Canımın hiç sıkılmadığı yıllardı… 1990’ların, 2000’lerin Gemlik’in de canının sıkılması gibi bir lüksün de olamazdı. Gazetecilik açısından aksiyon dolu, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen, baş belası habercilik; cehennem sıcağını yaşatırken, mesleğimin verdiği haz ve sosyal hayatın renkleri de cenneti vaat ediyordu. Canımın sıkılmamasının sebeplerinden birisi de, dergiler, gazeteler ve kitaplarla dolu bir dünyaya sahip olmamdı.
Ne bulursam okuyordum. Kitapçı dükkanları, sahaflar, dergi satan bayiler nefes aldığım yerlerdi. Arşivimde kaldığı ve hatırladığım kadarıyla, Nokta, Aktüel, Tempo, Leman, Lemanyak Dergilerini hiç kaçırmıyordum. Aydınlık Dergisi aboneliğim de olmuştu bir dönem. Hafta içinde zaten günlük en az beş gazete alıyordum. Pazar günleri gazete sayısı, sekize, ona da çıkabiliyordu. Belki de yolumu arıyordum. Bu kadar okuyup, okuduklarından anladığını insanlara aktarma da bir sorunum vardı. Bunun çözümünü bilmiyor, yazarlardan yazarlara geçerek, “işte bu” diyebileceğim idol peşindeydim…
Leman Dergisinde, Nihat Genç ismine ve yazılarına rastladığım dönem de o yıllarda başladı. Uzun, upuzun yazıları, bazen birkaç sayfayı kaplıyordu. Buna karşın okurken hiç sıkılmıyordun. Kara mizah misali yazılarında, daldan dala atlarken kullandığı sert üslup, konu dağılırken yeniden toparlaması, özellikle doğa tasvirleri, insan figürlerinin psikolojik yapısını muhteşem betimlemesi, siyasetin açmazlarına sert çıkışı, güldürürken düşündüren, düşündürürken, seni de sinirlendiren balyoz gibi kelimeleri benim gibi kitap kurtlarını epey heyecanlandırıyordu…
Gani Müjde, Ahmet Altan, Cezmi Ersöz, Hıncal Uluç, Çetin Altan beşgeninde, “güzel yazıyorlar” derken, Nihat Genç’in yazılarının müptelası da olmaya başlamıştım.
Sonra bir gün, bir kitapçı da dolaşırken, “Memleket Hikayeleri” isimli kitabına denk geldim. Kaç kez okuduğumu bilemezsiniz. Sait Faik’ten, Fakir Baykurt’tan, Muzaffer İzgü ve Gani Müjde’den sonra okuduğum en güzel Türkiye’ye özgü hikayeler bu kitapta yer alıyordu. Nihat Genç’ti bu. Tek kitapta, yirmiye yakın öykü de bana aradığım ve beklediğim her şeyi vermişti işte…
Temsilciliğini yaptığım Olay Gazetesi’nin ofisinde masa üstünde duran beş altı kitaptan biri haline gelmişti. Bir de Leman Dergisini de okumayı sürdürüyordum. Haberlerden, arada sırada yorum yazmaktan, kurşunlardan, dayaklardan, adam dövmelerden, tehditlerden, mahkemelerden, cezaevinden, sövmekten, sevmekten, içmekten ve bilumum gazeteciliğe dair ne varsa öyle yaşamaktan her fırsat bulduğumda yine okuyordum ve Nihat Genç yazıları ile Memleket Hikayeleri kişisel bibliyofili tarihimin zirve yolculuğunu sürdürüyordu…
Bir gün başka bir haberden dönerken, Gemlik Atatürk Kordonundan geçiyordum. Gemlik Körfezi, o gün nasılsa ve hayretle lağım değil iyot kokusu doluydu. İyot kokusu, hafif poyraz, çokça güneş, sahildeki zeytin ağaçları, kurumaya yüz tutmuş palmiyeler ve hatta nedense Gemlik insanları bile çok hoş duygu yaratıyordu o gün bende. Genç bir çocuk sahile bir dolu kitap yığmış, satıyordu. Kitapları görünce asla kayıtsız kalamam. Yanına gidip, kitapları incelemeye başladım.
Bir dönem Olay Gazetesi Gemlik temsilciliğinde, benimle birlikte kameramanlık ve muhabirlik de yapmış Tunç Ergin’in hep bahsettiği bir yazarın kitabına denk geldim. Tunç Ergin, “Her şeyi okuyorsun da, Bukowski okumuyorsun be ağabey. Oysa Bukowski gibi adamsın vallahi… Bir okusan, ne dediğimi anlayacaksın” sözleri geldi. İlk Charles Bukowski kitabımı, “Kaptan Yemeği Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi” böylece aldım. Parasını verirken, bir başka kitap daha gözüme çarptı. Nihat Genç “Modern Çağın Canileri” … kaçırmadım tabii ki… Her iki kitabı da alıp, heyecanla ofise geldim. Haberleri yazıp, faksla geçip, karanlık oda diye kullandığım kapkara meşin bezin altında filmleri de kopartıp, ışık almasın diye yine kapkara başka bir film kutusuna koyup, otobüsle Olay Gazetesine gönderdikten sonra kitaplara daldım.
Charles Bukowski iki saatte bitti.
Nihat Genç’e ve “Modern Çağın Canileri” ne birahanede devam ettim. Önemli bulduğum yerleri çizmekten yorulduğum bir kitap oldu. Nihat Genç, benim gibi bulduğu ne varsa okuyan, okuduğunu anlayan, anladığını da muhteşem beyni ve kalemiyle okuyucuya aktaran bir yazardı. Duygulu, coşkulu, tutkulu, sert, anarşist bir yazardı. Her denemesinde, her öyküsünde, her yazısında içimde fırtınalar kopuyor, yazarlık hayallerimi gerçeği dönüştürmek adına beni teşvik ediyor, bilgi denen gerçeklik, nasıl yazılırsa, okuyucu da etkili olur, onu bana çok iyi aktarıyordu.
“Modern Çağın Canileri” kitabını sonraki süreçlerde en az üç kez daha okuduğumu söyleyebilirim.
Gemlik Çağrı Gazetesinde haftada iki gün yazdığım yıllardı… Bir yazı da ne zaman sıkışsam, anlam yüklemeye çalışsam, Nihat Genç’in Leman Dergisi yazılarına, “Memleket Hikayeleri” ve “Modern Çağın Canisi” kitaplarına sarılıyordum. Ondan alıntılar yapıyor, önüne ya da sonuna, “Anarşist yazar Nihat Genç”, “Balyoz Gibi Kelimeler”, “Üstat Yine Yazmış”, “Büyük Yazar anlayana yine geçirmiş” falan gibi ibareler ekliyordum…
İnternetin bu kadar gelişmediği, yerel gazetelerin okunduğu yıllardı… Gemlikli öğretmenler Eşref Turan ve Nuri Dağtaş, benim bu yazılarımı üstat Nihat Genç’e de gönderiyorlarmış. Bundan haberim bile yoktu.
Sanırım 2006 yılı Aralık ayı sonlarıydı. Yine birkaç mahkeme ile uğraşıyor, buna rağmen Gemlik’te nasıl oluyorsa, olduğu kadar hayatın tadını çıkarmaya çalışıyordum. Hafta sonlarında Gürle İş Merkezinin 4. katında Olay Bürosunda arkadaşlarla buluşurduk. Eski gazetelerden topak topak futbol topu yapar, bantla gazeteden yapılma futbol topunu sıkıştırır, ardından birasına penaltı çekişirdik. Kural basitti. Diyelim ki dört arkadaş buluştuk. Herkes beşer penaltı çeker, herkes kaleye geçer. Beşer penaltı sonunda en çok gol yiyen ya da gol yeme eşitse en az gol atan; diğerlerine 4’er bira ısmarlardı. Eşitlik halinde, en az gol atan ile en çok gol yiyen 5’er penaltı birbirlerine atarlardı. Dört bira için ne penaltılar atar; ne kalecilik örneği sergilerdik asla bilemezsiniz!
Kalede Kıl Faruk vardı. Penaltı sırası bendeydi. Tam gerildim, şuta koşuyorum. Ofis masasında duran telefonum çaldı. Penaltı atmaktan vazgeçtim. Çalan telefona gittim. 532’li bir numara arıyordu. Tanımıyorum ama açtım. “Alo”…
“Cemal Kırgız” mı?”
“Kim arıyor?”
“Ben Nihat Genç!”
“Ha sektör!!! Nihat Genç mi? Kafa mı buluyorsun birader benimle? Nihat Genç kim, ben kim?”
Sonra telefonu Anadolu Eğitim Sen Genel Başkanı Cansel Güven aldı. Gerçekten Nihat Genç’miş. Telefonumu Eşref Turan ve Nuri Dağtaş öğretmenlerim vermiş. Nihat Genç’ten de bahsettiğim yazılarımı gönderiyorlarmış ve o da teşekkür için aramış… Bir de ekledi Nihat Genç, “Ocak 2007’de Gemlik’e geliyorum” diye…
Heyecan, coşku, bir yazarla, idolüm dediğim bir yazarla konuşmanın dayanılmaz mutluluğu… Üstelik bir aya kalmadan Gemlik’e de geliyordu.
Telefonu kapattım. Kıl Faruk halen kalede bekliyordu. Peter Handke’nin “Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi” kitabından çıkma bir psikolojide, golü yerse 20 birayı nasıl ısmarlayacağını düşünen Kıl Faruk’a, “Nihat Genç aradı” dedim ve yaradana sığınarak gazete kağıdından yapılma topa vurdum.
“Gol!”
Tuvaletlerin yanında, Gemlik sahiline ve Gazhane Caddesine bakan alandaki camlardan son kalanı da aşağıya indi. Yönetici rahmetli İbrahim Gürle, bir kez daha söylenerek yukarı koşarken, biz ofise kapandık…
Nihat Genç ile Gemlik’e geldiği sabah, Anadolu Eğitim Senli sendikacılar, öğretmenler ile birlikte buluştuk. Sonra Konferansa katıldı. Büyük bir hayranlıkla dinledim, notlar aldım. Nihat Genç’i Gemlik Çağrı Gazetesinde manşet yaptık. Olay Gazetesi birinci sayfadan verip, kültür sanat sayfasında manşete çekti. Anadolu Ajansı ve Cumhuriyet Gazeteleri de haberi kullandılar…
Anadolu Eğitim Sen akşamına Sea Garden’de yemek verdi. Büyük bir alçak gönüllülük gösteren Nihat Genç, yemeğe beni de davet ettirdi. Yanında yer ayırmışlar. Rakı eşliğinde uzun bir gece oldu. Topu topu Leman Dergisinde 30 yazısını ve sadece iki kitabını okuyabilmiş ben, Nihat Genç uzmanı gibi kabul edildim.
Edebiyat başta olmak üzere, sendikacılık, siyaset, yazarlık dolu samimi bir gece oldu. Bir ara, Nihat Genç’in parti kurup, kurmaması da gündeme geldi. Anadolu Eğitim Senliler Nihat Genç’in parti kurma taraftarıydılar. Bana sordu, “Siyaset işleri seni bozar üstat” dedim. “Bence sen sadece yaz. Biz de hep okuyalım” diye ekledim. Çoğunluğun aksine, bana hak verdiğini söyledi. Buna rağmen siyasete de adım attı büyük yazar. 2024 Nisan Mayıs aylarında Cumhuriyetçi Vatanseverler Partisi’ni kurdu.
Marlboro marka sigara içiyordu. Ulusalcılık, vatanseverlik, idealizm derken, Amerikan sigarası niye diye sordum? “Alışkanlık” dedi. Sonra masa altında duran çantasından JB marka Viski çıkarıp, “Koy Çantana” dedi. Kaçırmadım, çantaya koyarken, güldü, “İdealist solcular, Atatürkçüler, sosyalistler de viski içmezler!” dedi. “Viski’yi her zaman bulamadığımı” anlatıp, Nihat Genç hediyesi olarak onur duyduğumu söyledim. Viski hediyesine, güzel bir anlam yüklediğimi sanıyordum. Öyle de oldu. Gülüştük. Sonra, utanarak, sadece iki kitabını okuyup, Leman Dergisi yazılarıyla hayranı olduğumu anlattım. Peçeteye adresimi yazdırdı. Cebine koydu.
Unuttuğunu, ya da peçeteyi bir yerlerde attığını sandım. Unutmamış, atmamış. 5 Mart 2007 tarihinde kargo ile üstelik kızım Ceyna’nın adına 10 kitabını birden gönderdi. Bütün kitaplarını defalarca okudum. Ama “Edebiyat Dersleri” benim baş ucu kitabım oldu. On kez okudum, halen okuyorum. “Saraya Kılınan Namazlar”, “Karanlığa Okunan Ezanlar” kitaplarını herkesin okumasını isterim. “Anadolu Yazarını Dinliyor”, “Hattı Müdafa”, “Köpekleşmenin Tarihi”, “İhtiyar Kemancı”, “Aslanlı Yola Doğru”, “Nöbetçi Yazılar” ve “İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı?” kitaplarını da okumak, bu ülkeyi anlamakla eş değer büyük eserler diye düşünüyorum…
Nihat Genç’in hediye ettiği viskiye gelince… Selçuk Yelkenci kardeşimle, yolsuz kaldığımız bir gece, sadece üçer bira içip, kendimize gelemediğimiz bir sonbahar gecesinde, Nihat Genç’e saygıyla diyerek, soda ile karıştırıp, bira üstüne cila niyetine tükettik…
Bir dönem Akşam Gazetesinde de yazdı. Hiç kaçırmadım ama kısa sürdü. Ben de bir daha Akşam Gazetesi almadım.
2009 yılı Kasım ayında, işsiz ve parasız gezerken, ani bir kararla kitapçı dükkanı açtım Gemlik’e… İşler iyi gitmiyordu. Kıskançlık, hasetlik, nefret, öfke ya da her ne derseniz deyin, dost bildiklerim benden kitap almıyorlardı. Orjinal kitaplara, Elif Şafak “Aşk” ve Dan Brown’un “Cehennem” isimli kitapları hariç ilgi yoktu. Kitap sayısı artsın, müşteri de gelsin diye, ikinci el kitap almaya giriştim. Kitap yağmaya başladı ama alan yine yok. O sıralar, FETÖ operasyonları ülkeyi kırıp geçirmeye başlamıştı. 2010 yılı Mart ayında Gemlik Belediyesi Orhan Veli kanık edebiyat günleri düzenledi. İnci Aral, Latife Tekin, Ataol Behramoğlu gibi ünlü yazarlar, şairler Gemlik’e geldiler. Bir de akademisyenler konuşmacı olarak katıldılar bu edebiyat günlerine.
Akademisyenin birisi, yayın evlerinde, edebiyatta FETÖ olgusuna dikkat çekerek, medyanın da Fethullah etkisine girdiği konusunda uyardı. Ben de Çağrı Gazetesine, “Edebiyatta FETÖ Tehlikesi” diye yazı yazdım. Sabahına polisler geldi dükkana. Tek tek kitaplara baktılar, ikinci elden satın aldığım, birkaç bandrolsüz kitap buldular. Kapatma ile tehdit ettiler. Bu arada bir tanesi, sabah sabah ilk işinin Çağrı Gazetesindeki yazımı okumak olduğunu söyledi.
Durum ortaya çıkıyordu.
Bir başkası da, çok şikayet aldığımı, Emniyet Genel Müdürlüğüne kadar şikayetler yağdırıldığını söyledi. Bazı meslektaşlarımın, bazı dost bildiklerimin, bazı sözde gazetecilerin ve bazı onun bunun çocuklarının yaptığı işlerdi bunlar…
Kitapçı dükkanı maceram da kapanmak üzereydi. O sırada yeni yeni palazlanan sosyal medyada da, bir takım troller ile uğraşıyor, yine birkaç mahkeme celbi daha alıyordum. Akşamına oturdum bir birahaneye yine Nihat Genç kitaplarına sığındım. Hem içiyor, hem okuyor, hem altını çiziyordum. “Edebiyatın İbne C Takımı” diye yazısı ilgimi çekti. Ertesi gün, ben de “Gemlik Basınının ve Siyasetinin İbne C” takımı diye yazı yazdım.
Sonu kovuşturmaya gerek yok ile bitse de bir dava daha açıldı. Nihat Genç’i arayıp, “Ağabey, bir daha senden yazı başlığı dahil almayacağım” dedim. Durumu anlattım. Yine gülüştük. Bursa’ya geleceğini söyledi. Gemlik’e geldi. Bir birahane de dörder bira içtik. Garsona, “bu üstadı tanıdım mı ?” diye sordum, “Yabancı gelmedi ama çıkaramadım” yanıtını verdi.
Gemlik konusunda umutlarımın kırılmaya başladığı dönemin miadı da o gün oldu.
Herkes önünü iliklerken, korkudan titrerken, FETÖ tehlikesini bıkmadan usanmadan yazan, darbe yapacaklarını yıllar öncesinden yazıp, söyleyen de Nihat Genç’ti.
Zeytine Sor isimli romanımın basılmasında da ön ayak olmuş, Le Manyak’ta yazmam için aracılık etmiş, (istikrar olmayınca sürdüremedim) her fırsatta yazarlığı, gazeteciliği teşvik etmiş, büyük bir insandı Nihat Genç.
2019 yılı Mayıs ayında Gemlik Son Nokta gazetesini çıkarmaya başlayınca, tebrik etmeye aradı. “Başkası alıntı yaparsa telif isterim ama sana serbest, istediğin yazımı alıp kullanabilirsin” dedi. Bu gurur bile bana yeterdi… Her zaman onur duydum…
Halkın Kurtuluş Partisi; “Katıksız bir vatansever, söylediği her sözü içtenlikli, Kuvayimilliye ve Mustafa Kemal’i açıkça savunan Nihat Genç artık anılarıyla yaşayacak” dedi. CHP Genel Başkanı Özgür Özel taziye mesajı yayınladı.
Bir yazar arkadaşı, “O isyan halindeydi. Ülkeyi de dünyayı da kaplamış keskin bir haksızlığı, derin bir adaletsizliği sadece gördüklerinden, okuduklarından değil, bizatihi yaşadıklarından hareketle iliklerinde hissediyordu.
Tüm hakkı yenilmişler gibi kırgın, tüm hakkı yenilmişler gibi isyandaydı. Hakkını yedirmemeye gücü yetmediği için öfkeli ve isyandaydı, hakkını yedirmemeye gücü yetmeyen herkesi de isyana teşvik ediyordu. Yenilenlerin tarafındaydı, kendisi de yenikti. Fakat işte mesele şu ki, pes etmiyordu ve tüm yenikleri de durmadan pes etmemeye çağırıyordu”
Gerçekten de pes etmedi, boyun eğmedi…
Veryansın Haber Sitesinden Yavuz Alogan’ da; “ Nihat Genç ülkücü kökenliydi, fakat bana sorarsanız, klasik ülkücülükle hesaplaşmış, onu geride bırakarak ulusçu, Kemalist bir senteze ulaşmıştı. Videolarında fonda görülen kurdun, bildiğimiz o politik Kurt değil, Jack London’ın Vahşetin Çağrısı romanındaki, diğer canlılara boyun eğmeyen, asla ehlileştirilemeyen, isyankâr ve sadece tabiatın çağrısına kulak veren, azimli, dayanıklı ve inatçı Buck olduğunu söylemişti bir keresinde. Dokuz Işık ülkücüsü gibi görünmek istemezdi.
Nihat Genç’in vatanseverliği, Cumhuriyet’in devrim kanunlarında, üniter ulus-devlet anlayışında ve hiç kuşkusuz Türk milliyetçiliğinde ifadesini buluyordu.
Halkçıydı. Türkiye’nin kurtuluşunu devrimci bir halk hareketinin üzerinde yükselecek bir Kurucu Meclis’in hazırlayacağı yeni bir Toplum Sözleşmesi’nde, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet Devrimi’nin temel ilkelerinin uygulanmasında, laik ve bilimsel eğitimde ve kamucu iktisat politikalarında görüyordu.
Kapitalizme karşıydı. Devletle iç içe geçmiş büyük şirketlerin, dev tekellerin sömürüsünü insanlığa musallat olmuş en büyük felaket olarak görüyordu; eşitlikten, kardeşlikten, dayanışmadan, özgürlükten, Büyük İnsanlık’tan yanaydı.
Bana sorarsanız, Nihat Genç sosyalist sola, hatta anarko-liberter düşünceye de açıktı. Tercüme ettiğim Anarşizmin Tarihi kitabını okuduğunda coştuğunu, heyecanlandığını hatırlıyorum. Söz gelimi, Henry David Thoreau’yla arasındaki karakter benzerliğini görmüş olmalıydı. Nihat, anlayarak okuyan, okuduğunu düşünen ve öğrendiklerini başkalarına aktarmayı bilen müstesna bir kitap okuruydu.
Çok iyi bir anlatıcıydı (“hatip” değil, anlatıcı). Yüzlerce videosunun önümüzdeki yıllarda tekrar tekrar izleneceğine eminim. Küçük öykülerle, fıkralar ve anekdotlarla, duygu yoğunluğuyla, izleyenin dikkatini sürekli canlı tutarak en karmaşık konuları en sıradan insanın anlayacağı bir berraklıkla aktarırdı.
En ağır eleştirilerde bulunduğu kişilerin onun ardından yazdığı övgü dolu sözlere bakarsanız, Nihat Genç’in hem kendisini hem de görüşlerini aktarmayı başaran nadir kişilerden olduğunu anlarsınız. Onu yanlış anlamak imkânsızdı, olduğu gibiydi, ne söylüyorsa, ne yazıyorsa oydu. Eskilerin deyişiyle nevi şahsına münhasır (sui generis), benzersiz, özgün, asla taklit edilemez, eşi benzeri olmayan biriydi Nihat Genç” dedi, bugünkü yazısında…
Charles Bukowski, John Fante için, “İlahım Yazar” ifadesini kullanmıştı. Gemlik Belediyesinde basın danışmanlığı yapıyordum. Nihat Genç’in, “Tek Tabanca” isimli kitabı yayınlandı.
Charles Bukowski ve John Fante çağrışımıyla, “İlahım Nihat Genç’in Son Kitabı ‘Tek Tabanca’ paylaşımını yaptım. Ne kadar embesil, dinci, fetöcü, siyasal islamcı, cahil kesim varsa saldırdı. Nihat Genç okuyucusu geri adım atmaz. Geri adım atmadan püskürttüm.
Bir yıla kalmadı,. darbe girişimi oldu. Hiç ummadığım insanlar Nihat Genç yazıları paylaşmaya başladı.
Edebiyatla, siyasetle, sanatla, kültürle haşır neşir olmuş, tanıdığım herkesle Nihat Genç’i en az bir kez konuşmuş, yazılarını, kitaplarını tavsiye etmiş birisi olarak, vefatında da birçok taziye mesajı aldım…
Bugün onu ebediyete uğurluyoruz…
Ama asla unutmayacağız ve unutturmayacağız.
Son sözü, “Cumhuriyet’e sahip çıkın olmuş…
Onun izinde, sahip çıkacağız. Pes etmeyeceğiz. Mücadeleden kaçmayacağız. Kitapları rehberimiz, yazarlığı ilah, kişiliği örnek kalacak…
Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Güle Güle büyük usta. Bizler duraklamaları oynuyoruz. Görüşmek üzere…
Yaşadıkça sürekli okuyacağım, tek yazarsın Nihat Genç…