İçinde yaşadığımız toplumun ve kültürün kaderimiz olduğuna inanıyorum .
Sebep sonuç zinciri ile ulaştığım sonuç kehanet değil.
Onun için dindarlık ve milliyetçilik bizde bilinçli bir eyleme(vatanseverliğe) dayanmıyor.
Sadece antropolojik kültür.
Coğrafi ve bölgesel hassasiyet.
Akıl yürütme ve felsefi düşüncenin(Refleksiyon)toplumumuzda yeri yok .
Birey çok dindar .
Yani dini ritüellere çok sadık . Ancak “ahlak” dediğimiz bütüncül ilkeler dindar için en çok beş madde ile sınırlı.
Cinsellik, açılıp saçılma, en baş ilkeler.
Fakat adalet, hak yememe, doğru düşünme, kötüyü desteklememe, kendine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmak, haksız kazanç, hak edilmemiş servet ,şımarıklık, kibir, nobranlık, despotizm, kıyıların yağmalanması, imar rantı, siyaset eli ile elde ettiği hak edilmemiş makam müdürlükler, devletin kamu kaynaklarını çıkarı için harcama konularının ahlaki konular olduğunu bilmeyen dindarlık .
Dindar dine ahlak felsefesi ile girmemiş .
Dine ritüellerle girmiş.
Sosyolojik ve çevresel faktörlerle dinde ibadet çok önemli denilmiş, gelinim baş örtülü olmalı, damadım muhakkak namaz kılmalı. Bunlar olunca ahlaka gerek yok diye düşünülmüş.
“O kadar cahilsiniz ki dininiz var diye ahlaka ihtiyacınız kalmadığını sanıyorsunuz”
Nikola Tesla
İLMİHÂL DİNDARLIĞININ AHLÂK ALGISI YA DA “AHLÂKLI İNSAN” TASAVVURUMUZUN GELENEKSEL KAYNAKLARI ÜZERİNE BAZI TESPİTLER…
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi Kasım-2015 Cilt:7 Sayı:14
Namık Kemal OKUMUŞ
Bu makaleden alıntı yapıyorum …
“İlmihâl dindarlığının “temel inançlar” ve “temel ibadetler” şeklindeki anlatım modeli, İslâm’ın şartları 5 imanın şartları 6,namazın şartları 12, guslün şartları 3, teyemmüm ’ün şartları 2, abdestin şartları 4’tür, 32 farz,54 farz, vb. üzerinden tanımlanmaktadır. Bu algıyla yetişen kişiler ise bu esasları yapmakla iyi bir Müslüman olunacağını yeter şart olarak görmektedir. Onun için de din sadece formel bir görünüş becerileri üzerinden tanımlanmakta, ahlâkî kazanımlar, dindarlık ölçeği olarak kabul edilmemektedir. Bunun içindir ki şekil şartını yerine getirip namaz kılan bir bakan, genel müdür, müdür, öğretim üyesi, müftü, öğretmen ve esnaf rüşvet yese, iltimas etse, görevini kötüye kullansa, işini yapmasa bile dindar kabul edilmektedir.” Namık Kemal Okumuş
Din bir türlü ibadet ve şeriat boyutunun üstüne çıkıp ahlak ile buluşamamış.
İLAHİYATIMIZ BİLİM YAPMIYOR…
Türkiye de ilahiyatın yaptığı bilimsel önermemi yoksa inançsal önermemi diye soruyor.
Prof. Mustafa Öztürk felsefi düşünceye sahip bir akademisyen…
Kendi uzmanlık alanı dışında iktisattan siyasete kadar çok geniş bir bilgi birikimi mevcut…
Şöyle diyor .
“Bir ilahiyatçı doktora yüksek lisans tezi yazıyor. Tefsir alanında çalışıyor. Kuranı kerim ;yüce Allah’ın Hz Muhammed’e 610-632 yılları arasında vahyettiği son ilahi vahiydir diye başlıyor tefsire”…
Kardeşim bu bilgi değildir diyor Mustafa Öztürk .
Evet bu bilgi değildir .
“Bu inançtır”
Bu bilimsel bir önerme değildir .
Bu bir inançsal önermedir diyor.
Bu senin için öyle benim için böyledir .İnandığımız için böyledir .Bildiğimiz bir şey değildir. Yoksa ben nereden bilebilirim HZ Muhammed’e vahyin nasıl geldiğini?
Görmedim, etmedim test etme imkanım yok” diyor .
Sen teze böyle başlıyorsun bu bilim kitabı oluyor , bilim doktorası alıyorsun . Bilim doktorası böyle alınmaz diyor Mustafa Öztürk .
Yani bu günkü bilim paradigmasına göre olmaz .Sen inanç yapıyorsun bilim diye satıyorsun .
Sistemin bilim paradigmasını eleştirebilirsin .Yerden yere vurabilirsin. Ancak bu bilim paradigması içinde kendi inancını bilim diye anlatırsan ilahiyatta meşruiyet krizi yaratırsın” diyor …
Bilimsel bilgi ile inançsal bilgi arasında ilahiyat nerede duruyor?
İlahiyata ise teoloji (
Yunanca:
θεος, theos
, “Tanrı” + λογος, logos
, “bilim“) veya
tanrı bilimi denmekte…
Ancak bizdeki ilahiyatın bir eğitim ve araştırma süreci içinde sıfır noktasından başlayarak ulaştığı bir şey yoktur.
Yani hiçbir ilahiyatçının zihni, ilahiyata başlamadan önce Allah ,ahiret ,nübüvvet, peygamberlik konusunda tabula rasa (boş levha- John Locke) değildir.
Mezhebine kadar her şey sabitlenmiştir.
Tabiri caizse su basman seviyesine çıkmış hazır yapı üstüne ilahiyat bilgisini bina eder …
İlahiyatçı bu sabit bilginin üstüne uzmanlığını kurar.
Daha en baştan mahallenin imamından ,ailesinden “VAR’I öğrenmiştir(Ahiret, nübüvvet ,yeniden diriliş, peygamberlik, Hz Muhammet VARDIR) …
Yani o “VAR” dediği bilgi bir eğitim ,araştırma süreci sonucu ortaya çıkmamıştır .
Neye var demektedir? VAR nedir?
Var ,varlık ile alakalıdır. Dine ait “var” olanlar ise (vahiy, melek, nübüvvet, ahiret, tekrar diriliş vs ) ontolojinin(metafizik) alanındadır.
İlahiyatçının var dediği şey bilimsel bilgiye dayanmaz .
Tamamen tarihsel rivayet malzemesine, aktarımla gelen inançsal bilgiye dayanır.
Fakat bu bilginin nesnesine gidemezsiniz .
Kanıtlayamazsınız .
Bu bilginin nesnesi Allah tır.(Bu nesne felsefedeki nesnedir)
Allaha sorma şansınız yoktur. ”Yarabbi sen gerçekten peygamber gönderdin” mi diye ?
Yapılacak tek şey ya inanırsınız yada inanmazsınız .
Siz, ben inanabilirim. Ama bir başkası inanmayabilir .
Bilimsel paradigma ise böyle değildir .
Bilimsel paradigma yanlış yaptım diyebilir.
Bugüne kadar böyle biliyorduk ama yanılmışız diyebilir .
İlahiyatçınınki ise bir inançtır ve asla yanlışlanmasına izin vermez.
Onu baştan inandığı şeyi asla tartışma konusu yapamaz .
Çünkü aksiyom olarak akıl yürütmede onu en başa koymak zorundadır…
“HZ Muhammet Allah’ın peygamberdir” Ona vahiy gelmiştir “ son din İslam’dır vs .
Bu öncülü asla tartışmaya açamaz, sorgulatmaz ,sen nerden biliyorsun diyen adama da biliyorum işte diyemez .
Ve bu sabit bilgi üzerine formasyon geliştirir. Uzmanlaşır .
İşte o zaman bilim olmuyor .
Bilimsel bilgi düne kadar böyle düşünüyorduk bilim adamları olarak ama şimdi bu düşüncemiz değişti bu doğru değilmiş diyebilir .
Fakat inançta bu asla olmaz . İnancın kanıta ihtiyacı yoktur. Bilim ise kanıtlamak zorundadır .
İnançta “İşittik ve iman ettik “diyeceksin inancın paradigması budur .
Ben inanıyorum .
Abidin olarak inanıyorum.
Fakat adı üstünde inanıyorum diyorum . Biliyorum onun için inanıyorum demiyorum .
İnanmamaya da “inanıyor” olabilirdim …
Benim için inanma mümkün olabilir, ancak karşımdaki şahsın inanması için yeterli sebep var mı?
İşte bunu kabullenmiyoruz .Dindar bunu asla kabullenemiyor .
Yani bir ilahiyatçı ben bilim yapacağım o bilgi beni nereye kadar götürürse gideyim der mi?
Ben sınırsızca düşüneceğim .Çünkü aklımın içinde sayısız bilinmeyen soru var .Peki inandığım kitap aklımı sınırsız kullanıp en uçuk fikirleri düşünme izin verir mi?
Yani bu bilgi bana bunları söyletecek ama inancımda bunları söylememe izin vermiyor mu diyecek ?
Yoksa ilahiyatçı ,ilahiyat alanında bilgimi daha fazla ileri götürmeyeyim. Bu inancıma çok ters mi diyecek?
Ve şu tespiti Mustafa Öztürk’ün harika .harika. Bu ilahiyat hocalarının birçoğu kendi inancının ne kadar sağlam ve sahih olduğunu ispat etmek işçin TEZ yazıyor diyor .