İran’da 22 yaşında gencecik bir kadın, Masha Amini ahlak polislerince gözaltında öldürülüyor. Suçu, saçının birkaç telinin görünmesi. İslam devriminden sonra İran’da kadınlara karşı sistematik bir baskı başladı. Kurallara uygun giyinmeyen kadınlara çeşitli cezalar veriliyor, kadınlar sokak ortasında hakaret ve dayak gibi insanlık dışı muameleye maruz kalıyordu. Sokak hayatını kontrol amacıyla gözaltına alma, mahkemeye sevk etme gibi geniş yetkileri olan ahlak polisleri kadınlara her türlü zulmü yapıyordu. İran’da kadınlar sosyal hayattan tamamen dışlanmadı. Ancak sosyal hayattaki varlıklarını rejimin çizdiği sınırlar içinde sürdürebiliyorlar. Yıllarca süren bu baskılar Mahsa’nın öldürülmesiyle öfke patlamasına ve isyana neden oldu. Kadınlar sokağa döküldü, saçlarını kazıtıp çöpe attı, ‘’kadın, yaşam, özgürlük’’ sloganları meydanlarda yankılandı. Genç bir kadın isyanların sembolü Bella Ciao parçasını söylerken yeni bir hayata duyduğu umudu dile getiriyordu.
Kadınların öncülüğünde başlayan protestolara giderek artan şekilde toplumun farklı kesinlerinden de destek gelmeye başladı. Kadınlara yapılan baskıların kendi özgürlüklerini de engellediği bilincine varan erkekler de protestolara katıldı. Öğretmenler, öğrenciler derslere girmedi. Son yıllarda yolsuzluk, hırsızlık ve kapitalist sömürü düzeninin yarattığı ekonomik çöküntü toplumun büyük kesiminin hızla yoksullaşmasına neden olmuştu. İşte bu yoksul kesimler, özellikle durumu giderek kötüleşen orta sınıf da protestolara katıldı. Mahsa’nın ölümü kadınların ve yoksulların isyanını ortaklaştırdı.
Sosyal medyaya düşen görüntülerde ahlak polislerinin göstericilere karşı ne denli acımasız olduğunu bütün dünya gördü. Buna rağmen kadınların ve destek verenlerin korku duvarlarını aştığını da gördük. Kadın isyanı tüm ülkeye yayılırken, dünyanın birçok ülkesinden destek gelmeye başladı. ‘’kız kardeşime özgürlük’’ gösterileri yapıldı.
Hiçbir otoriter, baskıcı rejim sonsuza kadar varlığını sürdüremez. İran’daki isyanın sonucu nereye varır, bilemeyiz. Ama artık kadınların eşitlik ve adalet taleplerinden vazgeçmeyeceklerini anlıyoruz. Umarız ki daha fazla kadın ölmesin, daha fazla gösterici ölmesin, kadınların eşitlik, adalet talepleri gerçekleşsin.
İslam’ın kadının giyimine indirgenmiş görüntüsü sanırım İslam’a en büyük zararı veriyor. Tabi aynı şekilde modernleşmenin de kadının giyimine indirgenmesi kadınlara yapılan en büyük haksızlık. Kadınlar örtülü ya da açık olmasına bakılmaksızın eşit yaşam hakkına sahip olmalı. Erkekler nasıl ki giyim kuşamlarıyla ayrıştırılmıyorsa kadınlar da bu yüzden ayrıştırılmamalı. İslam ülkelerinde kadına yönelik baskı ve dışlanmışlık çok daha görünür olurken, kadınların özgür olduğu düşünülen batı medeniyetlerinde de kadınların durumu çok farklı değil. Erkek egemenliği her yerde sürüyor. Devletlerin, kamu kurumlarının, şirketlerin, çok uluslu şirketlerin, siyasi partilerin, sendikaların, sivil toplum örgütlerinin hemen hepsinde yönetimlerde erkeler ezici çoğunlukta yer alıyor. Yönetimlerde az sayıda yer alan kadınların da eril düşünceye sahip olduğunu görüyoruz. Yani dünyayı erkekler yönetiyor ve bu yüzden dünya yaşanmaz hale geliyor. Erkek egemen dünyada kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi elbette çok değerli. Bu yüzden ne modernlik adına ne de din adına yürütülen kadına yönelik tahakkümü ret etmeliyiz. Dinsel baskıya da seküler baskıya da karşı çıkmalıyız.
Gelecek, özgür düşünen, eşit ve adil yaşam hakkını savunan kadınların ve erkeklerin birlikte mücadelesiyle güzelleşecek.