“Yanlış anlaşılma ihtimalinin olmadığı bir şekilde konuşmak mümkün değildir. Her zaman sizi yanlış anlayacak birileri olacaktır.” Karl Popper
Bilmiyorum fakat bilmediğimi biliyorum…
Sanı-Zan
Tevazu değil …
Gerçekten bilmiyorum.
Bunu bana yaşadığım tecrübe öğretti.
Fakat bildiğimi sandığım o kadar çok konu vardı ki …
Oysa onlar “sanı” imiş…
Sanılar (sanmak), zannettiğimiz şeyler(zan)asla bilgi değildir.
Bilgi yanlış olmaz .
Yanlış olan bilgi zannettiğimiz sanılarımızdır(sandıklarımızdır)
Hakikat bilgisi, hakikate talip olmak.
Okudum ama hiçbir şey anlamadım Abidin abi diyenler çoğunluk olacak inanıyorum.
Bence böylesi daha iyi .
Dobra dobra .
Fakat elimden bir şey gelmez.
Cemalin suçu.İstediğin konuları istediğin gibi yaz dedi.
Ama bana felsefe yapma demede ki!
Felsefe yapmak bu toplumu bozar.
Düşünme nedir?
Oysa felsefe yapmak sistemli düşünmektir. Düşündüğünü bir daha düşünmek.
Düşünmek tekil bir olaydır. Kalabalık içinde asla düşünülmez.
Peki hakikate ulaşmak mümkün mü?
Asla değil.
Ancak yola çıkmak gerek.
Onun için muhakkak yoldan çıkacaksınız.
Arkadaş sayınız azalacak.
Herkesle kavgalı olacaksınız.
Çünkü zihin bagajınızdaki eski öğretilmiş cehaleti boşaltamaya başladığınızda yeni bilgiye yer açabilirsiniz.
O zamanda toplumda aykırı adam olursunuz.
Toplum bunu hoş karşılamaz.
Her şey kuşku ile başlar.
Tevazu değil. Alçak gönüllük hiç değil.
Ben bilmiyorum…
Bildiğim şeylerden kuşku duydum.
Bilgi olarak bana öğretilen “öğretilmiş” cehaleti atınca elimde bilgi diye hiçbir şey kalmadı.
Onun için şimdi hiçbir şey bilmiyorum .
İman nedir?
Şaşırmak –kuşku-merak-zan-bilgi=EPİSTOMOLOJİK İMAN
Ne ideolojim kaldı ne bana öğretilen koca karı imanı.
Bilgi sahibi oldukça itikadım azaldı imanınız çoğaldı.
İtikat donuk, statik ,doktriner sabit bir şeydir. İman dinamiktir. Azalır veya çoğalır.
Son olaylar gösterdi ki dindar bilincin itikat arttı, imanı azaldı .
Ne yolsuzluğa ne şikeli imar rantına ne ahbap çavuş(crony) kapitalizmine ne yozlaşmış hukuka ne kamu kaynakların eşe dosta dağıtılışına, ne yönetici sınıfın kamu kaynakları ile şatafatlı yaşamasına ve yüzlerce skandala karşı itikadı arttı ve onu sahipleniyor.
Ama imanı azaldı.
İdrak nedir ? İdrakin 4 hali nedir?
İbn Sina’nın görüşüne göre idrakin 4 hali vardır.
İdrak-i Hissi
Eğer bir mekânda maddi olarak hazır bulunuyorsanız o duyusaldır. Yani karşınızdakini görüyorsunuz, sesini duyuyorsunuz.
Konuşanın omzuna dokunabiliyorsunuz. Ve bu olay tekil dir.
Hani kongrelerde hazirun cetvelleri vardır. İmzaladığınızda ben orada hazır( maddi) bulundum demektir.
İşte bu İDRAK, İdrak-i HİSSİDİR.
HZ.Hatice’nin ve peygamberin hitabına tanık olanların idraki böyleydi.
İdrak-i Hayal
İdrak-i hissiden tek ayrıldığı yer siz maddi olarak orada bulunmuyorsunuz. Fakat diğer ayrıntıları biliyor ve tanıyorsunuz.
Bir şeyi hayal etmeniz için onun maddi özeliklerini muhakkak bilmek zorundasınız. Bilinmeyen bir şey hayal edilemez.
-Ah! Şuan Rahmetli babamı hayal ettim.
-Yıkılan evimizi hayal ettim.
İdrak-i vehmi
Bu idrak türünde maddi olarak siz orada yoksunuz. Duyusallıkta yok. Ne konuşanın sesini duydunuz ne ona dokundunuz ne ona soru sordunuz. Sadece tekillik durumu kalmıştır.
Yani siz ve muhatabınız zihninizde tekil olarak vardır. Kalabalık idrakinizde yoktur.
İdrak-i Akli,
İşte bu idrak 1400 yıl sonraki bizlerin idrakidir.
Yani İslamla buluşma iddiamızdır.
İdrak-i Akli’de siz ne maddi olarak orada bulundunuz ne duyusal ve dışsal özellikleri biliyorsunuz. Sadece akıl ile idrak edersiniz
Elinize geçmiş tarihi belgelerden, rivayetler ile sizin görmediğiniz bilmediğiniz, tanımadığınız dışsal özelliklerine tanık olmadığınız ses tonunu nu duymadığınız bir şahsın varlığını ve olayları rivayet ile öğrenirsiniz .
Ve buna inanır veya inanmazsınız.
Eğer konu metafizik bir alan ve kutsal ise;
Sizde buna İnanır ve bu inanç kesin bilgi haline geldiğinde ki bu bilimsel bilgi değildir(çünkü nesnesine gidip doğrulatma şanız hiç mümkün değildir) bu artık İmandır.
Filimin koptuğu yer.
Ben, babam, mahallemdeki imam, komşum, ilahiyatçının din üzerindeki idraki nasıl oluştu?
Benim tercihim ve elimin ürünü olmadan Müslüman bir ailede doğmasaydım Budist bir ailede doğsaydım ben ne olacaktım?
Ya diyanet işleri başkanı?
Sahi ben veya sizler neye tanık olmuştunuz?
Benim tanıklığım neyedir?
Ya sizin ki?
Hitaba mı?(söz)
Mesaja mı? (yazı)
Bizlerin tanıklığı HİTABA değildi .(YANİ İDRAK-İ HİSSİ tanıklık değildi)
Bizler elimize ulaşmış olan mesaja(yazılı metne, ve diğer rivayetlere )
tanık olmuştuk.
Oysa vahiy hitaptır(söz) ; Tekvir: 19/; Tarık: 13;
Enam/6= Ama Biz, sana, [ey peygamber,] yazılı bir metin göndermiş olsaydık ve ona kendi elleriyle dokunmuş olsalardı bile hakikati inkara şartlanmış olanlar, kesinlikle, “Bu açıkça, aldatmacadan başka bir şey değil!” derlerdi.
(Bakın vahiy elle dokunulmaz iken Mushaf elle alınıp dokunulabiliyor.
(Çünkü hitap elle tutulmaz ,göz onu göremez. Sadece kulak işitir.)
Kulağa hitap ederdi.
O yazılı metin değildir .
Yazılı metin göze hitap eder.
Hitapta Peygamberle baş başa kalmıştır o insan(idrak-i hissi)
Mekâna, tarihe, aktörlere tanık olmuştur.(idrak-i hissi)
Ses(fonotik simge )beden dili, mimikler hitapta muhakkak vardır.(idrak-i hissi)
Yazılı metinde ise bunların hiçbiri yoktur . Metin ile okur baş başa kalır.
Metni okuyan yazılı sözcüklere istediğini söyletir.
Mesela namaz kılmayanı öldürmek İslam da vardır dersiniz.
Hem de bunu ilahiyatta akademisyen de diyebilir.
El Kaide, Deaş, Taliban, Cüppeli asla kafadan konuşmuyor.
Onlarda yazılı metinden istediği yorumu çıkartılar.
Çünkü metnin olduğu yerde mutlak yorum vardır.
HZ Ali’nin Haricilere dediği gibi; Kuran konuşmaz onu konuşturan insandır. Artık o anda metni okuyanın ideolojisi, kültürel terkibi ,mizacı, yaşadığı toplumun sosyolojisi her şey okuyanı etkiler.
Mushaf/metin –Vahiy/hitap diyalektiği
İşte felsefi düşünce burada devreye girer ve Mushaf/metin/yazı-Vahiy/hitap diyalektiğini görür.
Ontolojik olarak ikisi aynı şey değildir.
Onun için; deve idrarı ile şifa dağıtan adama kızmayın.
O zekâsı ile bunu böyle anladı. Ve buna Sünnet dedi.
Ve ikna etti.
İknanın kanıta ihtiyacı yoktur.
Kanıtlandığında zaten bilimsel bilgi olur.
Oysa inanç bilimsel bilgi değildir.
Hadi bakalım çürütün de görelim.
Her şeye sıfırdan başlamak
Evet her şeye sıfırdan başlamak gerek.
Bilgi emek isteyen bir uğraş.
Bilgi için önce BİLMEK isteyen özne ile BİLİNMEK istenen NESNENİN olması gerekir.
Yani o bilinmek istenen “şey” benden önce olmalı ki ben onu bilmek isteyeyim.
Ve bilmek isteyen (ben) ile, bilinmek isteyen(O) arasında zorunlu bir ilişki doğsun .
İşte o zaman bilgi ortaya çıkıyor.
ÖR; Bir kalabalık görüyorum.
Orada bir olay olmuş.
O olay bilinmek istiyor.
Ama benim, o bilinmek istenen nesneye gitmem lazım ki ben o olay hakkında bilgi sahibi olayım.
Bunun için önce OLAYIN olması gerekir
“Ben” bilinmek istiyorum diyecek…
“Ben” de bilmek istiyorum diyeceğim
Fakat önce benim şaşırmam gerekiyor.
AAAA !! Orada bir olay var galiba!
Sonra merak etmem gerekiyor. Şuna gidip bir bakayım diyorum.
Gittim baktım ve bilgilendim.
Özne (suje) ile nesne (obje )karşı karşıya geldi .
Yani ikisi önce ayrı ayrı yerlerde idi ve şimdi buluştu BİLGİ çıktı .
Fakat birde şöyle bir durum mümkün.
Ben hiç şaşırmadım ve olayın olduğu yere de gitmedim hiç emek de sarf etmedim.
O konu hakkında başladım atıp tutmaya…
Konuştuğum şeyler saçma sapan yorumlardı .
Çünkü ben bir BİLGİÇTİM.
Yani çok bilmiş.
Her konuda konuşan ama hiçbir şey bilmeden konuşan.
Fakat ben bunu yaparken bilmediğimi bilmediğim için üstelik kendimi bilgili zannedip her konuda konuşuyordum .
Eskilerin deyimi ile Cehl-i mürekkep durumu .
Oysa ben kendimi bile tanımıyordum.
Tanısaydım bilmediğimi bildiğimi bilirdim.
Bende öz bilinç, kendimi fark etme diye bir merak yoktu .
Kendini tanımayan adam, kendine “ben kimim” diye sormayan adamın bilgiye talip olması mümkün değil. O ancak BİLGİÇ OLUR .Çok bilmiş ukala .
WHO AM I! (ben kimim?)
Evet bilincin en zor sorusu, sahi ben kimim?
Zihnin bütün alıcı antenlerini bir inançla, bir parti ile, bir ideoloji ile düşünceye kapatan adamın bilmesi gerekmez.
Çünkü ona neyin bilgi olduğunu inancı, ideolojisi, siyasi partisi, siyasi lideri ona vermiş ve onun şahsiyetini almıştır.
Onun artık düşünmesi gerekmez.
O artık öz bilinçten bahsedemez. O entegral bir varlıktır. Şahsiyeti, öz benliği, bilinci, o inanç içinde, ideoloji içinde lider tapıcılığı içinde eriyip gitmiştir.
O yoktur.
İnsan olarak yoktur.
Çünkü İnsan bilmek isteyen bir canlıdır. Düşünen bir canlıdır.
Fakat ona öğretilenlerin hiçbirinin yanlışlanması mümkün olmadığı için onun düşünmesine gerek yoktur.
İdeoloji, inanç, lider, siyasi parti onun yerine düşünmüştür.
Bu da asla YANLIŞLANMAYA AÇIK DEĞİLDİR.
Eğer bir düşünce yanlışlanmaya açık değilse o düşünce düşünce değildir.
Toplum üvey anne gibidir, kendini eleştireni değil kendi ihtişamını parlatanı sever.
(Alıntı)
saygı değer ıhsan hocam hürmetler
ıhsan hocam hep dertleştiğimiz gibi ah o ihtişam
Hislerime ve düşüncelerime tercüman oldunuz Abidin bey kaleminize sağlık.
Çok teşekkür ederim efendim,var olun