ YOKSUNLUĞU…
ÖZ BİLİNÇ ;Kişinin önce kendini fark etmesidir .Bu bilinç ben kimim sorusunu sordurur…
o birey artık şahsiyet/kişilik kazanmış, bir grubun, bir ideolojinin çekim alanı dışına çıkmıştır .
BİLİNÇ ise nesneler dünyasındaki farkındalıktır .
Kişi kendini fark ettikten yani öz bilincine ulaştıktan sonra dış dünyaya yönelir orayı fark eder ve nelerin olup bittiğini anlamaya başlar …
Bu aşamada artık birey sorular sorar.
En başta beni kim yönetsin değil beni hangi sistemle yöneteceksiniz der .
Sürekli hukuk ve adaleti ister .
Bürokrasi sınıfı yani kamu çalışanı benim için vardır ve bana hizmet etmek zorundadır der…
Ve bunun gibi yüzlerce soruyu her gün sorar…
Ancak bunun için bireyin önce ÖZ bilincini, içindeki “BENİ” ortaya çıkartması gerekir …
Günlük konuşmalarımızda kullandığımız o “ben “ kavramı öz bilinçtir aslında …
Bir bebeklik fotoğrafı gösteriyorsunuz bu” benim” diyorsunuz.
Oysa yıllar geçmiş biyolojik yapınız değişmiş organlarınızın bir kısmı gücünü kaybetmiş ,düşünceleriniz değişmiş ama sizde hiç değişmeden kalan bir “BEN” var .
Celladına aşık olan toplumlarda kişi o beni ortaya çıkartamamıştır .
Ben kavramını kullanır ama içinde farkındalık yoktur.
HEGELE GÖRE O “BEN” EFENDİ KÖLE DİYALEKTİĞİNDE ÇOK ÖNEMLİ BİR YER TUTAR…
Hegel’in efendi köle diyalektiğini basitleştirerek anlatmak istiyorum .
Ve böylelikle bizler neden dışımızdaki kötülükleri gönüllü olarak destekliyoruz sorusuna cevap arıyorum …
Onun efendi köle diyalektiği dediği şey üzerinden kötülük sorununu anlamaya çalışıyorum …
Hegel’e göre “efendi” bilinip tanınmak ister …
Onu tanıyanda köledir.
Efendi bilinip tanınma isteğini gerçekleştirmek için köle ile olan mücadelesinde ölümü göze alan ve kendisini kabul ettiren taraf olur.
Yani efendi ölümü göze alandır .
Köle ise, söz konusu mücadelede, hayatını tehlikeye atmaktan vazgeçen, kendi doğal isteğine boyun eğerek hayatını idame ettirmek için hasmını efendi olarak tanıyan kişiyi niteler …
KÖLEDE Kİ DOĞAL İSTEKLER …
Köle için doğal istek örneğin; karnının doyurulması ,barınma ihtiyacı, kışın üşümemek için soba yakmak gibi şeylerdir.
Cebine üç beş kuruş para konulmasıdır …
Kölenin yaşamının sürmesi için elde ettiği istekler doğal isteklerdir…
Bunların bir kısmı hayvanda da içgüdüsel olarak vardır.
Bunlar OLUMSUZLAYICI istektir ve yaşarken bunlar tükenir kalıcı olan bunlar değildir .
Bu istekler kölede öz bilincin(benin) ortaya çıkmasına yardımcı olmaz.
Köle kendini henüz keşfetmemiştir .
Çünkü onun için amaç bunları elde etmektir…
Oysa köle de ”benin” ortaya çıkması için OLUMLAYACI İSTEK haline dönüşmesi gereken başka isteklerin olması gerekir.
Bu da çıkarlarından fedakarlık yapması demektir.
Belli çıkarlarından vaz geçebilen köle özgürlükle buluşabilir .
Örneğin adalet arayışı olumlayıcı istektir.
Adaleti istemek bir değerdir…
Adalet mi istiyorsunuz herkes için istemelisiniz .
Hayvan canlısı adaleti bilmez …
Hegel’in bu diyalektiği diktatörlerin varlık sebebidir.
Ve doğruluk payı bence vardır …
Çünkü her diktatörün(efendinin) arkasında ona minnet duyan köle vardır .
NOT; Bu yazımın sonuna kadar okunduğunu ve bir parça anlaşıldığın varsaydığımda şu cümleleri eklemek zorundayım .Felsefi düşünce bizim gündelik hayatımızda salt teorik çerçeve de kaldığı sürece hiç bir işlevsel özelliği olmaz.
Biz bu olguyu bizzat tecrübe ederek yaşarız. Örneğin neden “ahlaklı adil bir politikacıyı beni yönetmesi için iktidara getirmeliyim” sorusunun gerçek hayata ki cevabı yaşadığımız tecrübedir. Asıl cevap pratikteki sonuçlarıdır. Soygun, yolsuzluk ,imar rantı veya bağımlı yargı bize pratik hayatta bizzat acıyı üzüntüyü fakirliği yaşatır. Bu nazari aklın kabullerinin çok ötesinde varoluşsal gerçekliktir. Bu yüzden varoluşçu filozofların baktığı gibi bakıyorum .Yolsuzluk yapacak zalim bir iktidarın iş başına gelip gelmemesinin doğruluğunu veya yanlışlığını değil bizzat yaşattacağı acı tecrübeyi tartışıyorum…