2023 yılına girdik .
Umut dolu temenniler olmalı tabi…
Umut insanın yaşama tutunma isteğidir…
Lakin benim artık hiç umudum kalmadı …
Bilmek nedenleri bilmektir .
Bunlar benim inancım …
Çok karamsar olabilirim …
Çünkü vatandaş olarak bıktım.
Tükendim.
Aptal yerine koyulmaktan bıktım.
Bunlar benim düşüncem.
Benim dediğime göre nesnel bir gerçeklikten bahsetmiyorum.
Tamamen öznel
Bana ait.
İçinde “ben” olduğuna göre bu benim farkındalığım ve bana ait tecrübem demektir..
Umudum kalmadı çünkü;
Bilmek nedenleri bilmektir?
Onun için Aristotales’in dört neden ilkesi çok önemli…
Ben nedenleri arıyorum .
Ben sorular soruyorum …
Meşhur hikaye ;
Temel ile Dursun bir film üzerine iddiaya girmişler…
Filimin kahramanı sonunda ölüyor …
Fakat filimin başında; Temel, Dursun’a;
-“Var mısın iddiaya kahraman sonunda ölecek” der…
Dursun kendinden çok emin;
-Hayır ölmeyecek varım iddiaya…
Sonunda kahraman ölüyor.
Dursun iddiayı kaybediyor…
Fakat Temel çok vicdanlıdır, itiraf eder …
-Dursun ben bu filmi, daha önce seyretmiştim …
Dursun ;
-Bende tam beş kez seyretmiştim ama belki altıncısında kahraman ölmez diye düşünmüştüm …
Ben de bu filmi çocukluk devrem hariç 55 yıldır seyrediyorum …
Aynı filmi seyredip değişik sonuç bekleyen bir toplumun üyesiyim …
Aktörler değişiyordu fakat filimin konusu hep aynıydı .
Filimin konusu;
Mafya ,imar rantı, şikeli ihaleler, siyasallaşmış davalar ve kararlar, kamu kaynaklarının eşe dosta dağıtılması, devlet eli ile fert zengin etme ki bu ahbap çavuş kapitalizmidir, bir çok yerden mamalı maaş görev dağıtımları…
Tabi buna birde tarikatların pastadan pay kapması dahil edildi.
Tarikatlar hem siyaseti hem diyaneti hem ilahiyatı ele geçirerek aklı devre dışı bıraktı .
Diyanet zaten malum hala kadın mahremsiz 90 kilometreden fazla yalnız başına yolculuk yapamaz diyebiliyor …
Kendi en gelişmiş arabalarda seyahat ediyor, en gelişmiş cihazlarla tedavi oluyor ,fakat iş fetvaya geldi mi verdiği en az 1200 yıl evvelinin fıkhına dayanıyor .
Bu din bu şekliyle bana ne verir.?
Şimdi bakın size bir link vereyim .
ŞİRK nasıldır birinci elden nasıl yapılır öğrenin …
“Kim Allah göktedir demezse buna inanmazsa öldürülür cesedi bile gömülmez çöpe atılır” …
https://www.youtube.com/shorts/cjI2x26PIC4
Peki diyanet her konuda konuşuyor da bu adamların bu yorumlarından neden rahatsızlık duymuyor ?
Sorular sormaya devam edelim
Nasıl oldu da bu batı iki dünya savaşı çıkartıp dünyayı kan ve göz yaşına boğup , Hristiyanlık adına vahşet üreten Kilise doktrininden kurtuldu ?
Nasıl oldu da o toplumda evrensel hukuk normları gelişti.
Magna Carta neydi ?
(Latince: “Büyük Sözleşme”) veya Magna Carta Libertatum (Latince: “Büyük Özgürlükler Sözleşmesi”), 1215 yılında imzalanmış)..
Kölelik ne zaman kalkmıştı?
Bizde ne zaman kalktı?
Nasıl oldu da bir Almanya da , İngiltere de , İsveç’te, Norveç’te, Fransa’da imar rantı asla olmuyor ?…
Nasıl oldu da mafya politika yapıcısı ile el ele tutuşup bir iş adamın malına mülküne el koyamadı?…
Nasıl oldu da bir Markel siyaseti bıraktığında alkışlarla uğurlandı?…
Sizin bisikletle doğuma giden milletvekiliniz hiç oldumu ?
(Yeni Zelanda’da Milletvekili Julie Anne Genter)
Nasıl oldu da bir hâkim, savcı ,ben siyasetin değil hukukun emrindeyim diyebilecek adamlardan kılı kırk yararak seçildi ?…
Benim ülkemde ters giden ne vardı ?
Oradaki de halk ve insan canlısı, benim ülkemdeki de…
Oradaki de politika yapıcısı, benim ülkemdeki de…
Oradaki aydın, öğretmen, din adamı ,mühendis ,benim ülkemdeki de…
Oradaki de araç kullanıyor, benim ülkemde ki de…
Orada da yasalar var benim ülkemde de
Oradaki de televizyoncu benim ülkemde ki …
Oradaki yazar benim ülkemdeki de …
İktidarın yazarı, televizyoncusu, aydını ,akademisyeni olabilir mi?
Cevap hayır orda olmaz ise benim ülkemde nasıl oluyor ?
.”SU, SUYA BENZEDİĞİNDEN DAHA ÇOK MAZİ HALİ(GEÇMİŞ) ŞİMDİKİ ZAMANA BENZER“ İbn Haldun …
Geçmişte ne yaşanmış ise şimdi de o yaşanıyor…
İktidar el değiştiriyor ama sistem aynı kalıyor .
Akademisyen Vahap Çoşkun Demokrat partiden örnekler veren bir yazı ile toplumsal hafızaya bir şeyler hatırlatıyor …
Hürriyet sayesinde iktidar olan hürriyetten korkar ve tek el idaresinden vazgeçemez. O nedenle sistemde esaslı bir değişiklik olmaz. İktidar koltuğuna oturan mazlumlar, eline geçirdikleri güçle düşman belledikleri muhalifleri ezmeye, olmadı tasfiye etmeye gayret eder. Hülasa sistem ana hatlarıyla hep aynı kalır, sadece isimler değişir.
“Yıl 1955, Demokrat Parti (DP) iktidarının ikinci dönemi. Parti zor bir dönemden geçiyor. Çünkü Başbakan Menderes’in has adamlarından Mükerrem Sarol hakkındaki yolsuzluk iddiaları almış başını yürümüş. Devlet Bakanı olan Sarol, Türk Sesi diye bir gazete çıkarmış ve ilkokulları bile paralı abone yapmaya kalkmış, adı “gazete kâğıdı tahsisi” yolsuzluklarına karışmış. Siyasi kulislerde, DP’nin iktidar olduğu 1950 yılından sonra Sarol’un servetindeki muazzam artış, en mühim gündem maddelerinden biri olmuş.
Dönemin gazeteleri de bu tartışmalara kör-sağır kalmazlar elbet; Sarol hakkındaki büyük yolsuzluk iddialarını sayfalarına taşırlar. Ne var ki muh Meclis’in açık kalmasını ve Ankara’da sıkıyönetimden vazgeçilmesini ister.
DP, 6-7 Eyalefette iken basın özgürlüğünün sözcülüğü üstlenen DP, iktidarda basının sesini kesmeye yönelir. Bir bakanını ilgilendiren iddiaları yazan gazetecilere dava üstüne dava açar. Basının elinin kolunu bağlamaya, gazeteleri kıpırdayamaz hale getirmeye çalışır.”
“6-7 Eylül olayları patlak verir. İktidar, sıkıyönetim kararı alır. Muhalefet ise, olaylardan hükümeti sorumlu tutar ve sıkıyönetime gidilmesine karşı çıkar. “Hadiselerin her tarafı karanlık” diyen CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, meselenin aydınlatılması içinlül’den sonra basının üzerine daha bir hışımla gider. İnönü, konuyla alakalı Ulus gazetesinde bir yazı yazar. Sıkıyönetim, hem Ulus’u hem de aynı una tamamen karşıdır. DP’nin Genel İdare Kurulu (GİK), Menderes’in isteğiyle Fuat Köprülü başkanlığında toplanır.
Köprülü, kendileri de GİK üyesi olan Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve Fethi Çelikbaş’tan teklifteki imzalarını çekmelerini ister. Karaosmanoğlu, bu talebi net bir dille reddeder, ispat hakkının gerekliliğini kararlılıkla savunur. Toplantıda hiç kimse de onun argümanlarına karşı bir tez ileri sürmez. Gece yarısından sonra evine dönen Karaosmanoğlu’na resmi bir araç bir mektup getirir:
“Parti tesanütünü (dayanışmasını) bozduğunuz için GİK üyeliğiniz düşürülmüştür. Kongre’ye de katılamazsınız. İmza: Fuat Köprülü!” (s. 355)
Karaosmanoğlu, bunun üzerine Menderes’e “Reis Beyefendi” hitabıyla başlayan bir mektup yazar. Onun muavinine imza ettirdiği mektubu aldığını, parti dayanışmasını bozan bir kişi olarak GİK üyeliğinin düşürülmesinin ve kongreye katılmaktan menedilmesinin anlamını bildiğini söyler:
“Bunun manasını şöyle anladım: Kuruldaki ekseriyet, hicabâver sükûtu ihtiyar etmediğim için safını sıklaştırarak beni cebir ve zor ile dışarı atmak istemiştir.” (s. 355- 356)
Ona göre kendine reva görülen haksız muamelenin nedeni bellidir: Utanç verici bir sessizliği paylaşmamak! Parti yönetiminin çoğunluğu haksızlık karşısında susmayı tercih etmiştir; o ise bu utanca ortak olmayan azınlığın içinde kalmıştır. Gücü elinde tutan haksız çoğunluk, azınlığın haklı sesini zorla kıstırmıştır. Karaosmanoğlu, gerek parti içinde gerek parti dışında çareyi hürriyetleri bastırmakta bulan Menderes’e, yola neden revan olduklarını hatırlatma gereği duyar:
“Bu topraklar üstünde bir şeyler değiştirmek, bir şeyler yapmak için birleşmiştik. Hangi şeyi değiştirdik, değişen insanlar oldu. Sistem aynı sistem.
Onların kanunlarla, teamüllerle, örflerle, tahakkümlerle koydukları prensiplere ancak dört senelik muhalefet devremizde muarız (karşı) olduk.
İktidara gelince her şeyi olduğu gibi devam ettirdik.
Reis Beyefendi, hürriyet bayrağı ile iktidara gelen parti içinde dahi hürriyet yok.” (s. 356) “
“Sistem Hep Aynı Sistem” – VAHAP COŞKUN (perspektif.online)