İslam dendiğinde avamın anladığı İslam düşünce sistemleridir .
Hoş diyanetinden, ilahiyatçısının büyük çoğunluğunun anladığı ve anlattığı İslam düşünce sistemleridir. Kendilerine aktarımla gelen bilgilerdir .
Ya erken dönem ve mutlak otorite kabul edilen tefsir faaliyetleri, ya mutlak otorite kabul edilen fıkıh, kelam veya muhaddislerden gelen hadis bilgileridir .
Kuran derki İslam göre diye cümleye başlayan bu otoritenin kabullerini anlatır .
Veya çıtayı biraz yükseltirsek kendi öznel çıkarımlarıdır .
Başka seçenekleri de yoktur.
Çünkü 1400 yıl sonra doğmuş bir ilahiyatçının İslam dini hakkında nesnesine gidip (Allaha ve Hz Peygambere )hiçbir konuda danışma, sorma şansları yoktur …
İbn Sina’nın metafiziğinden (ontolojisinden )hareket edersek bizde oluşmuş idrak, idrak-ı hissi değildir
İdrak-ı hissi demek duyusal idrak tır.
Yani bizlerde ve de en baba ilahiyat profesörünün kendin de oluşmuş bilinç ; kulağı ile HZ Peygamberin ağzından duyduğu, bizzat gördüğü ,vahyin indiği tarihe (610-632 ) tanıklığı ,o mekânda bulunuşluğu ,yaşamışlığı ile oluşmuş bilinç değildir .
Ne bedevi Arabı tanımış nede onun yaşamına bizzat tanıklığı vardır.
Hatta HZ Muhammet diye bir şahsın yaşadığını, peygamberliğini yazılı kaynaklardan öğrenmiştir.
Özetle bu gün din adına kim ne konuşuyorsa, konuşanın kendisi zaman, mekan ve akıl çeperi ile sınırlı ve kendisi eksikli yani mukayyet(başka şeye ihtiyaç duyan) bir varlık olduğunu kabul ederek konuşmak zorundadır .
Soru şu ! Nasıl olurda mukayyet bir varlık olan insan din adına mutlak bilgiyi bize verebilir ?
Yani 1400 yıl süren bu yolculukta bu bilgilerin yol kazalarına uğramaz mı?
Uğradığını yorum, anlayış , yüzlerce ortaya çıkan inanç farklıklarından anlıyoruz .
Bir konuda ki rivayetin bile bir biri ile çelişen bir çok farklı versiyonu var .
Onun için diyorum ki dini bilginin önce felsefi düşünce ile mutlak buluşması lazım, bu bilgiden önce merak ,şüphe, zan kişide oluşmalı ki gelen bilgiyi sorgulayabilsin .
İslam adına ne konuşursak konuşalım aslında bizler bu sistemlerin (tefsir, kelam, fıkıh, tasavvuf, hadis) mutlaklaştırdığı şeyleri konuşuyoruz. Mezhepler ,ilmihal bilgileri ,inanç esasları, fıkıh= İslam dır …
Kurana göre diye konuşan biri içinde bulunduğu mezhebin (ör; Ehli sünnet)mutlak doğru dediği inançları anlatır …
Sözlü hitap /metin (vahiy) ile yazılı metin (Mushaf)
arasın da ki ontolojik farkı bu ilahiyatçının düşünmesi lazım .
Onun için özdeşlik ilkesine muhakkak başvurup ,Kuran ile Mushaf’ın özdeş olup olmadığını sorgulaması gerekir .
Yazılı metinde okuyan ile sözcükler ,kelimeler baş başadır. Metin konuşmaz .Onu okuyan konuşturur .
Ama sözlü hitaba muhatap olan için böyle bir sorun yoktur .
Çünkü yazılı metnin olduğu yerde muhakkak yorum olacak tır. Her yorum anlama faaliyeti ,her anlama hermenötik açıdan eksik bir anlamdır.
Çünkü işin içine okuyanın kültürü, anlama kapasitesi, mizacı, zekası ,yaşadığı toplumun sosyolojisi ve aldığı dini eğitim, mezhebi görüşü girer.
KELAM İLMİ =BEYAN AKLI…
Beyan aklı dediğimiz de kelam ilmini kast ediyoruz…
Beyan aklı “mümkün” kelimesini Allah nispetle anlar…
Allah dilerse olur mu? dendiğinde cevap olur tabi olacaktır .
Ben ellerimi çırparsam uçabilir miyim ?
Beyan aklı Allah dilerse uçabilirsin diyor .
Evet Allaha nispetle bu imkan dahilindedir.
Ancak insana nispetle(insanın tabi olduğu yasalara göre )bu mümkün değildir .
Filozof için ise Tanrı için imkan dahilinde olan “olağan” olandır der .
Olağan dışı değildir.
Kalem yukarıdan bırakıldığında yere düşer olağan olan budur . Ama yerden havalanıp yukarı çıkamaz bu olağan dışı olur.
Bunları neden anlatıyorum veya kime anlatıyorum ?
Aslında bu toplum dindar gözüküyor ama Allah/Tanrı tasavvuru din adamından, dışarıdaki avama kadar çok sorunlu…
GÖMLEĞİN İLK DÜĞMESİNİ YANLIŞ İLİKLEYEN DİNDARLIK BİR TÜRLÜ ÜSTÜNDE YAMUK DURAN GÖMLEĞİN NEDENİNİ MERAK ETMİYOR …
Bu inançla yetişmiş bir yakınım şöyle bir soru sordu .
Allah Cuma günün yüzü suyu hürmetine veya Cuma vaktinde yapılan duaları kabul ediyor, madem Kabe’de yapılan dualar kabul olunan dualar zümresindendir o zaman neden İsrail kahrolmuyor? Neden Gazze de toplu katliamların olmasına Tanrı izin veriyor .Çünkü İmam efendi her Cuma İsrail’i “Kahru perişan”, eyle Allah’ım diyor .
Neden Allah İsrail, yok etmiyor ?
Burada anlatmak istediğim nedensellik ilkesini dindar bilinç bilmiyor, bilen de kabul etmiyor ..
Eşari kelamı nedensellik ilkesini tanımıyor.
Ben bardağı elimden attım yere düştü kırıldı .
Düşüp kırılması nedenlidir .
Nedeni ise benim onu yere atmamdır .
Beyan aklı Allah isterse o kırılmaz diyor .
Yani arı yediklerini bala tahvil ederken beyan aklı Allah isterse arının yediğinden bal değil zehir çıkar diyor .
Buna iki sebepten mecburdur .
Birinci neden mucizeye kapı aralamasıdır.
İkinci neden onlara göre nedensellik ilkesi Allah’ın kudretini sınırlar .
Yani onların Tanrı tasavvuruna göre Allah kendi yasalarına, koyduğu tabiat kanunlarına isterse uymaz…
Ekonomi kötümü oldu ? Allah istemezse olmaz .
Zalim bir iktidar mı geldi? Allah gelmesini istemeseydi gelmezdi .
İyide kulun tercihi nerede kaldı? …
Yani zalim iktidarın gelmesinin nedeni nedir?
Nedensellik ilkesi ile bu konuyu açıklayabilir iken ,hayır der beyan aklı Allah nedensellik ilkesine tabi olmaz…
Allah isterse her şeyi yapar . İsteseydi zalim iktidar başa gelmezdi …
Bu ilkeyi kabul ettiğinizde Allah isterse adaletsizlikte yapabilir .
Mesela Firavunu cennete Hz Peygamberi Cehenneme atabilir …
Eeee Allah dilerse yapamaz mı? Hesap mı verecek kuluna?
İşte mantık böyle çalışınca kulun özgür fiili ve iradesi ortadan kalkıyor .
Oysa evet Allah için bu imkan dahilindedir ama asla böyle bir şey vukuu bulmaz.
Mucize Allah’ın koyduğu fizik yasalarının bir an için tersine işlemesidir …
Bunun içinde Allah’ın koyduğu yasadan bir an için vaz geçmesidir .
Yani Allah’ın fizik yasalarına göre ateş pamuğu ancak belli şartlar(nedenler)altında yakmaz ÖR; pamuk ıslak veya nemli olması halinde…
Bu Allah’ın sünnetullahıdır.
Ama gazali buna itiraz ediyor .Öyle olsaydı ateş HZ. İbrahimi yakardı diyor. Yakmadığına göre Allah istemediği için ateş yakmamıştır diyor .
Ortadaki ciddi sorunu henüz dindar bilinç dindar gözüken adam, din adamı henüz kavramadı. Bu yüzden Akif’i anlayamazlar …
Vâiz Kürsüde
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevla ecir-i hasın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmil edince defterim;
Bütün o işleri Rabbim görür: Vazifesidir
Yükün hafifledi Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak
Huda vekil-i umurun değil mi? Keyfine bak!
Onun hazine-i in’amı kendi veznendir!
Havale et ne kadar masrafın olursa Verir!
Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen O;
Levazımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesabına küffarı hak-sar edecek!
Başın sıkıldı mı, kafi senin o nazlı sesin:
Yetiş! de, kendisi gelsin, ya Hızr’ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah Yanaşman, ırgadın O;
Çoluk çocuk O’na aid: Lalan, bacın, dadın O;
Vekil-i harcın O; kahyan, müdir-i veznen O;
Alış seninse de, mes’ul olan verişten O;
Denizde cenk olacakmış Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lazım imiş Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;
Tabib-i aile, eczacı Hepsi hasılı O.
Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir Ne saygısızlık bu!
Huda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Huda;